24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

4 ARALIK 2011 / SAYI 1341 7 Geçmiş enkazın altında, gelecek belirsiz Ayfer Bozkurt, yedi katlı evinde depremle tanışmış. Kaçarken merdivenlerde bayılmış. Çok dostunu kaybetmiş, sayısını bilmiyor. O gün üstünde ne varsa bugün de o var. Bir kere yıkama fırsatı bulmuş. Deprem günü bir komşusunun verdiği ayakkabı hâlâ ayağında. “Sefaletin ne olduğunu gördük” diyor, “ilk geldiğimizde İstanbul’da bir tanıdıkta kaldık, sekiz kişilik bir aileydik. Biz ve kızım, damadım, çocuklarımız... Onlar ne kadar ilgi gösterseler de evi gibi olur mu insanın? Hem sekiz kişilik misafirlik ne kadar sürer? Ev aradık ama kiralar çok yüksek nasıl tutalım? Sonra Sarıyer Belediyesi bizi buldu. Eksiklerimiz elbette çok ama sıcak bir odamız var. Ne kadar sürecek bilmesek de şimdi rahat uyuyoruz.” Geride bıraktıklarımızın merakı içindeyiz Misvican Çelik gırtlak kanseri. Tedavisi yarım kalmış. Çocukları okula gidiyor. Baba tarafında yüzden fazla kayıp var. Yani tüm ailesi yok olmuş. Anlatıyor: “Benim için şimdi de yok, sonra da, geçmiş de enkazın altında artık. Her gece pencere kenarında kızımı görüyorum, öyle bakıyor boşluğa. Birini bekliyor gibi. Acımızı bırak, namaz kılıyorum üç haftadır bu etek üstümde. Yardımlar geliyor ama bir anda evsiz, yurtsuz kalmak ne demek kimse bilemez. Gelenler, bizimle dertleşenler bizi mutlu ediyor, hep gelin o yüzden.” Bir başkası fotoğrafçımız Vedat Arık’tan da benden de kaçıyor ama belli ki konuşmak da istiyor kaçamak şekilde: “12 kaybım var. Biter mi bu acı? Emeklerimizi, hayatımızı bırakıp geldik. Geride bıraktıklarımızın merakı içindeyiz. Çocuklar çadırda hasta, ısınmak için yanıyorlar, ölüyorlar. Burada da belirsizlik bizi öldürüyor...” Van’a döneceğiz yeni bir hayat inşa etmek için Öyle güzeldi ki bağlamam Kâzım Gülle halk ozanı, müzisyen. Bazı geceler sesiyle, sazıyla ısıtmış insanları. Gözleri doluyor konuşurken. “Bizde kayıp her şey. İsim mi saysam ki? Hepimiz dağıldık, iki gün içinde paramparça olduk. Güzelim şehir boşaldı. Binalar darmadağın, her yer kül. Her yer kokuyor, ağır ağır...” diyor, “ Çadırda yaşamayı denedik, çok ağırdı koşullar. Şanslıyız ki buraya geldik ama ya oradakiler? Ne yaparlar, ne ederler? Biz, beş kişilik bir aileyiz. Hanım, iki çocuk ve yeğenim. Oğullarım gelmedi, bırakmadılar orayı. Çadırdalar, yaşam savaşı veriyorlar. Zaten önce çocukları ve kadınlarımızı uzaklaştırdık oradan. Sazımı getiremedim, öyle güzeldi ki bağlamam. Eve giremedim onu almak için, çok can gitti ama o da benim canımdı, kaldı içeride.” Son sözü sazsız da olsa onun sesine bırakıyoruz, bir Van türküsünü söylüyor. “Bir yol gider Van’a doğru...” Oynayan çocuklar bile susuyor, kulak kesiliyor, rüzgâr da duruyor, zaman da... Van’ı yıkan deprem, Vanlıları da Türkiye’nin dört bir yanına saçtı. Binlerce insan geçmişi enkaz altında bırakıp en azından kışı geçirmek için şehri terk etti. Sarıyer Belediyesi’nin Kilyos’taki sosyal tesislerine yerleşen otuz aile gibi. Bahara kadar rahatlar ama sonrasını onlar da bilmiyor. 13 yaşındaki Harun’un sözleri özetliyor zaten yaşadıkları duyguları: “Bizde hasar yok, bitmez bir endişe var.” Sarıyer Belediyesi’nin Kilyos’taki sosyal tesislerinde çocuklar zamanlarını oyun oynayarak geçiriyor... Röportaj: ALİ DENİZ USLU Fotoğraflar: VEDAT ARIK D Okul yok zaten öğrenci de yok! Emrullah Genç 28 yaşında sigortacı, mali müşavir. İki evinden biri yıkılmış. Yıkılan evi sigortasız, ağır hasarlı olanı sigortalı, bürosu harabe. Ondan fazla yakın akrabasını toprağa vermiş. Yeni doğmuş bebekleriyle İstanbul’dalar. Bir ayağı da Van’da. Kilyos’taki sosyal tesislerde organizasyon işleriyle ilgileniyor. “Orada çok sıkıntı var, kimse görmedi, bilmiyor. Şimdi de hırsızlar dadanmış, talanlar oluyor. Bugün kapı komşumuzun çadırı yandı, babam da onlara yardım ederken yaralanmış. Okullar açılacak, okul yok. Öğrenci de yok. Şu an 15 derece hava ama 30’u da görecek. Van son yıllarda çok büyümüştü. Öyle büyük bir yıkım ki bu Van için. Umutsuz değiliz ama eski Van’a dönebileceğimizi düşünmüyorum. Biz kışı burada geçirip döneceğiz Van’a, yeni bir şehir, yeni bir hayat inşa etmek için.” eprem Van’ı yıktı, Türkiye’yi sarstı geride acı, hayalet bir şehir, parçalanmış hayatlar ve belirsizlik bıraktı. Ama çocuklar, işte onlar hep başka. Arkadaşlarının olduğu her yer evleri. Ölüm ve acı şu an uzak. Kilyos’un ayazı, Van’ın yırtıcı soğuğundan sonra bahar onlara. Can Ahmet İlmen 13 yaşında. O günü hatırlamaktan korkmuyor. Çarşıda yakalanmış, kahveye su içmek için uğramış. Önce elleri titredi sanmış, bardaktaki yansıma titremiş ilk, sonra da tüm dünyası. Kendini dışarı attığında tozun, dumanın arasında kaldığında hiç nefes almadan evine koşmuş. Neyse ki ailesinden kayıp yok. İkinci depreme ise evlerinden eşya çıkarırken yakalanmış ailesi. Kapılar sıkışmış deprem esnasında, tutsak etmiş ev onları ama yine şans onlarlaymış, harabeye dönen ev ayakta kalmayı başarmış. Batuhan Yılmaz internet kafede yakalanmış. Sonrasında evinin yolunu bile unutmuş telaştan. Çünkü annesi hamileymiş ve evdeymiş. “Ben internet kafeden çıkmıştım, sokakta yakalandım depreme. Eve nasıl koştum bilmiyorum, annemi ayakta görünce hayatımın en güzel nefesini çektim içime” diyor Batuhan. Bu haber yayımlandığında Çınar ya da Alara ismini verecekleri kardeşi doğmuş olacak. Şu an yalnızca ağabeyi Ahmet, Van’da. Barış Kurt 9, Harun Kurt 13 yaşında. Akrabalarının düğününün bitişinde yakalamış deprem onları. Harun yaşından büyük cümleler kuruyor, kısa ama öz; “bizde hasar yok, bitmez bir endişe var. Şimdi yaşıyoruz da döneceğimiz bir şehir kalmadı. Enkazdan birini iki parça çıkarırlarken gördüm, şimdi yaşamak daha zor.” Küçük bir çocuğun ağzından bunları duymak kolay değil. Anlattıklarına göre geceleri korkuyorlar biraz. Kilyos’tan izledikleri deniz onlar için Van Gölü. “Doğduğum yer” diyor hepsi bir ağızdan; “memleketim!” demek yakışıyor da çocuklara. Özledikleri belli. Büşra ve Seda Nur Başak’ın gülen gözleri var. Onların depremle ilk tanışması yine bir düğün sonrası, bu sefer arabada olmuş. Öyle şiddetli savurmuş ki arabayı, araba stop etmiş. Tabii gerisi çığlık, feryat figan... “Bir binanın gözlerinizin önünde kalemle çizilir gibi çatladığını görünce ne demek istediğimizi anlarsınız” diyor Büşra. Şimdi keyifleri yerinde, acıdan korkudan uzaklar. Aileleri ve arkadaşları güvende ama geceleri uykuları huzursuz. Zamanla daha rahat uyuyacaklarını umuyorlar. Özlem mi korku mu ağır basıyor bilmiyorlar... Çocuklar için her şey oyundur ama onlar ne çocuk ne de oyun oynuyor. Televizyondaki yardımları görmedik... Nurhayat Çevik ve Songül Çevik eltiler. Bir köşede denize sırtlarını dönmüş sohbet ederlerken buluyoruz onları. Nurhayat başlıyor söze “amcamın gelini yedi aylık hamileydi enkaz altında kaldı” diyebiliyor yalnızca. Songül Çevik devam ediyor “buraya sığındık, yardım edenlerden Allah razı olsun ama ya sonra? Asıl hayat, eğer kaldıysa tabii, Van'a döndüğümüzde başlayacak. Oğullarımız orada ‘gelmeyin, burada hayat yok!’ diyor. Biz buraya gelmeden bir hafta çadırlarda kaldık. Yaşanacak gibi değil çadır, biz de insanız. Deprem herkesi bir gün bizim durumumuza düşürebilir. Haftalarca banyo yapamadık, aynı elbiselerde onlarca gün dolaştık. Şu an bile çok farklı durumda değiliz. Zaten televizyon izlemiyoruz. Tazeleniyor her şey. Hem biz televizyonlarda gösterilenleri hiç yaşamadık, yardım görmedik öyle. Ne yaptıysak kendi çabamızla oldu. Akrabalarımız orada, şükür konteynıra geçmişler. Sanırım dönülecek bir ev yok orada. ‘Oturulacak’ deseler de gitmeyiz. Bayram Otel sağlam dediler yerle bir oldu. İstanbul bir kurtuluş değil, kışı geçiriyoruz burada. Van’ın suyu, güneşi hiçbir şeyini değişmem ama nasıl döneceğiz bilmiyorum.” C M Y B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear