01 Ocak 2025 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

5 ŞUBAT 2012 / SAYI 1350 3 BİR belde Darısı Siği’nin başına... AYŞE YILDIRIM 4 Nisan’da Ankara’dayız yenilmişlerdi. Yenilgilerinin Türkiye’nin geleceğini kararttığını, yaşayarak görmekten gelen bilinçle son bir kez daha rollerin oynamak, Türkiye’nin ve yeni genç kuşakların önünün açılmasına katkı sunmak istiyorlardı. On yıldan fazladır da bunun için uğraşıyorlar. Geçmişle yüzleşmek, asıl suçluları ortaya çıkarmak için. İşte bu mücadelenin sözcüsü Celalettin Can, geçen hafta tekerlekli sandalyesiyle 78’lilerin Çağlayan’daki Salon Figaro’da düzenlediği 11. dostluk ve dayanışma gecesindeydi. Kırık ve ameliyatlı bacağı bile onu bu geceye katılmaktan alıkoyamadı. Çünkü söyleyecek sözü vardı. “4 Nisan’da Ankara’dayız” diyordu sahneden. Bunca yıldır 12 Eylül darbecilerinin yargılanması için mücadele verdikten sonra sadece iki ismin yargılanmasına karşı çıkıyordu. “Paşa paşa yargılanacaklar dedik. Ama AKP iktidarı bu yargılamanın kapsamını dar tuttu. Sadece Kenan “Her koşulda mücadelede ısrar eden bu adama ikinci kez idamı vermemek devletin vereceği taviz olur.” 1984 yılında TCK’nin 146. maddesinden iki kez idam cezasına çarptırılmasının gerekçesi mahkeme kayıtlarına böyle yansımıştı Celalettin Can’ın. Evet, mücadelesinde ısrarlı bir adam Celalettin Can. 1981’de girdiği cezaevinden 19 yıl sonra 1999’da çıkabildi. Çıkar çıkmaz mücadelesine kaldığı yerden devam etti. 78’liler Girişimi projesi için kolları sıvadı. Kısa sürede yurtiçi ve yurtdışındaki 78 kuşağını bir araya getirmekle kalmadı gençleri de mücadelesine ortak etti. 70’li yıllarda on sekiz, yirmi yaşlarını yaşayan; rüyalarını ve hayallerini ülkenin geleceği, halkın mutluluğu süsleyen bağımsızlıkçı, özgürlükçü, yurtsever, devrimci gençler “gelinen noktada Türkiye’nin bize ihtiyacı olduğuna inanıyoruz” dediler. 70’li yıllarda çok zor koşullarda mücadele etmiş, tarihsel bir rol oynamış fakat 78’liler Girişimi sözcüsü Celalettin Can, dayanışma yemeğine tekerlekli sandalyeyle katıldı. Evren ve Tahsin Şahinkaya’nın yargılanması yetmez. Biz, 12 Eylülcülerin hepsinin yargılanmalarını istiyoruz. Ortak acılarımızla oynanmamalı. 12 Eylül Başbakanı Bülent Ulusu, 12 Eylül hükümeti üyeleri, danışma meclisi üyeleri, sıkıyönetim komutanları, sıkıyönetim cezaevi müdürleri, cezaevi istihbarat subayları, işkenceciler de yargılanmalı. Onun için 78’liler olarak 4 Nisan’da Ankara’da olacağız. Hepsinin yargılanması için gereken koşulları yaratacağız. Bu işi sadece AKP’ye bırakmayın, 12 Eylül’ün yargılanmasını, hesap vermesini isteyen herkes bizimle birlikte 4 Nisan’da Ankara’da olsun. Evren yetmez, tüm Evrenciler yargılanmalı.” Söyleyecek sözü, tamamlanacak şarkısı olan herkes 4 Nisan’da Ankara’da olacak, ya siz? Trilye’nin adını İncil’i farklı yorumladıkları için aforoz edilen ve gelip buraya yerleşen üç papazdan aldığı söylenir. “Tri” Rumca “üç”, ilya”da “Papaz” anlamına geliyor. Bursa’da Mudanya ilçesinin batısındaki bu eski Rum köyünü ilk olarak Öcalan’ın yargılandığı 1999 yılında görmüştüm. Bir aylık mecburi Mudanya ikametgâhımız sırasında çevre bölgeleri de gezerken uğramıştık Trilye’ye. Zeytin ağaçlarının arasından geçilerek gidilen kırmızı kiremitli ahşap ve taş evleri, eski zeytinyağı fabrikaları, kiliseleri, taş mektebi, zeytin ve zeytinyağı satan dükkânı, ulu çınar ağaçları, sahildeki balıkçı meyhaneleriyle her köşesi tarih kokan bu küçük beldeyi en son iki yıl önce ziyaret ettim, isim hikâyesini de o zaman öğrendim. 1960’lı yıllarda ismi “Zeytinbağı” olarak değiştirilmişti. Resmi yazışmalarda ve belediye tabelasında “Zeytinbağı” olarak geçiyordu. Ama herkes Trilye olarak biliyordu. Öyle ki gelip de “Zeytinbağı” tabelasını görenler “Trilye’ye daha çok var mı” diye soruyordu. Belde halkının yaptığı referandumun ardından İçişleri Bakanlığı nihayet beldeye eski ve gerçek adını yeniden geri verdi. Aslında beldenin adının niye Zeytinbağı yapıldığını da tahmin etmişsinizdir. Tam bir zeytin cenneti Trilye’deki Rumlar, Osmanlı döneminde Amerika’ya bile zeytinyağı ihraç etmişler. Öyle ki İspanyollar bu durumu kıskanmış ve gelip Trilye’den zeytin fideleri söküp götürmüşler. Ama bir türlü bu topraklarda yetişen zeytinin lezzetini elde edememişler. Mudanya’dan Trilye’ye doğru giderseniz yolunuzun üstünde yine küçük bir Rum köyüne rastlayacaksınız. Adı “Siği”, BİR gece Rumca “sessizlik” demek. Ana yoldan kıyıya doğru dik bir yoldan iniliyor bu küçük balıkçı köyüne. Fener Rum Patriği Bartholomeos’un da önceki yıl ziyaret ettiği eski bir kilisesi var Siği’nin; Üç Melekler Kilisesi. Siği’nin de kaderi Trilye’yle aynı aslında. Trilye’ye Zeytinbağı adı verilirken ona da “Kumyaka” denmiş. Trilye bugün gerçek adına kavuştu ama Siği gibi onlarca eski yerleşim yeri sessizce kendileri için de iyi bir haber bekliyor. ATAOL BEHRAMOĞLU Sanatı anlamak ir dost sohbetinde söz sanattan açıldığında bir arkadaşımız şöyle dedi: “İnsanlar anladıkları şeyi sever…” Acaba gerçekten öyle mi? İlk anda akla yakın görünen bu yargının, üzerinde biraz düşününce tartışmaya açık olduğu görülüyor. Sanattan önce, günlük yaşamlarımızda anlamak ve sevmek arasındaki ilişkiyi düşünelim. Bir eşyayı sevmemizin nedeni, genellikle, mülkiyete ya da estetik beğenilerimize ilişkindir… Başkaca canlıları ve insanları sevip sevmememizin de yine buna benzer nedenleri vardır… Bunlar içinde en karmaşık olanı, insanlar için duyduğumuz sevgi ya da sevgisizliktir… Bazen hatta çoğu kez, anlamadığımız birini anladığımız birinden daha çekici bulduğumuz olur… Özetle, günlük yaşamlarımızdaki sevgi ya da sevgisizliklerin, anlamak ya da anlamamakla pek de bir ilgisi olmasa gerek… Yanlış anımsamıyorsam Melih Cevdet Anday’ın bir yazısındaydı ve aşağı yukarı şöyleydi: “Kar yağıyor ve bu hoşuma gidiyor. Bunun anlamakla ne ilgisi var?..” *** Sanata gelelim ve “anlamak” olgusuna en yakın sanat türü sayılabilecek anlatıdan (roman, öykü vb..) başlayalım…. Bugüne kadar yazılmış ve bundan sonra yazılabilecek roman ve öykü konularının bir dökümü yapılacak olursa, ulaşılacak sayı pek de büyük olmayacaktır… Bu romanların büyük bir bölümünde işlenen konu aşktır ve hemen hemen hepsini de anlarız… Fakat bazılarına hayran olur, bazılarını da (kimi kez belki anlamadığımızdan, fakat çoğu kez beğenmediğimizden) yarısına gelmeden fırlatıp atarız… Çünkü asıl iş konudan çok, onun anlatılışındadır… Duyduğumuz sevginin (ilginin vb.) nedeni, konuyu “anlamak”tan çok daha başka ve karmaşık bir alımlama sürecidir… Kavramsal anlamanın ötesinde, onu da içeren, duygusal, duyumsal, sezgisel bir haz alma sürecidir... *** Böyle baktığımızda, “şiiri anlamak” büsbütün anlamsız bir sözdür… Sevdiğimiz bir şiiri anladığımız için değil; benliğimizde, sinir uçlarımızda, dilimizin ve bilincimizin kökünde duyumsadığımız için severiz… “Bu şiirde anlatılan nedir?” sorusundan daha saçma bir şey olamaz… Şiirde anlatılan şey, şiirin kendisidir… Bir şiiri sevebilmek için bazı birikimler, bir ön anlama süreçleri gereklidir kuşkusuz. Ama şiir için duyulacak sevgi, “anlama” dediğimiz olgunun üstüne yükselir… Bir kavramı anlıyor olmaktan daha başka türlü bir anlamaktır bu… Çünkü, sanat yapıtının bilim ya da felsefeden farkı, kavramsalı da içererek onun üstüne yükselmesidir… Estetik haz dediğimiz şey de sanat yapıtının bu asal özelliğinin sonucu olsa gerek… *** Şiir için söylediklerim, resim ve müzik sanatları için haydi haydi geçerlidir… Bir resimden, bir müzik yapıtından gerektiğince zevk almak için bazı bilgilere sahip olmak gerektiği de kuşkusuzdur. Fakat kimi kez, sıradan bir izleyici ya da dinleyicinin, bir resim ya da müzik yapıtı önünde, çok bilmiş bir eleştirmen ya da entelektüelden çok daha büyük bir sevinç ve hayranlık duyduğuna tanık oluruz… Çocuklara, gençlere, sanatı anlamak için gerekli bilgileri kazandırmak gerektiği kuşkusuzdur… Fakat asıl yapılması gereken, onları elden geldiğince çok sanat ürünüyle karşılaştırmak, şiirler ezberletmek, müzik dinletmek, resim sergileri gezdirmektir… Sanatı sevmeye götüren yol, her şeyden çok bu somut deneyimlerden, gözlemlerden ve yaşantılardan geçecektir… ataolb@cumhuriyet.com.tr/www.ataolbehramoglu.com.tr B C M Y B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear