Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
5 ŞUBAT 2012 / SAYI 1350 7 Branning’e bir çay daha lütfen DENİZ ÜLKÜTEKİN SELÇUK EREZ A Yokluğuyla cezalandırmak F ransa’nın Cumhurbaşkanı Sarkozi, önümüzdeki seçimlerde yeniden seçilebilmek için olmadık şeyler yapıyor: Mesela, soykırımları reddetmenin hapis gerektiren bir suç sayılması için yasa tasarısı hazırlatıp meclislere yolladı. Başbakanımız, bu tasarının Fransız meclislerinden geçmesi durumunda atacağı adım konusunda Sarkozi’yi ve bütün Fransızları uyarmış, “Yasa onaylanırsa bir daha Fransa’ya gitmem” demişti. Tasarıyı yasallaştıranlar şimdi avuçlarını yalasınlar: Artık Recep Tayyip Erdoğan’ı görmek için bundan böyle kilometrelerce yol aşmaları, kendisini alkışlayan, yılın adamı seçen, ödüller veren insanların yaşadıkları ülkelere kadar gitmeleri gerekecektir. Dövünmesinler çünkü onlar bu mahrumiyeti gerçekten hak etmişlerdir. Onu, bu kararından vazgeçirmeye de yeltenmesinler. Bakın yıllar önce “Davos’a da artık gitmem” demişti. Gitti mi bir daha? Hayır, artık gitmiyor, sadece Babacan’ı yolluyor. Şimdi de ben itiraf ediyorum: Geçenlerde bir yerde onu fazla eleştirdim. Bir arkadaşımın evinde... Aslında o gün herkes bu konuda fazla ileri gitmişti... Neler neler söylemediler: Yok Türkiye’de artık basın özgürlüğü diye bir şey kalmamışmış, Sınır Tanımayan Muhabirler’in yaptıkları incelemede 178 ülke arasında Türkiye, Rusya’nın, Tanzanya’nın bile ardında yer almış, basın özgürlüğü sıralamasında 148’inci gelmiş. Ben bunları duyunca Michael Rubin’in “Commentary Magazine”de söylediklerini aktarmak gafletinde bulundum: “Türkiye’yi bir demokrasi modeli olarak göstermek, Rusya’nın hür bir ülke olduğunu, Irak’ın istikrarın kalesi, Filistin’in hoşgörü, Somali’nin de turistler için önerilmesi gerekli bir yer olduğunu savunmakla eşdeğerdir.” Sonra galiba parasız eğitim isteyen öğrencilere terörist örgüt üyesi muamelesi yapıldığından da bahsettim... Sarhoş muydum? Sanmıyorum... Şimdi cezama razıyım: Bundan sonra bize de gelmezse yerden göğe kadar haklıdır! Artık bizim semte, sokağa hiç uğramasın, benim baktığım televizyonlara çıkmasın da aklım başıma gelsin; hatta ağırlaştırılmış bir cezayı bile hak ediyorum: Babacan’ı bile yollamasın ki mahvolayım ve bir daha böyle bir şey yapmaya kalkanlara ibret olayım! selcukerez@gmail.com merikalı sanat tarihçisi Katharine Branning’in neredeyse 30 yıllık bir Türkiye geçmişi var. “Bir binaya âşık oldum ve...” diye başlayan hikâyesi bizi aslında bize benzeyen bir Amerikalının notlarına ve 18. yüzyıl yazarı Lady Montagu’yla mektuplaşmalarına götürüyor. Bir Çay Daha Lütfen isimli kitap da bu notların derlemesi. Kaynak Yayınları’ndan çıkan kitabıyla birlikte NT Mağazaları’nın konuğu olarak Türkiye’ye gelen Branning bizimle de bir çay içti ve hikâyesini anlattı. Türk kültürüyle ilişkiniz nasıl başladı? Aslında çok garip bir şekilde başladı; bir binaya âşık oldum. Sanat tarihçisi olduğum için bu biraz olsun anlaşılabilir bir şey. Gençliğimde Paris’te, derste bir bina gördüm ve adeta yıldırım çarpmışa döndüm. Güçlüydü, rafineydi, kendine özgüydü. İki tane roket uzaya fırlatılmış gibiydi. Bunun muhteşem bir yapı olduğunu düşündüm ama ne olduğu konusunda bir fikrim yoktu. Profesör, sonrasında bunun bir Gök Medrese olduğunu söyledi. Araştırma yapmaya başladım ve bu binaların Türkiye’de olduğunu gördüm. Oraya gitmek ve binayı görmek istedim. Sonraki yaz da bu hayalimi gerçekleştirdim. Bu ve diğer Selçuklu dönemi yapıları benim Türk kültürüne olan müthiş ilgimin başlangıcı oldu. Lady Montagu’nun mektuplarıyla ne zaman karşılaştınız? Lady Montagu, 18. yüzyılda çok ünlü bir İngiliz yazardı. Türkiye’ye, elçi olarak tayin edilen eşiyle birlikte gelmişti. İngiltere’den İstanbul’a gidiş gelişleri sırasında yaklaşık 20 mektup yazmıştı. Bunun dışında Londra ve İstanbul’daki mektupları da en az seyahatlerindekiler kadar ilginçti. Çünkü İngiltere’den Avrupa’ya geçişi bile onun için büyük bir kültür şokuydu. Bu mektupları okuduğumda 22 yaşındaydım. Adeta bana hitap ediyordu. Çünkü tamamen önyargısızdı. İngiliz bir yazarsanız bunu yapmak çok zordur çünkü çocukluğunuzdan beri size üstün bir kültüre sahip olduğunuz söylenmiştir. O ise bir oryantalist olmak yerine gördüğü şeyleri objektif bir biçimde aktarmayı seçmişti. “Türklerin çay içme tarzlarını sevmiyorum, bizim çaylarımız çok daha güzel” demiyordu. “Türkler çayı bu şekilde içiyor, şu şekilde iletişim kuruyorlar” diye anlatıyordu. Bunu çok Mektuplarının sonunda imzasını Kadriye olarak atacak kadar Türkiye'yi yakından tanıyan bir isim Katharine Branning. Bir Çay Daha Lütfen kitabı Amerikalı sanat tarinçisinin bu topraklardaki yolculuğunu anlatıyor. etkileyici bulmuştum. Dönemin ve bugünün yazarları “benim yöntemim en iyisi” demeyi seviyorlar. Montagu’nun mektupları benim için çok iyi bir dersti, eğer hayatta mutlu olmak istiyorsak önyargılarımızdan geri adım atmalı ve düşünmeliyiz. Bu kitap da bir seyahatname ya da gezi rehberi değil. Sadece Türkiye’yle ilgili yıllara dayanan önyargısız gözlemlerimi paylaşmak istedim. Kitapta Türklerin hitap biçimlerine çok vurgu yapıyorsunuz. Sizi en çok etkileyen şeylerden biri miydi bu? Avrupa kültüründe herkes birbirine karşı nazik ama mesafelidir. Biriyle arkadaş olmak için bekleyip görmeyi seçerler, bu da yıllar alabilir. Biz Amerikalılar ise çok daha açığızdır. Herkese gülümseriz. Bu da çok farklı bir kültür. Uzun yıllar Avrupa’da olmama karşın buna daha yakınım. Türkiye’ye ilk geldiğimdeyse “merhabalar, nasılsınız, buyrun oturun” diyen insanlarla karşılaştım ve şok geçirdim. Herkes çok açık ve sanki yıllardır tanıyorlarmış gibi birden seninle konuşmaya başlıyorlar. İnsanların direkt kalbine hitap ediyorsunuz. Bunun örneğini “İngiltere’de Lord ya da Lady kazanılması gereken bir unvandır ama Türkiye’de herkes hanımefendi ve beyefendi” diyerek veriyorsunuz. Evet, buraya geleli 30 yıl oldu ve hâlâ herkes bana “hanımefendi” diye sesleniyor. Bunu çok sıcak ve nazik buluyorum. Bir diğer ilginç nokta da kendinizi büyük şehirlerle sınırlamamanız. Kesinlikle, zaten Selçuklu mimarisi Orta Anadolu’da ve oraları görmeye çok sık gittim. Zamanla da fark ettim ki Türkiye’de taşrada yaşayan insanlar Amerika’da çocukluğumu geçirdiğim insanlara çok benziyor. Kendimi evimde hissettim. Türk insanının değerlerini yüceltirken kitabınız siyasete ve insanlar üzerindeki etkisine de değiniyor. Çok sayıda insan bana “Türkiye hakkında fazla pozitifsin, bu ülke hakkındaki onca problemi görmüyor musun?” dedi. Ben de “Evet çok açık şekilde görebiliyorum, çünkü hepsi benim ülkemdeki problemlerle aynı” diye cevap verdim. Bu her yerde aynı. Ben de bunlar hakkında çok fazla konuşmamayı tercih ediyorum. Ben senin yaşındayken herkes Türkiye hakkında “Geceyarısı Ekspresi”nden bahsediyordu. Buraya geldiğimde annem çok korkmuştu. Sorunlar elbette var ama burada bulunduğum 30 yıl içinde ülkenin darbeden bugünkü noktaya geldiğine şahit oldum ve bu kitapta pozitif bir imaj oluşturmaya çalıştım. Türkiye’nin sadece sorunlardan ibaret olmadığını göstermek istedim. Kitabı yazarken bir neooryantalist olarak adlandırılma çekinceniz oldu mu? Hayır çünkü ben geleceğe bakıyorum. Oryantalizm konseptinin artık geçerli olduğunu düşünmüyorum. kemizde, “örgütlü toplum olalım”, “insanlığın çıkarlarını ülkelerin çıkarlarından daha üstün tutmak gerekir”, “silah ve şiddet yerine uzlaşma ve hoşgörü kültürü oluşturulmalı” diyen çocuklar da var! İzmir Ekin Koleji’nin öncülüğünde gerçekleştirilen, “Düşlediğim Geleceği Yaşamak İstiyorum” temalı 11. Çocuk Kurultayı’nın sonuç bildirgesi açıklandı. Farklı okullardan kurultay sözcüsü öğrencilerin ortaklaşa hazırladıkları bildirgede çocuklar, yaşadıkları sorunları ve bu sorunların çözümü için düşündükleri önerileri sıraladılar. Günümüzde yaşanan sorunları küresel ısınma, FİGEN açlık, terör, şiddet, bağımlılık, ATALAY yoksulluk, işsizlik, gelir adaletsizliği ve eğitimde fırsat eşitsizliği başlıkları altında sıralayan çocuklar, bazen bu sorunların altında ezildiklerini ve içlerini kara bulutların kapladığını vurguladılar. Sonuç bildirgesinden: “Ben bir çocuğum. Tahtadan trenlerim, masallardaki devlerim, ödevlerim, okulum, sorumluluklarım, korkularım, endişelerim, düşlerim var. Siz, kocaman dünyanızda büyük büyük çantalar, büyük büyük adımlarla işlerinize Renkli bulutlar görmek istiyorum Ü koşarken biz çocuklara bırakacağınız bu dünya nereye gidiyor, hiç düşündünüz mü? Siz gittikten sonra bu dünya bana üstünde huzurla yürüyeceğim yollar verecek mi? Sıcak bir yuvam, mutlulukla çalışacağım bir işim, elimden sımsıkı tutan dostlarım, ailem olacak mı? Olsa bile içilecek bir damla suyum, içime çekebileceğim temiz bir nefes, balkondan Çocuklardan öneriler Küresel ısınma ile ilgili derhal uluslararası işbirlikleri oluşturulmalı. Çevre kirliliği için projeler ve hukuksal düzenlemeler ve cezalar getirilebilir. Bilinçli tüketim kampanyaları yapılmalı. Güçler ayrılığı ilkesi kesin olarak uygulanmalı. Örgütlü bir toplum olmalıyız. İnsanlığın çıkarlarını ülkelerin çıkarlarından üstün tutmak gerekir. Silah ve şiddet yerine uzlaşma ve hoşgörü kültürü oluşturulmalı. Yeni iş sahaları açılmalı. Okumak her çocuğun hakkıdır, bunu sağlamak devletin görevidir. Yeni okullar açılmalı ve bu okullar herkes için olmalı. Eğitim politikalarındaki istikrarsızlık düzeltilmeli. Yetişkinler çocukları dışlamamalı, onların düşüncelerini önemsemeliler. keyifle izleyebileceğim masmavi denizi bırakıyor musunuz bana? Dinleyin şimdi bize neler bıraktığınızı. Her sabah renkli bulutlar görme hayali ile uyanırken, penceremi açıp dışarı baktığımda tekrar yatıp uyumak, bu kötü rüyadan uyanmak istiyorum. Bazen düşünüyorum da biz ne olacağız diye! İçimi umutsuzluk bulutları kaplıyor.” Küçük yeşil adımlar nasıl atılır? Optimist Kitap, 612 yaş grubu çocuklar için yeni bir kitap yayımladı. EkolIQ Kitaplığı’ndan Temel Karataş tarafından kaleme alınan “Küçük Yeşil Adımlar” kitabında çocuklara, çevre kirliliği ve küresel ısınmayla ilgili bilgiler, pratik deneyler ve eğlenceli oyunlarla veriliyor. Kitaptan: “Gezegenimizi kurtarmanın bir yolu yok mu? Her şey için çok mu geç? İyi haber: Bir şeyler yapmak için hâlâ geç kalmış sayılmayız. Gezegenin bugün kurtarıcılara, kahramanlara ihtiyacı var. Bu kahramanlardan biri olmaya ne dersin? ‘İyi de nasıl?’ dediğini duyar gibiyim. Nasıl çevre kahramanı olunacağını sana kitap boyunca anlatacağım. Hatta bazen senin önerilerine de ihtiyacım olacak. Baş başa verip yaşadığımız gezegen için önemli şeyler yapmanın yollarını arayacağız. Ve sonunda gerçek bir kahraman olduğunu, geçtiğin her yerde bir ‘yeşil iz’ bıraktığını göreceksin.” “Çocuk Aklı” deyip geçmeyin! C MY B C M Y B Çocukların hayal dünyasında neler olduğunu kim görmek istemez ki? “Çocukların gözünden hayat nasıl görünüyordur?” diye merak edenler için cevaplar, OMO’nun yeni Facebook yarışması “Çocuk Aklı”nda. 11 Ocak’ta başlayan yarışma, 1 ay devam edecek. figenatalay@yahoo.com