Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
31 MART 2013 / SAYI 1410 7 Japonya 1932’den II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar kolonisi ülkelerden topladığı 200 bin kadını seks kölesi olarak kullandı. Çoğunluğunu Güney Koreli genç kadınların oluşturduğu seks kölelerine “Konfor Kadınlar”, bu kadınların efendilerine hizmet sunduğu mekânlara da “Konfor İstasyonları” adını veren Japonya, toplu tecavüze maruz bıraktığı kadınlardan bugüne kadar özür dilemedi. Bugün sadece 63’ü hayatta olan “Konfor Kadınlar” da Japonya’nın özür dileyeceği günü umutla bekliyor. Ütopyasentır “Konfor Kadınlar” da özür bekliyor METE KIZIK Özür dilemek sadece insani bir davranış değil. Devletler de hem kendi içişlerinde hem de sorunlar yaşadığı devletlere karşı özür dileyerek tarihiyle yüzleşiyor, yanılgıdan dönüyor. 2010 yılında Mavi Marmara gemisine İsrail askerlerinin düzenlediği operasyonda 9 Türk’ün hayatını kaybetmesiyle başlayan süreçte İsrail’in koşullu özrü, konuyu tekrar güncelledi... Bu insanlık suçunun öyküsüne gelince... 1932’de askeri yönetimce kullanılan ilk “konfor istasyonları”, Shanhai’de kuruldu. 1937’de sistematik şekilde yaygınlaştı. Çoğunluğu Güney Koreli genç kadınlar gerek iş vaadiyle, gerekse kaçırılarak Japonya’ya götürüldü. Ülkeye varır varmaz “konfor istasyonları” onlar için tecavüz, zoraki seks, dayak, işkence merkezleri oldu. Hastalananlar bu merkezden hemen çıkarıldı. Savaşın bitiminden iki hafta önce çoğu öldürüldü ya da geri çekilen Japon 1988’de Kore Kadın Birliği, bu konuda araştırma yapılması amacıyla ilk girişimi başlattı. 1990’da Japonya Sosyalist Partisi senatörü Motooka Shoji, hükümetten bu konuda komisyon kurulmasını istedi. Gelen yanıtta “askeri bir sorun değil, özel girişimcilerin işi” olduğunu belirtildi. 1992’de sorun ilk kez BM’ye taşındı. 1994’de uluslararası hukukçulardan oluşan komisyon raporu açıkladı. Tanıkların ifadesiyle sorunun varlığı dünyaya ilan edildi. Bu gelişmenin ardından Kore, Tayvan ve Filipinli 15 kadın ABD’de dava açtı... 1995 Temmuz ayında Japonlar sivil bir inisiyatifle tabu konusu “Konfor Kadınları”yla ilgili Asya Kadın Fonu’nu kurdu. Bu girişim kısmi özür ve tazminat ödeme niyeti diye algılandı. Japonya hükümeti, iki yıl sonra fonda biriken 4 milyon dolar yardımın 240 bin dolarını Konfor Kadınları’na bağışlanmasını kararlaştırdı. Fonun ilk müdürü bu tutumu Japonya’nın yasal ve ahlaki sorumluluğundan kaçma girişimi ve kendilerini kullanma niyeti olarak değerlendirip görevinden ayrıldı. Mağdur kadınların çoğunluğu “hakaret” sayarak parayı almadı. Daha sonra Başbakan Hashimoto Ryotaro fona “özür” değil “pardon” mektubu ve bir miktar da para gönderdi. Ancak bu içerik kabul edilmedi. Ardından fon kapatıldı. 2008’de Güney Kore’de Japon büyükelçiliği kapısının girişine “Konfor Kadınları” anısına bir heykel dikilince ortalık yeniden karıştı. Japonya heykelin yıkılması için ardı ardına notalar verdi. Ancak elçilik binası önünde her çarşamba günü düzenlenen portesto gösterileri daha da büyüdü. Geçen hafta gösterilerin 1063.’sü yapıldı. Güney Koreliler, Japonya’nın gerçeği kabullenmesini, resmi bir özür, komisyon kurulması, tüm resmi belgelerin açıklanmasını, kurbanlar için anıt ve müze yapılmasını, Japon okullarında gerçeğin işlenmesini, tazminat ödenmesini ve suçluların cezalandırılmasını istiyor. Mücadele sürüyor... l Ayna Aynan var mı evde, aynan? Dikizliyon mu kendini? Suretin memnun mu seni görmekten? D. Sinem Korur Lav Sıtori senin gözlerinden çok ŞİİR çıkar... Mehmet Tuncer Misafir şair Bütün pencereleri açık bıraktım Dönünce bakacağım bahar rüzgârı akşamı ne yapmış *** Teknoloji aldı başını gidiyor Hatmiler melul mahzun gülümsüyor *** Balkonun altındaki ebabiller serçeler seslerini bahçede sektiriyor Süreyya Berfe Petsop Misafir çizer: Mustafa Bilgin l Hasretinden travmalar atlattım. İbrahim Ormancı l Sıfıra sıfır, elde var umut. Zeki Yeşil Uluslararası ilişkilerde özür bekleyen konuların birisi de Güney Kore ve Japonya arasında yıllardır süren “Konfor Kadınlar” konusu. Japonya, koloni ülkelerinden (Kore, Tayvan ve Filipin) ve 2. Dünya Savaşı sırasında, yaklaşık iki yüz bin kadını silahlı kuvvetleri için cinsel köleliğe zorladı. Japon dilindeki yumuşak bir ifadeyle “Konfor Kadınları” 1932’den savaşın sonuna kadar Japon askerleri tarafından Doğu Asya çapında kurulan “konfor istasyonları”nda seks kölesi olarak kullanıldı... askerlerince ölüme terk edildi. Kalanlar ise kadın hastalıkları, psikolojik sarsıntı ya da sosyal dışlanmışlıkla yaşamak zorunda kaldı. Japon resmi kurumları bu kadınlara karşı işlenen suçları için yasal ve ahlaki sorumluluklarını yerine getirmedi. Şimdiye değin Japon hükümetleri, tarihindeki bu utanç suçu için özür dilemedi. Güney Kore’de bugün sadece 63 eski “konfor kadını” hayatta. Japonya, Güney Kore ile sürekli gerginlik yaratan bu konuda özür dilemeyi niçin kabul etmiyor? Off the record Dakikada 249 kişi doğuyormuş! Yaşasın 249 yeni tüketici... Utandırma Servisi Kimi star oldu kimi süper star, kimi diva, kimi sultan, padişah oldu kimi de, imparator olanlar da var; yahu biz sade vatandaşlar ne kadar azaldık, azınlıkta kaldık! Kemal Ateş B ATAOL BEHRAMOĞLU Sansürden de öte... ir süredir ders kitaplarında şairlerimizin şiirlerinin makaslandığına ilişkin haberler okuyoruz. Yunus Emre’nin üstelik çok bilinen ilahilerinden birinin dört dizesi çıkarılıp atılmıştı. Ardından, yanlış anımsamıyorsam, Kazak Abdal geldi. Derken çağdaş şairlerimizin, Anday’ın, Külebi’nin, Cansever’in şiirleri birbiri ardına sansürlendi. Hepsi gülünçtü ama en gülüncü sanırım Cansever’in “Masa da Masaymış Ha” adlı şiirine uygulanandı. Şiirin kahramanı “adam”ın, asıl kahraman olan ”masa”ya birbiri ardına koyduğu şeylerden biri de “biranın dökülüşü”ydü… Kitabı hazırlayan her kimse, gençleri bira içmeye kışkırtacağı kaygısıyla bu dizeyi çürük bir dişi çeker gibi çıkarıp atmıştı… Bunlar, bize ulaşanlar… Bir tarama yapılsa, kim bilir daha nelerle karşılaşacağız. *** artık aynı şiir değildir ve bunu şairden başka hiç kimsenin yapmaya hakkı yoktur. Şairin kendisi bile şu ya da bu nedenle sonradan bir şiirinin bazı dizelerini, sözcüklerini çıkarma ya da değiştirme gereksinimi duyduğunda; ya da yeni sözcükler, dizeler eklemek istediğinde, eğer gerçek bir şairse, bunu çok büyük bir titizlikle, sakınganlıkla yapar çünkü tamamlanmış bir sanat eseri, canlı bir organizma, yaşayan, canlı bir yaratıdır… Kuşkusuz sadece şiir için değil, bütün gerçek sanat yapıtları için geçerli bir olgudur bu… *** Şimdi, asıl söylemek istediğimi biraz daha açayım.. Edebiyata, sanata uygulanan sansür, bir yazarın, bir sanat yapıtının yayımlanmasının, gösteriminin, izleyiciye ulaşmasının engellenmesi, yasaklanması demektir…. Baskıcı siyasal yönetimlerde, yüzlerce, binlerce yıldır yapılagelen bir şeydir bu. Böyle durumlarda, edebiyat yapıtları ya elyazmalarıyla, ya gizlice basılıp dağıtılır ya da uygun zaman gelinceye kadar saklanır. Başkaca sanat ürünleri için de buna benzer şeyler yapılır, benzer önlemler alınır… Sansür, düşünce ve yaratma özgürlüğüne karşı işlenmiş ağır bir suçtur. Bir sanat yapıtını kesip biçerek yayınlamak ise onun da ötesidir ve hem o yapıta, hem sanatçısına, hem sanat izleyicisine karşı işlenmiş, sansürcülükten bile daha ağır bir suçtur. Sansürü, cezaevinde olmaya, özgürlükten yoksun bırakılmaya benzetebiliriz… Bu türlü kesip biçmeler, değiştirmeler ise canlı organizmanın sakatlanması, zehirlenmesi, başka bir şeye dönüştürülerek yok edilmesi demektir…. Hangisi daha faşistçe derseniz, bence daha faşistçe olan bu ikincisidir. Bir şiirin üzerinde oynamak, bir roman kahramanının kişiliğini değiştirip onu ilgisiz bir kişiliğe dönüştürmek ve bunu ideolojik bir kasıtla yapmak... Nazilerin kurbanları üzerinde uyguladıkları sapık “tıbbi deney”ler gibi bir şey, insanlığa ve yaşama karşı işlenmiş ahlakdışı bir suç, bir cürümdür. *** Ülkemizi ele geçirmiş olan gerici, sapkın güç, her alanda işlediği suçlara edebiyat ve kültür alanındaki bu akıl ve ahlakdışı uygulamaları da ekliyor. Yaşamın dokusunu, kimyasını bozuyor, çarpıtıyor, zehirliyor. Bütün bir ülkeyi kendi çirkin, hastalıklı, özgürlük ve yaşam düşmanı kimliğine benzetmeye, bozup dönüştürmeye çalışıyor. l ataolb@cumhuriyet.com.tr www.ataolbehramoglu.com.tr http://behramogluataol.blogspot.com Sünnetli Pinokyo, namaz kılan Örümcek Adam, tesettüre girmiş Pollyanna vb… Bunlar da çocuk klasiklerinin ya da çocukların sevdiği çizgi romanların kahramanlarına uygulanan bir çeşit sansür ya da daha doğrusu, bir değiştirme, başkalaştırma işlemi… Aslında, şiirlere uygulanan çıkarma işlemleri de, yine sansürden de daha başka bir şey… Çünkü içinden tek bir dizesi değil, tek bir sözcüğü bile çıkarılıp atılan şiir, C M Y B