Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
4 5 ŞUBAT 2012 / SAYI 1350 ZÜLAL KALKANDELEN Solculuk ailesinden geliyor... Ailevi kökenleriniz politik geçmişinizde önemli rol oynamış. Bundan biraz bahsedebilir misiniz? Askeri hükümetin komünist gençlere uyguladığı baskı ailem için de geçerliydi. Ancak annem ve babam buna karşı direnmeyi tercih ettiler. Çocukken genelde solcuların yer aldığı kültürel aktivitelere gittiğimi ve samimi bir ortamda siyasi içerikli müzikler dinlediğimi hatırlıyorum. Bu da beni zamanla fikir kulüplerine, toplantılara ve miting alanlarına yönlendirdi. Bir politik aktivist olmanızı sağlayan şey neydi? Şüphesiz ki tek yol olarak solu seçmem, askeri yönetim ve bireysellik karşısında dayanışmayı seçmem ve sonuçta gurur duyduğum Komünist Parti üyesi olmam bana öğretilen değerlerle ilgiliydi. Ateizm 2.0 lain de Botton, adı son yıllarda çok duyulan bir yazar ve televizyon programları yapımcısı. İsviçre doğumlu ama Londra’da yaşıyor, seküler bir ailede büyümüş, 42 yaşında tanınmış bir düşünür. Geçen yıl sonbaharda, dünyada ilk kez ülkemizde Ateistler İçin Din” adlı Sel Yayıncılık’tan çıkan “A kitabının tanıtımı için İstanbul’a gelmiş, inanmayanların dinden nasıl faydalanabileceğini ılımlı bir ateist” olarak anlatmıştı. Kendisini “ı tanımlayan De Botton; işin içine Tanrı ya da yaratan kavramını karıştırmadan, insanlar arasında bağ kurulması için, dini pratiklerden ve geleneklerden yararlanılması gerektiğini savunuyor... Türkiye’ye geldiğinde bu konu medyada çok yazılıp çizildiğinden, bu yazıda kitabının ayrıntılarına girmek istemiyorum ama şunu söylemek isterim ki, inanmayanların organize dinden faydalanması” “i şeklindeki anlayış, bana göre başlı başına bir ikiyüzlülük; piyasa filozofunun dine övgüsü. İnanmayan bir insan, neden varlığını tamamen inanç üzerine kuran bir sistemden feyz alıp onun yöntemlerini kullanmaya çalışır? De Botton’un birbiriyle tamamen çelişkili görüşlerle dolu kitabının dünyada bu kadar büyük ilgi görmesi de ayrı bir inceleme konusu. Birisi çıkıp ancak saçma bir şaka olabilecek önerilerde bulunuyor ve birileri de onun peşinden gidiyor. İnsanlarda ortak duygular yaratmak için seküler “İ tapınaklar yapılması” fikrini ilk duyduğumda epey Mesela görkemli tapınaklar yapalım; tek gülmüştüm. “M işlevleri insanlarda sevgi, dostluk ya da huzur gibi olumlu duygular yaratmak olsun. Böylece tapınakların ya da kutsal binaların mutlaka Tanrı fikriyle ilgili olması gerekmediğini gösterelim” diyor popüler düşünür. Ben bu fikre gülüp geçtim ama geçen hafta dünya medyasına düşen bir haber, De Botton’u ciddiye Ateist alanların olduğunu bir kez daha gösterdi. “A Tapınağı: İnanmayanlar İngiltere’de ‘Tapınak’ Yapıyor” başlıklı haber şöyle başlıyor: “U Uzun yıllardır dindar insanları eleştiren ateistler, şimdi bu kesimin dini geleneklerini çalıp tapınak inşa ediyor.” Haberin devamını okuyunca anlaşılıyor ki, Alain de Botton kitabı yurtdışında basılınca yine medyada boy göstermeye başlamış ve Londra’da yapılacak binayla Neden yeryüzündeki en ilgili ayrıntıları anlatmış. “N güzel binalar dindar insanların olsun? Ateistlerin de görkemli kilise ve katedrallerin kendilerine uygun versiyonlarını yapma zamanı geldi!” diyerek hareket işaretini vermiş yazar. Merak edenler için belirteyim; 46 metre yüksekliğindeki siyah binayı Tom Greenall Mimarlık yapacakmış. 46 sayısı özellikle seçilmiş; 4.6 yaşındaki yeryüzünü simgeliyormuş. Mimariye çok meraklı bir insan olarak güzel binalar yapılmasından heyecan duyarım. Karşı olduğum nokta elbette bu değil. inanmayanlar için din” Ancak Alain de Botton’un “i sloganıyla ortaya çıkıp, kilise benzeri binalarla inanmayanların ruhani ihtiyaçlarının sağlanacağını savunması, çok absürd bir durum. İnanmayanların iyi insan olması için organize din benzeri bir yapıya mı ihtiyaç var? Aksi halde boşluğa düşüp kötülüğe mi bulaşırlar? Kendileri için yaptıkları İşte burası benim gibi ihtişamlı binalara girdiklerinde, “İ inanmamaya inanmış insanların!” diye coşup mutluluğa mı ulaşacaklar? Bu tür bir materyalist şekilciliğe mi bağlanacak insan ruhunun huzuru? Hadi diyelim Alain de Botton saçmaladı; onun arkasından giden onca insan görmez mi gerçek huzurun şiddetsizlikten geçtiğini ve bunun organize dinle ya da binayla ilgili olmadığını? www.zulalkalkandelen.com / kzulal@yahoo.com A Devrimin güzel sesi Pinochet’nin baskıcı rejimi altında solcu bir ailede geçirilen çocukluk, siyasi fikir toplantılarında şekillenen bir gençlik ve kendi kuşağının sesi olarak ülke sınırlarını aşan bir şöhret. Politik mücadelenin şu sıralar en renkli yüzü Camila Vallejo. Şili Gençlik Federasyonu Temsilcisi olarak hükümete karşı sesi o kadar yüksek çıktı ki, tüm dünyada “sol”a umut aşıladı. Baharı” olarak tanımlayabiliriz. Ancak devrim bir anda gerçekleşmez. Bu Pek çok farklı kaynakta baharın meyve vermesi için bilinçli geçen yılın en ilham verici olarak çalışmalı ve yeni fikirler kişilerinden biri olarak üretmeye devam etmeliyiz. gösteriliyorsunuz. Sizi bu kadar Şili dünya çapında zengin ve popüler yapan nedir? refah seviyesi yüksek bir ülke olarak görülüyordu. Bu durum gerçekleri Temelde bu tanımlamanın yansıtmıyor mu? sebebi, tarihi geçmişi bulunan DENİZ bir harekete öncülük etmem ve Zengin bir ülke olduğumuz ÜLKÜTEKİN bana verilen görevdeki doğru, çok sayıda doğal beklentileri karşılayabilmemle zenginliğimiz ve turizm ilgili. Çalışma arkadaşlarımın da potansiyelimiz var, ama bunların hakkını vermem gerekirse, binlerce insanın getirilerinin neredeyse hepsi, sadece yüzde 5 kararlılığı ve dirayeti benim Şili Üniversitesi vergi ödeyen çokuluslu şirketlere gidiyor. Su Öğrenci Federasyonu Başkanlığı ve Şili kaynaklarımız adeta yağmalandı, küçük Öğrenci Federasyonu temsilcisi olarak çiftçiler bu şirketlerin para kazanması için seçilmemi sağladı. Bu yüzden davayı yok edildi. Dolayısıyla bahsettiğiniz üstlenmemin sebebi kişisel bir zenginlik elimizden kaçmak üzere. motivasyondan çok, kolektif çalışma ve Ekonomik refah seviyesini yansıtan ülkemizde olup bitenlerin rapor istatistikler tamamen yalandan edilmesi, hesap sorulması ibaret. Büyük kazançlarla fakirliği gerekliliğiydi. Bu kolektif bir bir araya getiriyorlar ve ortaya hareket ve benim görevim makul bir rakam çıkıyor. Ancak bu de öğrencilerle hükümet rakamlar ülkenin gerçeğini asla organları arasında iletişim yansıtmıyor. Şili gençliğinin sesi haline sağlamak. Şili’deki öğrenci gelerek büyük bir etki yarattınız. gösterileri geçen yıl sık İleride aktif politika içinde yer sık manşetlerdeydi. almak istiyor musunuz? Sizce bu ülkeniz için Politik bir tarafın üyesi yeni bir uyanışın olarak, kolektif kararlar başlangıcı mı? doğrultusunda verilen Çok kez görevleri almaya hazırım. söylediğim gibi bunu, Tabii rolüm ülke için yararlı ülke gençliğinin olan projeleri gerçekleştirmem eşitsizlik ve için elverişli olacaksa. Öte adaletsizliklerin yandan bugün böyle bir hızla ortadan durum söz konusu değil. Şu kalktığını anda başkan olarak görmek görevimi en iyi şekilde istediği “Şili yerine getirmeye Baştarafı 1. Sayfada Görüntüm davamın önüne geçmemeli Güzelliğiniz hakkında çok konuşuluyor. Bu sizi rahatsız ediyor mu? Beni asıl rahatsız eden fiziksel özelliklerimin daha ciddi konulardan fazla konuşulması ki bu da sosyal tartışmalar açısından çok tehlikeli; hele ki insanlara benim görünüşüm hakkındaki erkek bakışını yansıtmaktansa eğitim alanında yaşanan çatışmaları insanlara doğru bir biçimde aktarmakla yükümlü olan medya tarafından bu şekilde yansıtılıyorsa. Yerel basının size yaklaşımı nasıl? Aslında basın ilk başta sırf bir kadın olduğumda bu görev için yeterli olduğum konusunda bile şüpheliydi. Bunun ne kadar yanlış bir değerlendirme olduğunu zaman bize gösterdi. Şunu anlamanız gerekiyor. Hiçbir cinsiyet politikada başarı göstermek için daha fazla ya da az özelliğe sahip değildir. Yeteneklerinizi geliştiren öğrenmeye olan isteğiniz ve onun üzerine inşa ettiklerinizdir. Vallejo ölüm tehditlerine aldırmıyor. Vallejo’nun çok sayıda hayranı var. çalışıyorum. Öte yandan genç kuşaktan biri olarak dünyanın küresel yapısı içinde her yerde aynı ekonomik ve sosyal tahribatı yaratanın neoliberal politikalar olduğunun farkında olduğumuzun bilinmesini isterim. Bu yüzden eşitsizliklerin olmadığı bir dünya için politik sorumluluk alınmasının, dayanışma adına atılacak ilk adım olduğunu söylemeliyim. denizulk@gmail.com G ADNAN BİNYAZAR Yaratıcılığı öldürmek C M Y B C MY B ençler, eğitimlerini kesintiye uğratmadan sürdürürlerse; üniversiteyi bitirinceye değin, çevrenin denetimi; bir ölçüde de ailenin, okulun güdümleyici etkisi altındadır. Gençler bu dönemlerini bilgiler ezberleyerek de geçirebilirler, yaratıcı yeteneklerini geliştirerek de... Eğitimin temel işlevi, işe göre adam yetiştirmenin yanında, öğrenciyi bilgiyle donatmak, ona sanatsal beğeni kazandırmak olmalıdır. Eğitimde yalnızca işe göre adam yetiştirme amacı güdülürse, toplumu, tornadan çıkma ezberci kafalar doldurur. Onlar tek beyinle düşünürler, tek ağızla konuşurlar, belletileni yaparlar... Ezberci eğitim, boş tası boş tasla doldurmaktan farksızdır. O kafalar, bir şeyler öğrendiğini sanır; belleğindekiler boşalınca kafası boş tasa döner. Ahmet Haşim, bir denemesinde, “At iyi tekme atar, ama yalnızca onu iyi yapar!” der. Ezber bilen, yalnızca o becerisiyle vardır. Oysa kişilik, bilgi aktarımıyla değil, yorumsal bilgiyle gelişiyor. Yorumsal bilgi yoksunları düşünce de üretemiyorlar. Doğu toplumlarında buluş olmayışı, sanatsal yaratı kısırlığı, ezberciliği önde tutmanın sonucudur. Bilgi aktarımı, bir düşünceyi yorumdan geçirerek kendinin kılmaya yetmez. Beyinde bir oluşum geçirerek düşünselleşmemiş bilgi de gereksiz atıklar yığınıdır. Yaratıcı zekâ, önce bellekte alışkanlığa dönüşmüş ezberciliği kovuyor. Sanırım Beethoven’in bellek alanlarında ikinin ikiyle çarpımının dört ettiğini ezberleyecek kadar bile yer yoktu... Ezberciliğin önü ancak okumayla alınabilir. Önce özel okullarda başlayıp, oradan devlet okullarına da atlayan okuma etkinlikleri, belki bu boşluktan doğdu. Beyin, okumayla, sanatsal yaratıyla etkinleşir. Bu akıl hazinesini etkinleştirmemekle, insan, varoluşuna en büyük cezayı vermiş olur. Kitap, okuyanı tek dünyaya hapsetmez. Yeryüzünde nasıl her bölgenin iklimi, rengi, kokusu, görünümü varsa, kitapların da duyumsama dünyasına açtığı değişik kapılar vardır. Okuyanın gözü kitap sayfalarındadır ama duyumsama uçları bambaşka dünyaların iklimine, rengine, kokusuna ulaşır. Kişi, okumanın yarattığı düşünsel yoğunlukla, okuduklarında yalnızca kendini bulmaz, sanatçının evrensel dünya değerleriyle bütün insanlığa seslenişlerini de duyumsar. Sanatçının yoğunlaşma dünyasında zaman, zamansızlığa uğrar. Stefan Zweig, dostu Rodin’i ziyarete gider. Rodin o sırada bir yontusunun son düzeltilerini yapmaktadır. Zweig’a, bir iki dakikaya kadar yanına geleceğini söyler. Rodin, düzeltisini bitirip Zweig’ı karşıladığında aradan kırk sekiz saat geçmiştir... Dönelim ezberci eğitim sorununa... Elbette bir inancın yasaklanması söz konusu olamaz. İnanç okullarına da bir şey diyen yok. Ama maddenin en küçük biriminde enerji arandığı bir bilim çağında, öğrenciye din bilimi adı altında Kuran ezberletmeye kalkmak, onun yaratıcı gücünü daha filiz vermeden öldürmektir. Bu ülke, Newton kuramını okullardan kaldıran Milli Eğitim Bakanları; dergilerinde bunun saçmalığını vurgulamaktan kaçınmayan bilim kurumları gördü. Şu anda eğitim işlerinden sorumlu bir bakan, hiç değilse, onların eksik bıraktığını tamamlama yerine, böyle bir girişimin bilime, yaratıcılığa en büyük ihanet olduğunu düşünsün... Şunu da bilsin! Ezbercilik, yaratıcılığı öldürür, beyni çamur yığınına çevirir. Gelişmiş ülkeler uzayda kentler inşa etme, yeraltı zenginliklerini yeryüzüne çıkarma çabası içindeyken; öyle görülüyor ki, bize, gelecek yüzyıllarda da, kokuşmuş çöplüklerde kör tavuklar gibi eşinmek düşecek... binyazar@gmail.com