25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

4 Serdar Gülgün Osmanlı sanatı uzmanı Serdar Gülgün, dedesinin okuldan kaçıp saklambaç oynadığı Kapalıçarşı hikâyeleri ile büyümüş. Öyle etkilenmiş ki onlardan, bugün dünyaca tanınmış bir Osmanlı uzmanı. Şimdi de saklambaç oynama sırası onda. Gülgün yazdığı kitaplar, tasarladığı kumaşlar ve koleksiyon ürünlerinde Osmanlı ile günümüz arasında bir bağ kuruyor. Günümüzde yükselen Osmanlı modasının nedenlerinden birini de “Batı'da her şey tüketildi ama Doğu hâlâ çok gizemli” diye açıklıyor. Hem insanların “Muhteşem Yüzyıl” dedikodusu yapabilmek için kitap okuyup araştırma yapmasından da memnun! 28 EKİM 2012 / SAYI 1388 Yalnız olmadığını bilmek KAGİDER, tam on yıldır kadın istihdamını ve girişimcileri artırmak için çabalıyor. Eğitimler veriyor, projeler düzenliyor. Avrupa Mentor Ağı da bu projelerden. Proje kapsamında, deneyimli iş kadınları bu dünyaya yeni adım atan kadın girişimcilerle deneyimlerini paylaşıyor. ESRA AÇIKGÖZ B Hürrem dedikodusu için tarih öğreniyorlar... erdar Gülgün, dünyaca tanınan bir Osmanlı sanatı uzmanı. Çocukluk sevdası mesleği ve hayatı olmuş. Öyle ki üniversiteyi bitirince yüksek lisans yapmak için gittiği Londra Üniversitesi’nde hâlâ Osmanlı sanatı üzerine dersler verip seminerler yapıyor. Bunun yanında büyük markalara Osmanlı motifli kumaşlar tasarlıyor, Osmanlı desenleri ile oluşturduğu porselen takımı dünyanın her yerinde “Gülgün” adıyla satılıyor. Öyle çok hikâyesi var ki Gülgün’ün... Biz de onunla hayatını adayıp harabeden saraya çevirdiği, her santimetresini Osmanlı işçiliği ve mimarisi ile restore ettiği Çengelköy’deki evi; Feyzullah Paşa Köşkü’nde buluştuk. Kapalıçarşı’da saklambaç oynayan dedesinin maceralarından yola çıkarak yazdığı “Kapalıçarşı” kitabından, Assouline için Lale Devri kaplumbağlarından esinlenerek tasarladığı bronz koleksiyona kadar tüm hikayesini konuştuk. Osmanlı’ya ilginiz, mesleğiniz daha doğrusu hayatınız olmuş. Nasıl başladı bu sevda? İstanbul’u İstanbul gibi yaşardım çocukluğumda da. Tarihi, dokusu, ruhu sarmıştı beni. Zaten hep meraklıydım, müzeleri gezerdim. Araştırırdım, okurdum. Bir dönem turist rehberliği de yaptım. Ama elbette bu sevdamın S mesleğim olacağını hiç düşünmemiştim. KÜSAV Vakfı’nın düzenlediği bir Okudukça mutlu oldum, öğrendikçe dekorasyon fuarında yollarımız kesişti. daha da fazlasını istedim. Osmanlı hat sanatı ve kumaşlarının Üniversite’de işletme okumuşsunuz, uzmanlık alanım olduğunu biliyordu ve ne zaman değişti rotanız? tarihi günümüze uyarlamak istiyordu. İstanbul Üniversitesi’nde işletme Hiç beklemediğim bir teklifti, okudum ama bana göre olmadığı o heyecanlanmıştım ama emin de kadar belliydi ki ben de bir fırsat değildim kendimden. Kabul ettim ve yakalayıp Londra’ya gittim. Londra yıllardır emek verdiğim çok başarılı bir Üniversitesi Doğu ve Afrika işim oldu. 19992000 yılında Sanatları Bölümü’nde İslam da NTV için bir belgesel Sanatı Yüksek Lisansı’na yaptım. O da çok severek başladım. Öyle tutkuluydum yaptığım bir işti. Osmanlı’da ki hızla yükseldim. Hatta yaşam üzerine her hafta öğrencisi olduğum o okulda Osmanlı’da yemek, hâlâ İslam Sanatı hakkında Osmanlı’da giyim gibi başka ders veriyorum. bir konuyu işliyorduk. Ben Sergileriniz ne zaman hem yazıp hem başlamıştı, 90’lı yılların sunuyordum. Programda başında Osmanlı modası konunun uzmanlarıyla ALİ DENİZ yoktu ve işler daha zordu. röportajlar yapıyordum ve USLU Nasıl fırsat yarattınız? arada kendim de anekdotlar Kültür ve Sanat anlatıyordum. Vakko’ya ilk Varlıklarını Koruma ve Tanıtma (KÜSAV) desen yaptığım yıllarda rüyamda hep Vakfı ile birlikte Osmanlı Sanatı sergileri kumaş desenleri görürdüm. Bunu düzenlemeye başladım. 1992 yılını takip anlatırdım Vitali Hakko’ya, o da “Aman eden yıllarda sekiz sergi açtım böylece. aman ne iyi, rüyanda bile bana Hepsi Topkapı Sarayı Alay Köşkü çalışıyorsun” derdi. Dünyaca ünlü “Herend” binasında gerçekleşti, hepsinin bir porselenleriyle maceranız nasıl başladı? teması vardı. Osmanlı’da hat, Osmanlı’da karalamalar, nakışlar... Bir devlet büyüğüne yapılacak Zaten bu sergiler sayesinde farklı kapılar hediye vazo üzerine oluşturmam istenen bana açıldı ve bu günlere geldim. desen fikriyle başladı. Sonra da yemek Vitali Hakko ile de bu sergilerinizde çay takımı gibi porselenlere Osmanlı tanıştınız sanırım. desenleri oluşturmamla ilgili uzun vadeli bir proje ile devam etti. Herend için iki grup desen hazırladım, Osmanlı laleleri ve Osmanlı karanfilleri. Dünyanın her yerinde Gülgün adıyla satılıyorlar. Ayrıca dekorasyon işleri de yapıyorsunuz. Tarihi binaların, tarihi yalıların, köşklerin içini dekore ediyorum. Sergilere ara mı verdiniz? Beni bu yola çıkaran sergilere şu an zaman bulamıyorum ama Louis Vuitton’un Avrupa Şehirleri Rehberi’nin İstanbul kısmını dört yıl boyunca yazdım, sergi değildi ama o mutluluğu verdi. Ayrıca antikacılık, koleksiyonerlere danışmalık faaliyetlerim de sürüyor. Osmanlı tarihi ve ilgisi yalnızca Türkiye’de değil, dünyada da yeniden keşfediliyor. Belki de hiç gerçek anlamda keşfedilmedi. Müzikte ve yemekte bir doğu esintisi yayılıyor. Çünkü Batı'daki her şey keşfedildi. Monoton bir tarih var orada, Osmanlı'da ise gizem sürüyor. Biz bile hakim değiliz tam olarak. “Muhteşem Yüzyıl”ın ilgiyi artırdığına şüphe yok, siz nasıl bakıyorsunuz diziye? Olumlu bakıyorum çünkü insanları bir şekilde teşvik ediyor. Dizinin dedikodusu yapmak için araştıranlar, okumalar yapanlar var. Osmanlı kültürünü her yönüyle olmasa da daha görünür kıldığı bir gerçek. alidenizuslu@gmail.com Dedem Kapalıçarşı’da saklambaç oynarmış Assouline Yayınevi’nin Türkiye’yle ilgili ilk kitabı “Kapalıçarşı”yı yazdınız. Hikâyeli bir tarih kitabı bu. Anlatmak istediğiniz, derdiniz neydi? Bu benim Kapalıçarşı’yla olan özel ilişkim aslında. Annemin bana anlattığı bir hikâyeyle başlıyor. Annemin babası imparatorluğun son yıllarında doğmuş. Çocukken okuldan kaçar, çantasını iplere bağlayıp kuyuya saklarmış. Sabahtan akşama kadar Kapalıçarşı’da saklambaç oynayıp eve gidermiş. İşin özü bundan yüz sene önce dedem saklambaç oynuyordu ben de şimdi kendimce bir oyun alanı yarattım orada. Bir tür saklambaç oynuyorum. Kapalıçarşı’nın alameti farikası nedir? En büyük ustaları orada bulursunuz, inanılmaz emekleri ve teknikleri sizi büyüler. Köşeyi dönüp bir dilenciye de rastlayabilirsiniz, Prenses Caroline’e de. Ki Caroline’e gerçekten rastlamış bir esnafın hikâyesini de yazdım. Kitapta başka neler var? 37 esnafın hikâyesi var. Kitabın zenginler, mücevherler, antikalar kitabı olmamasına dikkat ettim. Çünkü emek ve kıymet orada her yere sirayet etmiş. Şu an bir de yeni bir koleksiyon ürünüz var. Kaplumbağalardan esinlenmenizin nedeni nedir? Kaplumbağalara tutkunum. Lale Devri’nde lale bahçelerinde üzerlerine konan , onlara zarar vermeyen şamdanlarla gezdikleri bilinir. Ayrıca çok uzun yaşarlar, sabır, irade ve kararlılığı temsil ediyorlar. Bu yüzden uğurlarına da inanılır. Ben de bronz koleksiyon ürünlerimin hepsini onlara öykünerek tasarladım. Köşk bir harabeydi, tam yedi yıl uğraştım Eviniz gizli bir cennet, yaşayan bir tarih. Burası bir harabeymiş nasıl bu günlere getirebildiniz, hem bir hikâyesi de olmalı bu köşkün? Feyzullah Paşa’nın av köşküymüş burası. Feyzullah Paşa da aslen Macar. Adı Josef Kohman. 1840’larda Macarları Avusturyalılar’dan kurtarmak için bir ihtilal girişiminde bulunurken yakalanıyor. Avusturyalılar onu tam öldürecekken kaçıyor. Sultan Abdülmecit de sığınma hakkı veriyor. Avusturyalılar Josef Kohman’ı geri istiyor. Geri giderse öldürülecek o da gitmemek için isim ve din değiştirip Feyzullah adını alıyor. Kırım Savaşı’nda Osmanlılar’la birlikte Ruslara karşı savaşıyor ve başarılı oluyor, “Paşa” unvanını alıyor. Ava meraklı olduğu için de bu av köşkünü yaptırıyor. Ben bulduğumda ise harabeydi, yıkılmak üzereydi. İçinde dolaşmak tehlikeliydi. Ne zaman oturabilecek hale getirdiniz? Restorasyonu hiç bitmeyecek gibiydi, neredeyse yedi yıl sürdü. Bina ve içi Osmanlı yapı tekniği ve mimarisiyle yeniden yapıldı. Dört yıldır burada yaşıyorum. Evdeki tüm eşyalar da orijinal. Onları da tam 20 yılda evlerden, eskicilerden, Anadolu’dan topladım. Burası bir müzeyi andırıyor, eşyaları kullanmaya kıyamaz insan. Nasıl yaşayabiliyorsunuz burada? Mesleğim gereği bu takıntıyı aştım. Çünkü eskicilerden eşya toplarken, kıyamayıp saklanan yemek takımları, halılar, masalar buldum. Hayırsızların elinde telef olanlar da vardı. İnsan hayattayken yaşamayı bilmeli. O yüzden ben şimdiyi yaşıyorum, hem bu tarihi eşyalar benden sonra daha birkaç kuşağı gömer. Merak ettim çocukluğunuz nasıl bir evde geçmişti? Bu evin apartman hali! Kimler konuk oldu bu eve? Modacı Kenzo da var aktör Ralph Fiennes da. Yazar Martha Stewart da oldu Yıldız Savaşları’nın yapımcısı George Lucas da... Aşk bu evin neresinde? Buradaki en büyük aşk Osmanlı sanatı, başkasına yer yok! errin Kuleli, 1998’den beri, kendi şirketiyle iş hayatında. Billur Cremer’in iş dünyasındaki geçmişi henüz iki yılı yeni bulmuş. O nedenle Berrin Kuleli’nin deneyimlerini çok önemsiyor. Yolunu bunları dinleyerek daha sağlam çiziyor. Üstelik yalnız olmadığını bilmenin sağladığı güven de başka. “Avrupa Mentor Ağı” projesi de bunu amaçlıyor zaten. Yıllardır iş hayatında olan kadınların deneyimlerini, işini yeni kurmuş genç ve desteğe ihtiyaç duyan girişimci kadınlarla paylaştığı bu projeyi Türkiye’de, Türkiye Kadın Girişimciler Derneği (KAGİDER) yürütüyor. AB destekli bir proje bu. Özyeğin Üniversitesi ve Girişimci İş Kadınları ve Destekleme Derneği’nin de katkısı büyük. İş kadını olmanın zorluklarını projede mentor ve mentee yani deneyimli ve yeni iş kadını olarak yer alan Berrin Kuleli ve Billur Cremer ile konuştuk... Önce sizleri tanıyalım... Berrin Kuleli: İş hayatına genç atıldım. Erkek egemen akaryakıt sektöründe çalışıyordum, hatta saha müdürlüğünü üstlenen ilk kadınım. O zaman Türk yöneticiler başarılı olamayacağımı hatta Türkiye’nin henüz buna hazır olmadığını söyleyip reddetmişlerdi. Fakat yabancı yöneticiler kadın erkek ayrımı olmadan, kişisel özelliklere dayanarak terfi yapmanın doğru olacağını belirttiler. Çok da başarılı oldum... 1998’de kendi şirketimi kurdum. 50 bin gizli müşteriyle, önemli firmalara müşteri memnuniyeti araştırmaları yürütüyoruz. Satış danışmanlarının performansı, firmanın kurumsal olarak koyduğu standartları yerinde inceleyerek şirkete rapor iletiyoruz. Bu işi Türkiye’ye ilk duyuran firmalardanız. Billur Cremer: Yabancılarla çalışan, Billur Cremer ve İngilizce iletişime ihtiyacı Berrin Kuleli. olan kişi ve kurumlara koçluk yapıyorum. Kendilerini özgüvenle, daha iyi ifade eden global iş insanı yetiştiriyorum. Daha önceden bunu üniversite bünyesinde yapıyordum, iki yıldır kendi işimi kurdum. Bu projeden nasıl haberdar oldunuz? B. Cremer: KAGİDER’in “İşimi Kuruyorum” projesine katılmıştım. Sonra bu projeyi söylediler. Elemeyi geçtim, mentee oldum. Berrin Kuleli gibi bana devamlı faydası olan, özgüvenimi perçinleyen bir mentorle çalışma imkânım oldu. Hiç bitmemesini umuyorum. B. Kuleli: Merak etme, bitmeyecek... KAGİDER’e üye olma hedeflerimden biriydi bu. KAGİDER’de, kadın girişimcilerin önüne çıkan engelleri nasıl ortadan kaldırabiliriz, iş kadınlarının sayısının artması için ne yapabiliriz, bunları tartışıyor, projeler yapıyoruz. Dokuz yıldır üyeyim, üç yıl yönetim kurulundaydım. Hep tecrübelerimi yeni iş kuran kadınlarla paylaşmayı hedefliyordum, projeyi gördüğümde çok heyecanlandım. İş hayatında insanın ayağına takılan bazı çakıl taşları var, bunları almak için eğilirken elinizden tutan birinin olması çok faydalı. Billur’un dil okulunda Türkiye’ye yeni bir sistem getirmesi ilgimi çekti. Birbirimize cesaret veriyoruz. Aramızda samimi iletişim, güzel bir dayanışma, yararlı bir alışveriş var. Birbirinizden neler öğrendiniz? B. Kuleli: Çok şey. Mesela şirketin bir iletişim yüzünün olması gerektiğini konuşuyoruz. Billur, bir iletişim şirketiyle görüşüyor. Ben de o şirketin şartlarını öğreniyorum, ben de görüşüyorum. Bu tam bir alışveriş, tek taraflı değil. B. Cremer: Ben çok besleniyorum. Adeta terapi gördüğümü hissediyorum. 12 sene öncesine kadar yurtdışında yaşıyordum, dolayısıyla bazı konularda Türkiye’deki kültürü tam kavrayamıyorum. Mesela iş konusunda ben direkt konuşuyorum, ama insanlar burada daha süsleyerek, dolandırarak konuşuyorlar. Berrin Kuleli, Türkiye’deki iş kültürü konusunda beni çok aydınlattı. Rehberliği sayesinde, olaylara farklı açıdan bakmayı öğrendim. Girişimcilik yapmak isteyen biri varsa bu projeden mutlaka faydalanmalı. Kadının girişimci, patron olması neden önemli? B. Cremer: Kadınların doğuştan var olan duygusal zekâsının iş dünyasına farklı vizyon getireceğini düşünüyorum. Bence, siyasi liderler kadın olsa dünyadaki savaşlar bile azalır. Kadınlar her konuya insan sıcaklığı getirir. Kadınların eğitilmesi, teşvik edilmesi, dayanışmanın sağlanması çok önemli. B. Kuleli: Tabii kadın patron olursa hayat zor, çünkü kadın anne, eş, evlat... Ancak kadın çok yönlü olmasından dolayı çok iyi zaman yönetimi yapabiliyor. Erkeklerle aralarındaki fark bu. Türkiye’de kadın girişimci oranı yüzde 67’lerde. Çalışan kadın oranı yüzde 24. Gönül istiyor ki yakın zamanda bu oran yüzde 50’lere çıksın. KAGİDER’in bunu arttıracak başka projeleri de var. Mesela, Türkiye’deki yaklaşık 20 şirket önümüzdeki yıllarda kadın istihdamını artıracaklarını tahahüt etti. C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear