01 Ocak 2025 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

4 2 ARALIK 2012 / SAYI 1393 Herkesin bir İSTANBUL’u var! Ara Güler, Türkan Şoray, Ahmet Ümit, Zülfü Livaneli, Coşkun Aral, Ayşe Kulin, Kezban Arca Batıbeki, Mehmet Günyeli ve Arif Sağ’ın da aralarında bulunduğu iş ve sanat dünyasının usta isimleri fotoğraf makinelerini alıp “kendi İstanbul”larını keşfetmek için yola çıktı. Çektikleri fotoğraflar ve anlattıkları öyküler 17 Aralık’ta Çırağan Sarayı’nda düzenlenecek gecede sergilenecek ve satışa sunulacak. Elde edilecek gelir de UNICEF’ın Okul Öncesi Eğitime Katkı Projesi’ne bağışlanacak. ALİ DENİZ USLU Mehmet Günyeli (solda) ve Kezban Arca Batıbeki’nin objektifinden.... ra Güler’in kırmızı tramvaya aşkı, Ahmet Ümit’in kitaplarında hayat bulan Ayasofya Müzesi, Zülfü Livaneli’ye ilham veren tarihi yarımada, Coşkun Aral’dan en özel karelerle 1 Mayıs kutlamaları... Türkiye’nin sanat ve iş dünyasının önde gelen isimleri, Demet Sabancı Çetindoğan’ın (altta) kurucusu olduğu World Travel Channel’da yayımlanan Şimdi Fotoğraf Zamanı programına konuk oldu. Programın sunucusu usta fotomuhabiri Ercan Arslan’la birlikte tarihi şehir İstanbul’un eserlerine konu olan yerlerini gezdi ve fotoğraflar çekti. Ünlülerin çektikleri bu anlamlı fotoğraf kareleri, “Benim İstanbul’um” adıyla 17 Aralık’ta Çırağan Sarayı’nda düzenlenecek gecede sergilenecek. Fotoğraflar, düzenlenen gecede satışa sunulacak ve elde edilecek gelir ise UNICEF’ın Okul Öncesi Eğitime Katkı Projesi’ne bağışlanacak. Her Çarşamba saat 21.00’de World Travel Channel ekranlarında izleyiciyle buluşan Şimdi Fotoğraf Zamanı’nın bugüne kadar ağırladığı isimler arasında; Ara Güler, Türkan Şoray, Zülfü Livaneli, Ahmet Ümit, Coşkun Aral, Sinan Genim, Kezban Arca Batıbeki, Kamil Fırat, Ayşe Kulin, Zeynep Fadıllıoğlu, İzzet Keribar, Ahmet Elhan, Mehmet Günyeli, Doğan Hızlan, Tahsin Aydoğmuş, Arif Sağ, Kenize Murad, Ahmet Hakan ve Gültekin Çizgen yer alıyor. Peki, hangi ünlülerle nereye gidildi? Fotoğrafın duayeni Ara Güler, şehirde en sevdiği yerler olan İstiklal Caddesi ve Karaköy sokaklarını fotoğrafladı. Türkan Şoray Rumelihisarı’nı anlattı. Zülfü Livaneli kitabı Seranad’a konu olan tarihi Beyazıt Yangın Kulesi’ne çıktı, Süleymaniye Camii’ni ziyaret etti. İlk savaş muhabirlerinden Coşkun Aral, Taksim 1 Mayıs kutlamalarına katıldı. Mimar Sinan Genim, Boğaz’da tekne ile gezerek yalılar arasında tarihi bir yolculuğa çıktı. Ressam Kezban Arca Batıbeki, şehri İstanbul’a en sevdiği yer olan Galata Kulesi’nden baktı. Arif Sağ, üçüncü köprü tartışmaları ile gündeme gelen Sarıyer’in Garipçe köyünü fotoğrafladı. İzzet Keribar, “benim için anlamı büyük” dediği Kapalıçarşı’yı A İstanbul’a düşülen notlar... İşte “kendi” İstanbul’unu fotoğraflayan ünlülerin, çektikleri mekanlara dair düştüğü notlardan bazıları; Türkan Şoray; “İstanbul benim her şeyim… Gözümü açtığım, havasını koklayarak büyüdüğüm, her semtinde, her köşesinde acı tatlı anlarımı barındırdığım büyülü şehrim… Bu şehri bu denli güzel yapan, İstanbul’umun Boğaz’ı mıdır? Erguvanları mıdır? Tarihi midir? Yahya Kemal midir? Bilemiyorum… Ben yıllarca İstanbul’un güzelliğini içime sindirmişim, beynime kazımışım… Farkında olmadan… Annemin kucağı gibi ısınmışım, alışmışım, sevmişim, hayran olmuşum, âşık olmuşum… Şimdi çarpık kentleşmeyle, şekilsiz binalar gördükçe içim acıyor. Ama hiçbir şey İstanbul’umun güzelliğini bozamıyor…” Ara Güler; “İstanbul, Jean Giraudoux’nun La Folle de Chaillot’sudur. Fikret Adil oyunu Deli Saraylı adı ile Türkçeye uyarlamıştı. Çocukluğumdan beri İstanbul’un bu deli saraylı olduğunu düşünürüm. Ama öyle bir deli saraylı ki, hem Roma’da hem Bizans’ta hem Osmanlı’da yaşamış. Birikimlerin deli saraylısı. Hipodromda gladyatörlerle birlikte at binmiş, Bizans sarayında gözde olmuş, Zoe adıyla, Teodora adıyla imparatoriçelik tahtına oturmuş, Osmanlı’da Hürrem Sultan olmuş... Bugün bile kenti gezerken Binbir Direk sarnıcının sütunları arkasından sizi gözler, geceleri Bizans saray mozaiklerinin üzerinde dolaşır, Tekfur Sarayı’nın penceresinden bizi izler.” Coşkun Aral; “…İstanbul yine de, üzerindeki kırkyama örtünün altında sakladığı hazineleri paylaşmaya kararlı bir şehir. Hiç beklemediğiniz anda önünüze serilir, tüm sıcaklığıyla sizi kucaklar; gözleriniz sadece güzelliğini görür. Geçmişten bugüne hep var olmuş olan İstanbul’un belki de değişmeyen tek özelliği budur. Sakinlerini yorar, üzer, bıktırır ama ne zaman şaşırtacağını bilir. O yüzden âşık olunur İstanbul’a. İşte bu fotoğraf da bana İstanbul’u neden sevdiğimi, ona neden âşık olduğumu hatırlatıyor…” Türkan Şoray Ahmet Ümit’in objektifinden.... dolaştı. Ayşe Kulin, Robert Koleji’ne gitti ve özlemle andığı lise yıllarına geri döndü. Padişah V. Murad’ın torunu Kenize Murad, evim dediği Çırağan Sarayı’nı gezdi, duygusal anlar yaşadı. Gazeteci yazar Doğan Hızlan, eski Babıâli sokaklarında geçmişi andı. Ahmet Hakan, şehirde en çok sevdiği yerlerden birini Zeyrek’i ziyaret etti. Ahmet Ümit, Sarayburnu, Çemberlitaş ve Ayasofya’da İstanbul Hatırası romanının izlerini sürdü. Mehmet Günyeli, eserlerine konu olan Galata Mevlihanesi’ni ziyaret etti. Zeynep Fadıllıoğlu, mimarı olduğu Şakirin Camii’yi ziyaret etti. Ahmet Elhan, Karaköy İskelesi’nin ardından eski Galata Köprüsü’nü dolaştı. Gültekin Çizgen, Yedikule sokaklarında gezdi. Tahsin Aydoğmuş kentin sokaklarında, “Bu Şehri İstanbul” kitabının izlerini sürdü. Bu arada serüven bu sergiyle bitmiyor. “Şimdi Fotoğraf Zamanı”, İstanbul’un ardından farklı şehirleri, ismi o şehirlerle ünlenmiş olan ünlülerle gezmeye devam edecek. G Zülfü Livaneli Doğan Hızlan Zülfü Livaneli; “İstanbul, vefasız bir sevgiliye benzer. Hep aldatır ama sen yine onu sevmeye devam edersin…” Ahmet Ümit; “Şehre bakıyorduk denizden. Sisler içindeydi İstanbul… Sisler içinde deniz... Sisler içinde teknemiz. Sultanahmet’in minareleriydi görülen, Ayasofya’nın kubbesi, Topkapı Sarayı’nın kuleleri. Hiç yağmalanmamış, yıkılmamış, kirletilmemiş gibiydi şehir. Bembeyaz bir sisle örtmüştü doğa, ne varsa görüntüyü çirkinleştiren. Güneş doğmadan bir anlığına beliren bir hayal gibi... Büyülü bir bulut gibi... Bir masal imgesi gibi... Yeni kurulmuş bir kent gibi... Taze bir başlangıç gibi... Genç, umutlu, güzel…” Ayşe Kulin; “…İstanbul erkek olamayacak kadar değişken bir şehir… Yani ruh halleri değişik, biraz fingirdek, çok hareketli, müthiş enerjisi olan bir şehir. Ne yapacağı belli olmayan, şımarık, edepsiz, şirret bir kadın gibi…” Zeynep Fadıllıoğlu; “...İstanbul’un içinde birkaç İstanbul var... Burası rüya gibi bir şehir... Kalbi nerede atıyor bilmiyorum ancak beyni şu anda ayaklarında gibi gözüküyor. İstanbul, devamlı koşturup bir şey yapmaya çalışıyor gibi…” Doğan Hızlan; “… Sultanahmet benim çok sık dolaştığım bir semt. Belki de semtti demek daha doğru. Gazeteler ve yayınevleri Cağaloğlu’ndayken hemen hemen her gün oraya giderdim. Yeşil Ev’de çay içerdim. Ama hâlâ orada kırtasiyecileri, kırtasiyeci dostlarımı ziyaret ederim. Fotoğrafını çektiğim yer Yeşil Ev’in karşısında bir kahve, gençlerin, Sultanahmet’e gelenlerin oturduğu bir mekân. Benim çektiğim fotoğraf da Sultanahmet hayatından bir kare…” Tahsin Aydoğmuş; “Tevfik Fikret ne güzel demiş: 'Kimi sevsek senle ölçtük İstanbul'. Muhteşem bir kent ancak mükemmel anlatılmayı hak eder ama bu, hiç de kolay üstesinden gelinebilecek bir eylem değildir. Kalabalık sokaklarında yürüdüğüm şehir İstanbul… Her köşesi farklı bir yüze ait. Defalarca görsen de her seferinde tekrardan unuttuğun, tekrardan tanıdığın yeniliklerin eski şehri. Geçen her an yeni bir şey ekleniyor, yine her an bir şeylerini yitiriyor bu şehir.” Arif Sağ; “Eğer bana İstanbul’u hangi noktadan anlatırsın, diye sorsalardı, bu şehre ilk geldiğimde en çok sevdiğim yer olan Çamlıca Tepesi’nden anlatırım yanıtını verirdim. Çamlıca fotoğrafçılar için de zengin bir yerdir. İnsan tepeden şöyle bir baktığında bütün şehir ayaklarının altındadır… İstanbul’da yaşamak ayrı bir kültürdür. İstanbul’a gelen insanların İstanbullu olması için kendine çekidüzen vermesi gerekir…” G ZÜLAL KALKANDELEN Vasatın yükselişi, yeteneğin çöküşü ani bazı olaylar vardır; duyduğunuz anda sarsılırsınız, iz bırakır sizde. Belki başkaları için o kadar yıkıcı değildir söz konusu olay ama sizin içinizde bir isyan başlatır. Böyle bir haber aldım geçenlerde. Yeteneğine hayran olduğum ve çok saygı duyduğum bir müzisyenin hem sağlık hem de ciddi geçim sorunlarıyla mücadele ettiğini öğrendim. 1200 poundluk kirasını ödeyebilmek için Grado kulaklıklarını satıyordu. Son iki yılda üç kere kalp krizi geçirdikten sonra sol eline felç geldiğinden artık eskisi gibi gitar çalamıyor. Ancak müzik yaparak nefes alabilen bu sanatçının ismi Vini Reilly. Onun adını duymamış olanlar belki postpunk grubu The Durutti Column’ü bilirler. 6 yaşından beri çaldığı enstrümanıyla kendisinden sonra gelen birçok gitariste esin kaynağı oldu Vini. Bana göre dünyanın en iyi gitaristi o. Red Hot Chili Peppers’ın eski gitaristi John Frusciante ile bu konuda aynı fikirdeyiz. Vini Reilly’nin müziğini ilk duyduğum günden beri gitarı ondan daha yoğun bir duygusallıkla çalan birisine rastlamadım. Klasik müzik, rock ve flamenko’yu kendine özgü bir doku içinde buluşturan kusursuz tarzı, gitara dokunduğu daha ilk notalardan tanınacak kadar farklı. Bu yazıda onun müzik tarihi açısından önemini ayrıntısıyla anlatmayacağım; sadece bugün içinde H bulunduğu durumun bende uyandırdığı düşünceleri paylaşmak istiyorum. Daha önce Türkiye’de de vefasızlıktan değeri bilinmeyen, insanı kahreden bir ilgisizlik içinde bu dünyadan göçüp giden onca sanatçı gördük. Onlar o hale gelene kadar neden kimse ilgi göstermez, neden onca yeteneksiz rahat hayatlar sürerken, gerçek sanatçılar muhtaç duruma düşürülür? Günlerdir vasatı yücelten popüler kültürü düşünüyorum. Elbette belli bir çıtanın üzerinde işler yaparak popüler olmayı başaranlar da var. Ancak yine de bu çağda gerçek şu: Bir şekilde ana akım medyaya haber olmayı başaramıyorsanız, ne kadar iyi iş yaparsanız yapın, yoksunuz. Bugün Türkiye’de ana akım medyaya baktığımda karşıma çıkansa, ezici oranda dizi kültürü, pop ve arabesk dayatması. Medya tarafından güdülenen toplum da ilgisini bu dayatma ile belirliyor. Daha iyiyi, daha güzeli bulmaya çalışan, kendine sunulanın dışındakileri araştırmak için zaman harcayan, hatta siz ona hazır sunsanız bile merak eden insan sayısı çok az. Türkiye’de durum böyle de İngiltere’de farklı mı? Vini Reilly hakkındaki haberi çevremdekilerle paylaştığımda hemen herkes, “Demek orada da oluyor böyle şeyler!” diyerek şaşkınlığını ifade etti. Batı kültüründe bilginin, yeteneğin ve uzmanlığın değeri çok daha fazla; nepotizm ve kronizm denilen akraba, eş, dost kayırma hastalığı orada da var elbette ama bizdeki kadar yaygın değil. Benim düşünceme göre, vasatın yükselişi, kapitalist kültürün bir sonucu. Hiçbir yeteneği olmayan insanların, birtakım skandallar veya tuhaflıklar sonucunda dikkat çekmesi, pazarlanması çok daha kolay. Enrique Iglesias gibi vasatın da altında bir ses, babasının ismiyle kariyer yapıp konser teklifleri alırken, Vini Reilly gibi olağanüstü bir müzisyen, müzik sektöründe dönen oyunun içinde yer almadığı için evsiz kalabiliyor. Çoğunluk seviyorsa Enrique Iglesias da müzik yapacak tabii ama çoğunluğun ve medyanın ilgisini çekemeyenler ne olacak? Nick Drake’in müziği, kendisi hayattayken ilgi görseydi, o güzelim insan depresyona girip intihara sürüklenmezdi belki de... Bu yazıyı Vini Reilly’nin öyküsü başlattı ama ben bu satırları her alanda göz ardı edilen tüm yetenekli insanlar için yazdım. G www.zulalkalkandelen.com kzulal@yahoo.com C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear