24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

6 7 AĞUSTOS 2011 / SAYI 1324 7 AĞUSTOS 2011 / SAYI 1324 7 Sınırlarınız kadar faşistsiniz Oslo katliamının başaktörü Anders Behring Breivik deli damgası yese de pek çok kesimden destekçi de buldu. Avrupa’daki aşırı sağ onun fikirlerini sevdi. Peki gerçekten yanı başımızdaki eski kıta, faşizmin kol gezdiği kinci Dünya Savaşı günlerine mi dönüyor? Bu sorunun cevabını bulmak için Gündüz Vassaf Avrupa sosyal tarihinin kökenlerine indi, Hermann Dworzcak kıtanın göbeğinden yaşananların bir analizini yaptı. Didem Danış Avrupa’daki göçmenlerin sorunlarına değindi. Sami Karabıyıklıoğlu ile Kostas Tsitselikis de Yunanistan’daki DEN Z ÜLKÜTEK N ATAOL BEHRAMOĞLU ekonomik krizin yerel halk ve “öteki”ler arasında diktiği duvarı anlattı. Çözüm de yazının içinde... Gündüz Vassaf: Dünya kabuk değiştiriyor. Egemen düzenin bugün “ekonomik kriz” adıyla sıradanlaştırarak kamuoyu nezdinde kamufle etmek istediği demokrasinin kapitalizmi, hükümetlerin sermayeyi, bankaları denetleyememesinin krizi. “Benden sonra tufan,” diyen küresel sermayenin ekolojik sistemi çöküşe sürüklemesinin krizi. Bankalar, frenlenemez hırslarıyla, mafya ahlaksızlığıyla verdikleri ödenemeyecek borçları devlet yani vatandaşların vergileri karşılıyor. Krizler ilk aşamada totalitarizmi besler. Tarihimizde bunun son örneği Birinci Dünya Savaşı ve 1929 ekonomik buhranından sonra yerleşen, konumlarını pekiştiren totaliter rejimlerHitler Almanyası, Lenin ve özellikle Stalin’in Sovyetler Birliği, Mussolini’nin talyası, Salazar’ın Portekizi, Franko’nun spanyası, Peron’un Arjantini. Günümüzde iflas etmekte olan egemen düzeni milliyetçi ve dini propagandalarla ayakta tutan popülist liderler iktidarda. Norveç’te her şeye rağmen, göçler sonucu tohumları atılan çokkültürlü topluma karşı miyadını doldurmakta olan Hıristiyanmilliyetçi akımlar tarihten silinmeden önceki son şahlanışlarında. Benzer akımlar ve ırkçılık, Türk slam sentezinde, başka ülkelerde milliyetçilikle kamufle edilmiş siyasal slamda, Hindu milliyetçiliğinde, Japon Şintoizminde. Totaliter ideolojiler artık dikiş tutmayacağından bir süre için sermaye odaklı egemen düzen, iktidarını milliyetçidinci akımlara uyum sağlayarak sürdürecek. Sorunuzun son kısmına ve yeni bir tür faşizm deyiminize dönersek, gelişmeler “yeni”nin değil çökmekte olan, meşruiyeti tükenen bir dünyanın, dini, milliyetçiliği, şiddeti siper ederek çırpınışının ifadesi. Bu gün gelinen noktaya bakarak Avrupa’da faşizim I Avrupa’daki göçmenler sokak gösterileriyle haklarını arıyorlar ama onları dinleyen yok. Avrupa’ya özellikle talya, spanya ve Yunanistan sınırlarından girmeye çalışanlar güvenlik güçlerinin sert müdahaleleri sonucu ölümle burun buruna geliyor. rkçılık elbette Avrupa kıtasına özgü bir sorun değil. Ancak Norveç’in başkenti Oslo’da yaşanan katliam özelinde tüm kıtayı ilgilendiren bir başlıkla karşımızda. Çünkü her ne kadar katliamın faili Anders Behring Breivik bir deli olarak nitelendirilse de argümanlarına destek veren Avrupa çapındaki aşırı sağ parti üyeleri, eski kıta sakinlerinin takip ettiği kimi zaman oy vermeye yeltendiği kişiler. Acaba bu katliam Avrupa çapında var olan bir ırkçı nefretin patlaması mı? Kolaylıkla yanıt verilecek bir soru değil. Ortada var olan gerçekle mücadele etmesi gerekenlerse orada yaşayan “yabancı”lar. Farklı dinden, farklı ten rengine sahip, farklı dil konuşan, farklı giyinen herkes Breivik’in fikirlerinden Anders Behring Breivik nasibini alıyor. Ya Breivik’in fikirlerinin takipçileri olursa ne olacak? Gündüz Vassaf bu soruların cevabını kıtanın savaşlar, din ve mezhep çekişmeleriyle dolu tarihinde arıyor. Yaşananlarıysa Avrupa üstünde yüz yıllardır var olan çokkültürlülüğe kapalı yapının son çırpınışları olarak görüyor. Norveç’te yaşanan katliamı Avrupa özelinde yeni bir tür faşizmin habercisi olarak görebilir miyiz? ve ırkçılığın geçmişten bugüne hem sınıfsal hem de ideolojik anlamda nasıl bir gelişim gösterdiğini söyleyebilirsiniz? Avrupa olumlu ve olumsuzun kaynaştığı çelişkili bir konumda. Asya’nın ucundaki bu nispeten küçük toprak parçasına dilim kıta Gündüz Vassaf bile demeye varmıyor ama özgeçmişi, tarihi açısından dünyada en uzun süre kapalı kalmış, içine dönük yaşamış bir bölge. Bir anlamda Amazon kabileleri gibi. Doğu’da Çin’de, Hindistan’da, Afganistan’da, ran’da, tarihleri boyunca yüzlerce din, binlerce dil aynı topraklarda aynı zamanda var olmuşken, birbirlerini var etmiş, sürtüşmelerine rağmen birbirleriyle zenginleşmişken, mimaride, müzikte, mutfakta, insanların günlük davranışlarında sentezini yaratmışken, pek Yolu’nda gidip gelmişken, Avrupa insanı tek bir dinle, Hırıstiyanlıkla bile bir arada yaşamasını becerememiş. Ulus devleti icat edene kadar yüzyıllarca din savaşlarıyla birbirini kırmış. Ulus devleti icat ettikten sonra da, gene geçimsizliklerinden, başımıza iki dünya savaşı çıkarmışlar. Peygamberlerinin Yahudi kökenli olmasına rağmen, Musevilere de tarihleri boyunca yaşama hakkı tanımamış olmaları, topraklarından sürmeleri, soykırım işin cabası. Böyle vahşi özgeçmişi olan bir topluluğun 731’de Poitier Savaşı’ndan bu yana 1500 yıldır öteki diye, düşman diye baktığı Müslümanların 50 yıldır Avrupa’da yaşamaya başlıyor olması bu kıta yerlileri için alışılması, hazmedilmesi zor. Ancak unutmamalı ki, Avrupa’nın tarihsel tahammülsüzlüğü tepki olarak Aydınlanmayı, ardından bugün dünyaca benimsenen, evrensel insan haklarını da küresel uygarlığımızın kıstası yaptı. Dünya vatandaşlığının yolunu açtı. Bugün Norveç’te yakılan mumlar, ellerde tutulan güller, hoşgörüden değil, evrensel ilkelerin toplumun kayda değer bölümü tarafınca içselleştirilmesinden. Diğer taraftan Türkiye’de Hrant Dink’in, arkasında devletin de unsurlarının bilgisi dahili olduğu anlaşılan, katliamı ardından bir kaç yüz bin kişinin “Hepimiz Hrantız” demesine karşı gelen toplumsal tepki, futbol stadlarında katilin beyaz beresinin övünçle simgeleştirilmesi, iğneyi başkasına batırmadan çuvaldızı kendimize sokmamız gerektirdiğinin ibret verici bir hatırlatması. G Bir Geçiş Dönemi Yazarı Halkın korkusu da tepkisi de artıyor orveç’te yasanan katliamdan sonra yine aşırı sağcı partilerin yükselişi ve bütün Avrupa Birliği ülkelerinde aldıkları yüksek ve kaygı verici oy oranları, son günlerde Avrupa basının da gündemine girdi. Son seçimlerde bütün Avrupa Birliği ülkelerinde olduğu gibi Yunanistan’da da varlığını öteki düşmanlığı üzerine kurmuş Karacaferis başkanlığındaki Laos Partisi yüzde 6.8 oy oranıyla meclisteki gücünü arttırdı. Yunanistan’da resmi kayıtlara göre 1 milyon 450 bin göçmenin yaşadığı kaydedildi. Ancak kayıt dışı kalan kaçak göçmen sayısının da yüksek olduğu tahmin ediliyor. Ülke basınında çıkan haberlere göre özellikle 2010’da Türkiye Yunanistan sınırından her gün 300 kaçak göçmenin geçtiği belirtiliyor. Son zamanlarda sıkı güvenlik önlemlerinin ardından bu rakamlarda düşüş var fakat ülkeye gelen göçmenlerin tümü Atina’nın tarihi merkezinde başka bir Avrupa kentine gitme yolunu buluncaya kadar barınmak zorunda kalıyor. Kaçak göçmenlerin sayısı arttıkça da bilinçaltındaki ötekine olumlu bakış açısı hızla değişmeye başlıyor. Son yıllarda Atina’nın Agios Panteleimonas semtinde yaşananlar yerel halkın aşırı sağ Neonazi grubu “Hrisı Avgi” gibi nefret örgütlerini destekleyerek göçmenlere uygulanan şiddet de ötekine bakışın nasıl değiştiğini gösteren olaylar. Aynı bölgede ve Atina’nın değişik semtlerinde “Hrisi Avgi” gibi Neonazi partisinin aldığı oylarla Atina Belediye Meclisi’ne girebilmesi bile değişen öteki kimliği ve ötekine bakış açısının çok değiştiğini gösteriyor. Yunanistan’da var olan eşi benzeri görülmemiş ekonomik kriz ve son dönemlerde kapkaç olaylarında meydana gelen vatandaşların ölümleri de bu ötekine bakış açısının değişmesini körüklüyor. Göçmenler Sami Karabıyıklıoğlu hakkında yapılan kamuoyu araştırmalarında vatandaşların yüzde 51.6’sı göçmenleri tehdit olarak görüyor, yüzde 30.6’sı ise olumlu olarak bakıyor. Yunanlıların yüzde 74.9 ve göçmenlerin %63.8 anketlere verdiği cevaplarda göçmenlerin ülkede Yunanlıların yapmadıkları işleri yaptıklarını belirtiyorlar. Aynı anketlerde göçmenlerde Yunanistan’ı ikinci vatanları hissedenlerin oranı yüzde 65.6, Yunanlılardan ırkçı davranışlara maruz kalmayan göçmen oranıysa yüzde 51.3 olarak kaydediliyor. Ayrıca göçmenlerin yüzde 73.4’ü güvenlik açısından memnun olduklarını belirtirken Yunan toplumunda yüzde 65.3 oranında göçmenlerin varlığının güvenlik açısından tehlikeli olduğu belirtiliyor. Göçmenlerin ülkeye girişiyle Türkiye Yunanistan sınırı arasında yapılması planlanan ve 4 milyon dolara mal olacak tel duvar da son aylarda ülke gündemine oturdu. Hükümetteki PASOK partisinin ilk icraatlarından biri de göçmenler yasasını ekonomik krizin patlak verdiği bir dönemde geçirmiş olmasıydı. Yasanın belki ilk adım olarak olumlu olduğu söylenebilir fakat sol partiler tarafından göçmen sorununa çözüm getirecek bir yasa olmadığı için yoğun eleştirilere hedef oldu. Ayrıca meclisteki aşırı sağ parti Laos tarafından da göçmenlere tanınmaması gereken haklar verildiği için eleştirildi. Son dönemlerde meclisteki ana muhalefet partisinin başına Antonis Samaras’ın seçilmesiyle Yeni Demokrasi Partisi de göçmenler konusunda aşırı sağ Laos partisinin tutumunun yanında yer almaya başladı. Önümüzdeki ayların bu gelişmeler konusunda kritik olduğu herkesin katıldığı bir düşünce. Atina bölgesinin dışında yoğun göçmen sorununun olduğu diğer iki bölgeyse Patra ve Igumenica limanları ve civar bölgeleri. Göçmenler buralara başka Avrupa kentlerine kaçabilme umuduyla yoğun olarak yerleşmeye başlıyor ancak her gün artan göçmenlerle birlikte bölge halkının güvenlik korkusu ve tepkileri de artıyor. G N Ömer Seyfettin için böyle denebilir mi, bilmiyorum. Fakat 18841920 yılları arasında yaşamış, yapıtlarını Cumhuriyet öncesinde vermiş bu yazarımızın ürünlerinin de, aynı dönemlerde yaşayıp ürün vermiş başkaca yazar ve şairlerimizin yapıtları gibi geçiş dönemi özellikleri taşıması doğal olsa gerek. Geçiş dönemi derken büyük altüst oluşların yaşandığı bir zaman diliminden söz ediyoruz. Balkan ve Birinci Dünya Savaşları, 2. Meşrutiyet, Silah Bırakışımı ve stanbul’un işgali, Kurtuluş Savaşı vb… mparatorluğun yıkılmış fakat yeni devletin henüz kurulmamış olduğu bir süreç. Yıkılışlar ve yeni oluşumlar dönemi… Kısacık ömründe ve bu ömrün de çok kısa bir döneminde ürünler vermiş büyük bir yazarın yapıtlarında bütün bu altüst oluş süreçlerinin derin izlerinin bulunacağı kuşkusuzdur. Onu benim kuşağım ortaokul ve lise edebiyat dersi kitaplarımızda yer alan “Bomba”, “Diyet”, “Topuz” gibi öyküleriyle tanıdı. Aynı yıllarda, “Seçilmiş Hikâyeler” adlı dergide yayımlanan öykülerini de okumuştum. Bunlardan bende en çok iz bırakanı “Beyaz Lale” adını taşıyandır. Bu öykülerin hepsinin ortak bir özelliği, genellikle çarpıcı bir son ve acıtıcı bir şiddet içermeleridir. Bu özelliğiyle Ömer Seyfettin, Sabahattin Ali’nin ve çok sonraki kuşaklardan Bekir Yıldız’ın tartışılmaz ustasıdır. Fakat bu yazıda ben, onun bir başka öyküsünden, “Bahar ve Kelebekler” den söz etmek istiyorum. Ders kitaplarına alınan öykülerin seçimindeki yaklaşım, Ömer Seyfettin’in öykücülüğü bakımından belki de eksik ve yanlış bir yargının oluşmasına neden olmuştur denebilir. Şu günlerde okuduğum “Bahar ve Kelebekler” onlardakine hiç benzemeyen özellikler taşıyor. Gerçi geçiş dönemi kavramı belli ölçülerde hepsi için geçerlidir denebilir. Fakat yukarıda saydıklarımdaki şiddetli ve duygusal ton, “Bahar ve Kelebekler”de yerini neredeyse romantik bir gözlemcinin yumuşak anlatımına bırakıyor… Bu romantik gözlemci aynı zamanda keskin bir toplumsal eleştirmen ve düşünür özelliklerine de sahiptir. Öykü, “muhteşem ve parlak bir suluboya levha”yı andıran bir bahar gününün şairce betiminin ardından, bir salonun geniş penceresi önünde oturan iki kadının betimiyle açılıyor. Bunlardan biri, uzandığı şezlongda elindeki Fransızca romana dalıp gitmiş esmer, güzel bir genç kız; ötekiyse “bahara, hayata dargın gibi arkasını dışarıya çevirmiş” olarak bir koltukta oturan çok yaşlı bir kadın, genç kızın ninesinin ninesidir… Olay örgüsünü çok farklı kuşaklardan bu iki kadın arasındaki konuşmalar oluşturuyor. Bunları bu yazının sınırları içinde özetleme olanağı yok. Birbirlerinden bıçakla kesilmişçesine ayrılan bu farklı kuşak temsilcilerinin hangisinin daha haklı olduğunu söylemek de pek mümkün değil… “…yeni neslin, son Türk kadınlarının o asla tatmin edilemeyecek olan ebedi kederiyle bulutlanan siyah gözler”ini “sevinçten, saadetten mahrum kadınlar”ın anlatıldığı Fransızca romandan ayırmaksızın konuşan o esmer güzeli genç kız mı; yoksa, “eski günleri, eski saadetleri” düşünen, “kendine mahsus eğlencelere, ananelere” sahip geçmiş zamanları özleyen ve bunları pek de güzel dile getiren büyük nine mi? Karar vermesi çok güç… Çünkü geçiş dönemi yazarı, kahramanlarının ikisini de çok iyi tanımakta ve taraf tutmaksızın yansıtmaktadır. Bu arada Ömer Seyfettin’in olay öykücüsü olduğu kadar bir betim ustası olduğunu da belirmek gerek. Hele “Bahar ve Kelebekler”de, bahar başlangıcında ilk olarak görülen hangisiyse iyi ya da kötü bir geleceği haber veren pembe, sarı, siyah ve beyaz kelebek metaforları, öyküye bambaşka bir şiir tadı katıyor… Ömer Seyfettin siyah kelebeğin görülmesiyle, yeni kadınlar kuşağı için karamsar bir gelecek öngörüsüyle sonuçlandırıyor öyküsünü… Kadın ve kadınlık bakımından günümüz Türkiyesinde yaşanan acıtıcı gerçekler ise, onun karamsar öngörüsünün sınırlarının bile ne yazık ki çok ötelerindedir… ataolb@cumhuriyet.com.tr www.ataolbehramoglu.com.tr Avrupa ucuz işgücü istiyor Norveç’te yaşanan katliam Avrupa çapında yaşayan göçmenlerin tehdit altında olduğunun bir işareti olarak görülebilir mi? Didem Danış: Norveç’te yaşananları buzdağının bir anlık görünür olan ucu olarak tanımlayabiliriz. Avrupa’da göçmenlere yönelik düşmanlık uzun süredir devam ediyor ancak yabancı karşıtlığının bu denli hiddetli bir seviyeye vardığına çok sık tanık olmuyoruz. Bu derece vahşice olmasa da benzer bir şiddet Almanya’da Türk göçmenlerin evleri kundaklandığında söz konusuydu Avrupa’da göçmen karşıtlığının bu derece yoğun olmasının sebebi nedir? Avrupa gerçekten dünyada en çok göç alan kıta mı? Avrupa’da göçmen karşıtı siyasi grupların ve bazı kurumların yaptığı propagandanın aksine dünyada en çok göç alan yerler dünyanın en az gelişmiş bölgeleri. Göçmen ve mültecilerin çok büyük bir kesimi Asya ve Afrika ülkelerinden. O çatışma ve yokluk koşullarında, çoğu Avrupa hayali kursa da, çok az göçmen Batı’ya ulaşabilecek imkânlara sahip. Sudan bu açıdan önemli bir örnek. ç savaştan dolayı çoğunluk ya Sudan’da ülke içinde yer değiştirdi ya da hemen yakındaki komşu ülkelere sığındı. Aynı şey 2003’ten beri Irak’ta yaşanan durum için de geçerli. Can güvenliğini sağlamak isteyen Iraklılardan iki milyona yakını ülke içinde yer değiştirmek zorunda kaldı. Bir o kadarı da Ürdün ve Suriye başta olmak üzere komşu ülkelere sığındı. Bu yaklaşık beş milyon kişi ediyor ve bunlar Doç. Dr. Didem arasında sadece birkaç yüz bin kişi Avrupa’ya erişti. Dünyadaki nüfus Danış/Galatasaray Üni. Sosyoloji Bölümü hareketlerinde Avrupa’nın payı göreceli olarak az olmasına rağmen, Avrupalı siyasetçiler göçmenleri ülkelerinde yolunda gitmeyen her şeyin sorumlusu gibi göstermeye çok hevesliler. Kendi iç politik, ekonomik ve sosyal sorunları için göçmenleri günah keçisi ilan ediyorlar. 11 Eylül gibi olaylar da bu kesimin ekmeğine yağ sürüyor tabii. “Göçmen eşittir terörist” denklemi yükselen ırkçılığı besleyen ve ondan beslenen bir formüle dönüşüyor. Norveç’teki katliamın failinin argümanlarına Avrupa çapındaki çeşitli politikacıların destek veriyor olması kıtada var olan ırkçı bir bilinçaltının yansıması mı? Bu tip politik refleksler ileride göçmeler için ne gibi sorunlar yaratabilir? lerisine bakmaya gerek yok, halihazırda göçmenler Avrupa’daki yabancı düşmanlığından fazlasıyla muzdarip. Aslında Avrupa doğurganlık oranlarının düşmesi, nüfusun yaşlanmasından dolayı genç işgücüne muhtaç. Bunun en kolay çözümü göçmen kabul etmesi. Ama Avrupa yeni gelecek göçmenleri resmen tanımak istemiyor. Avrupa ülkelerindeki refah devleti modeli, neoliberal ekonominin dayatmaları ve küresel rekabetin şiddetine dayanamıyor. Bu küresel yarışta arkada kalmamak için Avrupalılar ucuz ve esnek işgücü istiyor. Tam da bu yüzden AB dışından gelecek göçmenlere yasal haklarını vermeyerek onları kaçak konumda tutarak ucuza çalıştırmayı tercih ediyor. Örneğin spanya ve Fransa’da Doğu Avrupalı ve Kuzey Afrikalı mevsimlik göçmen tarım işçileri olmasa meyve sebze fiyatlarında dışarıyla rekabet edemeyecekler. şleri bittiğinde kolayca sınır dışı edilebilecek, haksızlık karşısında sesini çıkaramayacak bir işgücü istiyorlar. Norveç’teki olayla birlikte Avrupa’da yeni bir ırkçılık dalgasından söz C MY B C MY B edebilir miyiz? Bunun yeni bir dalga olduğunu düşünmüyorum. Mevcut yabancı düşmanlığının şiddetli patlama anlarından biri ama uzun süredir Avrupa’da hâkim göçmen karşıtı söylemin bir devamı aslında. Pek çok konuda uzlaşamayan AB ülkelerinin, söz konusu yabancı düşmanlığı olduğunda şaşırtıcı şekilde benzerlikler gösterdiğini gözlemiyoruz. Yunanistan’da, talya’da, Fransa’da, Hollanda’da, Danimarka’da veya son örnekte olduğu gibi skandinav ülkelerinde bile aynı düşmanlık dili hem siyasetçiler, hem basın mensupları hem de toplumun önemli bir kesimi tarafından benimsenmiş durumda. Örneğin, AB ülkeleri istenmeyen göçmenleri ve başvurusu reddedilmiş mültecileri ülkelerine geri göndermek için “mülteci charter” denilen bir havayolu işbirliği yapıyor. stenmeyen yabancıların sınır dışı edilmesini ucuza getirmeyi amaçlayan bir sistem bu. Birkaç sivil toplum kuruluşu dışında kimsenin sesi çıkmıyor. Daha çarpıcı bir örnek olarak Frontex’ten bahsedebiliriz. Avrupa sınırlarını korumayı amaçlayan bir AB kurumu bu. Bir tür yeni ordu, karşısındaki düşmanlar da güney ve doğu sınırlarından AB toprağına girmeye çalışanlar. Frontex en son Yunanistan devletinin daveti üzerine Ege Denizi’nde ve Meriç kıyısında Türkiye’den geçerek Yunan topraklarına girmeye çalışan göçmenleri durdurmak üzere bir operasyon başlattı. AB’deki ekonomik krize rağmen bu kurumun bütçesi gün be gün arttırılıyor; bu paralarla göçmenleri engellemek için son teknoloji araçlar, savaş gemileri, helikopterler alınıyor ve yeni askerler istihdam ediliyor. Peki Türkiye’deki göçmenlerin durumu nasıl? Avrupa ile karşılaştırdığımız zaman henüz Türkiye’de durumun o derece kötü olduğunu söyleyemeyiz. Bir kere Türkiye’de yaşayan yabancı oranı Avrupa’ya göre çok düşük. Yasal ikamet izniyle Türkiye’de bulunan yabancıların 275 bin civarında olduğu biliniyor. Bu, toplam nüfusun yüzde birine bile denk gelmiyor. Ancak kayıtsız konumda çok sayıda göçmen var. Türkiye bulunduğu coğrafya itibarıyla, ciddi ekonomik ve siyasi sorunları olan Ortadoğu, Afrika ve Orta Asya ülkeleriyle Avrupa arasında bir geçiş ülkesi. Bir de, son yıllarda Türk ekonomisinde dinamizmin bir yan etkisi olarak doğrudan Türkiye’ye çalışmaya gelenler var. Bu kişilerin çoğu kayıtsız olduğu için elimizde bir istatistik yok ama yüz binlerle ifade edilebilecek bir sayı olduğu tahmin ediliyor. Geçtiğimiz sene Türkiye’de 18 bin sığınmacı vardı. Bu sene Suriye’deki krizle beraber bu sayının daha da yükselmesi bekleniyor. Sayılarının giderek artmasına rağmen, ülkemizde göçmen ve mülteci hakları konusunda ciddi sorunlar var. En bilinen örneklerden biri olarak 2007 yılında Beyoğlu karakolunda polis kurşunuyla hayatını kaybeden Nijeryalı göçmen Festus Okey’den bahsedebiliriz. Bu konuda açılmış olan dava tam dört yıldır sürüncemede. Göçmen Dayanışma Ağı gibi bazı sivil inisiyatifler konunun takipçisi olmasına rağmen henüz bir gelişme kaydedilemedi. G Norveç katliamını kapitalizm yarattı Sizce Norveç’teki katliam bireysel bir olay mıydı, yoksa benimsiyorlardı. Şimdiyse Avusturya vatanseverleri gibi Avrupa’da öteki kategorisinde gösterilenlere karşı duyulan davranıyorlar. nefreti mi yansıtıyordu? Aşırı sağın yükselişinin temel sebepleri neler? Herman Dworzcak: Kesinlikle kişisel bir durum değildi. En önemli sebep kapitalizmin yarattığı ekonomik, Sırf Avrupa’da değil tüm dünyada popüler ekolojik ve sosyal sorunlar. Kapitalizm birçok sağcılar, aşırı sağ organizasyonları, Naziler ve alanda umutsuzluk ve çaresizlik yarattı. Aşırı sağ faşistler gibi aşırı sağın farklı türlerinin yükselişte da bu yüzden ortaya çıkan ideolojik vakumu olduğunu görüyoruz. Norveç’teki katliam da bu değerlendiriyor. Avrupa’daki sol dayanışmaların bundan açıdan değerlendirilmeli. Avrupa’daki Kuzey talya Ligi gibi bazı aşırı sonraki sorumluluğu ne olacak? sağ partilerin Anders Behring Breivik’in Sol, katliam alanına çiçek göndermekle argümanlarını desteklemesi kıtadaki kökten yetinmemeli. Olayın ortaya çıkmasına zemin Hermann Hıristiyancı fikirler için bir dönüm noktası olabilir hazırlayan politik sebepler hakkında konuşmaya Dworzcak/ mi ? devam etmeliyiz. Avusturya Avrupa’daki göçmenlerin yakın gelecekte Kökten Hıristiyancılık ABD’de çok güçlü. Sosyal Forumu yaşamları daha mı zor olacak? Avrupa’da var olansa daha çok slamofobi, Nazi nostaljisi ve Yunanistan gibi zayıf ülkelerde oluşan Evet, göçmenlere yönelik çok daha fazla nefret dalgası. Ancak Avrupa’daki aşırı sağcıların ne saldırı olacaktır. Yine muhafazakâr hükümetler tarafından söylediği çok da önemli değil. Çünkü ideolojileri çabucak yabancılar hakkında çok daha sıkı kanunlar çıkacak. Bu değişebiliyor. Avusturya’daki sağcıları örnek vermek yüzden mutlaka sağ hükümetlere karşı direnebilecek gerekirse bir süre öncesine kadar Alman Antisemitizmini radikal ve çoğulcu bir sol dayanışmaya ihtiyacımız var. G Yunanistan fakirleştikçe ırkçılık artıyor Yunanistan’daki ekonomik kriz göçmenlerin marjinalleştirilmesi zincirinin göçmenleri nasıl etkiledi? doğal bir sonucu. Yakında çıkması planlanan yeni Konstantinos Tsitselikis: Toplumdaki göçmen yasası hakkında ne diyeceksiniz? herkes kadar etkiledi. Ne kadar kırılgan bir Aslında şu durumda önemli bir gelişme statünüz varsa o kadar etkilenirsiniz. sağlanamadı ve yasayla ilgili ayrıntılar Özellikle işçi haklarından yararlanamayanlar belirsizliğini koruyor. ve kayıt dışı işlerde çalışanlar Bir önemli sorun da ülkedeki büyük sıkıntı içinde. Duyduğumuza göre sahil güvenlik ekiplerinin ölümle ülkedeki göçmenler hırsızlık ve sonuçlanan uygulamaları. gasp suçlarıyla ilişkilendiriliyor. yi bir ünleri olmadığı açık. Bu haberler Yunanlıların nsanların hayatlarını yabancılara bakışını nasıl kaybetmemesi için çok şey Konstantinos etkiledi? yapılması gerekiyor. nsan hakları Tsitselikis/Azınlık Irkçı şiddet ve nefret söylemi konusunda eğitim almaları şart, Ve Göçmen son günlerde hızla artıyor ki bu kontrol mekanizması da yeterince Araştırmalar da ekonomik kriz, fakirlik ve işlemiyor. G Merkezi
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear