Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
6 4 ARALIK 2011 / SAYI 1341 Türkiye’de imkânsız diye bir şey yok Daha önce de Türkiye’de konuştuğum yabancı yöneticiler bu coğrafyanın tecrübe edilmesi gereken bir yer olduğunu söylediler. Sizin deneyiminiz ne söylüyor? Yaklaşık elli ülke ve yetmiş şehir gezdim. Türkiye’yi anlatmak ise kolay değil. Ama söyleyebileceklerim elbette var. Bu coğrafyanın insanı ne kazanmışsa mücadele ile kazanmış. Tarih boyunca çok emek harcamış, savaşmış ve uğraşmış. Bu yüzden de hedefe odaklı ve hırslılar. “Türkiye’de imkânsız diye bir şey yok”, başka bir markanın reklamı ama “imkânsız hiçbir şey bu ülkede”. Türkiye’de geliştirdiğiniz bir satış stratejisi ya da program var mı? Evet, üç saat içinde herhangi bir satış noktasına ürün tedarik eden “Star” isimli bir program yarattı Türkiye’deki çalışanlarımız. Şimdi İspanya, İtalya, İsviçre olmak üzere ona yakın ülkede kullanılıyor ve programın kurulumları için bizim çalışanlarımız gidip eğitim veriyor. Türkiye’de en çok hangi ürünleriniz tercih ediliyor, nasıl bir satın alma alışkanlığı var? Tek bir cevap ve genelleme yok. Zaten biz de bu cevapların peşindeyiz. Geleneksel ve üst segment aileler Sony’nin tüm ürün gamını alıyorlar. Sony de bir bütünlük sağlanıyor marka içinde, yani Sony ile başlayan Sony ile biter. İlk seçim Sony ürünü ise sonrası da Sony olur. Her ürün için bu geçerli. Bu da bizim başarımız sanırım. Türkiye’ye dönersek konuşulan ve yapılan her zaman farklı. O yüzden satış araştırmaları çok net sonuçlar vermiyor. Ama “ucuz ürün alacak kadar zengin değilim” sözü aslında Türkiye’nin tüketim alışkanlığını biraz özetliyor. MOHSEN NOOHİ Sony E uraisa Genel Müdür ü Mohs en Noohi, şimdin in bizi şaş ırtan teknolo jilerinin aslında hiçbir ş ey olmadı ğını söylüyo r. Çünk ü gelece k, daha büyük teknolo jik gelişm eleri de getirec ek. Der i altına y erleştir ilen çipler, ruh hal imize göre si nema b ileti bile ala bilecek . Belki te levizyo nda izleyec eğiniz birine dokuna bilecek siniz. Çok mu uzak geliyor bu fikir size? N oohi hatırlat ıyor: “5 0 yıl önce d okunm atik ekran d a hayal değil m iydi?” Fotoğraf: VEDAT ARIK Eğlence için teknoloji ciddi bir iş ALİ DENİZ USLU M ohsen Noohi İran asıllı. Eğitimini İngiltere’de almış, orada büyümüş. Dünyayı gezmiş, pek çok ülkede çalışmış. Şimdi ise Türkiye’de. Japon teknoloji devi Sony Euraisa Genel Müdürü. Keyifli biri, üst düzey yöneticiliği kadar eğlenceli tavırları ile tanınıyor. “Eğlenceli olmak kolay değil, eğlence için teknoloji de çok ciddi bir iş” diyor, “Ciddi işleri keyifli hale getirmek benim işim. ‘Çalışırken keyif almak’, işte tek derdim bu.” Mohsen Noohi, Sony’nin hayalleri gerçekleştiren bir düş fabrikası olduğunu söylüyor. Ne de olsa Sony, dünyada 170 binden fazla çalışanı ve 90 milyar doları aşan satışı ile tüketici ve profesyonel pazarına yönelik ses, video, oyun, iletişim ve bilgi teknolojileri üreten bir teknoloji devi. Müzik, film, bilgisayar ve online faaliyetleriyle, dünyanın önde gelen elektronik ve eğlence şirketi konumunda. Noohi için ise teknoloji bir sektör değil, yaşam tarzı. Sizinle Londra’da bir ödül töreninde tanışmıştık. Bir genel müdür için fazla keyifli ve eğlenceli biriydiniz. En azından biz böylesini pek görmedik. Nedir hikâyeniz? Eğlenceli olmak kolay değil, bu çok ciddi bir iş aslında. Ciddi işleri keyifli hale getirmek de benim işim. “Çalışırken keyif almak”, tek derdim bu. Tutkudur bizi biz yapan. Eğlenmek yalnızca gülmek demek de değil. Zorla sempatik olmak da itici gelir karşındakine ama samimiyet ve “gerçekten” konuşmak istemek iletişimde doğru yolu açan ilk adım. Hem, zaten ben kendimi bildim bileli böyleyim. Türkiye’ye ilk geldiğinizde bu tavrınızın yanlış anlaşıldığı oldu mu? Elbette! Ciddi miyim, şaka mı yapıyorum bunu ilk zamanlarda anlamıyordu kimse. Tabii böyle olunca da tedirgin oluyordu çalışanlar. Neyse ki sonra birbirimizi iyi tanıdık. Nerelisiniz? İran’da doğdum, İngiltere’ye okumak için gittim. Orada kaldım, büyüdüm, adam oldum. İran’dan İngiltere’ye oradan da bir teknoloji devinin hatrı sayılır yöneticisi konumuna geçtiniz. Bilişim sektörüne ne zaman girdiniz? Henüz girmedim, deniyorum. Uzun süredir uğraşıyorum bu alana girmek için. Çünkü bu bir sektör değil, bir yaşam tarzı. Bundan yıllar önce Sony’nin ilk renkli video kamerasını Londra’da ben tanıttım. Omuzda taşınıyordu ve çok büyüktü, ağırdı. Şimdi geldiğimiz noktaya bakın; telefonlarımız bile renkli ve kâğıt kadar ince, tüy kadar hafifler. O yüzden hâlâ deniyorum diyorum. Teknoloji bir araç, bir kaynak. Yaşam stili ise amaç. Soruna dönersek Sony’de işe başladıktan sonra dünyayı gezdim, 12 yıl Almanya’da Sony’nin merkezi Berlin’de çalıştım. Satış ve pazarlamanın başındaydım, Avrupa hesaplarını kontrol ediyordum. “Henüz girmedim, deniyorum”, siz böyle diyorsanız sıradan kullanıcı ne yapsın, nasıl yetişsin teknolojinin hızına? İşte bu yüzden insan olmak çok heyecan verici. İnsan zihni sürekli gelişiyor, ileriye gitmek için kendinizi zorlamanız gerekli. Ailelerimiz televizyonla tanıştı, cep Artık teknolojiyi giyebileceğiz, derimiz altında saklayacağız Teknolojide farklı zamanlarda büyük sıçramalar oldu. Dokunmatik ekranın gelişi mesela yeni bir dönemi başlattı. Sizce son kırılma ne olacak, bizi daha ne çok şaşırtabilir? Bir arkadaşımın oğlu, iki yaşında. Televizyon izlerken, ona yaklaşıp ekrandakinin yüzünü dokunarak sevmeye başlamış. Kafanızda ne canlandı bilmiyorum ama gelecek böyle bir şey olacak. Peki, sizi ne şaşırtırdı? Bunu sana sormam gerekli. Bunu da soruyu ekarte etmek için sormuyorum. Bu ülkedeki her şey şaşırtıcı o yüzden ben de bilemiyorum. O zaman cevabınızı vereyim. Zaman veremem ama sınırların iyice kırılacağı kesin. Duygularımızı tanımlayan, ihtiyaçlarımızı yani o anki ruh halinizi anlayan teknoloji geliştiriliyor. Yani moralinize göre size şarkı çalacak, yemek seçecek, mekân önerecek, sinema bileti ayarlayacak teknolojiler hazır. Ve bunlar da bilimsel verilerle yönetiliyor olacak. Yani üstünüzde ya da deri altında taşıdığınız çiplerle erken teşhisten, basit bir gribe kadar her şey kontrol altında tutulabiliyor olacak. İşin oyun ve eğlence boyutu ise sanallıkla gerçekliğin flulaştığı noktaya kadar ulaştı zaten. Artık teknolojileri giyebileceğiz, derimiz altında saklayacağız. Bunun dünyanın sonu olduğunu düşünenlerden değilim, çünkü teknoloji bize yardım etmek için var ve bu hayatı daha iyi ve yaşanabilir bir hale getiriyor. O yüzden ben bir teknoloji ve bilişim firmasında çalıştığımı düşünmüyorum, insanlık için üreten bir firmada eğlenerek iş yaptığımı biliyorum. İşimiz teknoloji değil, verimlilik, eğlence ve yaşam stili. telefonları ise onlar için imkânsızdı. Şimdi biz şaşırıyoruz ama çocuklar için pek çok gelişme sıradan. Yeni neslin öğrenme hızı daha yüksek. Hem bizim yavaşlayan öğrenme sorunumuza da teknoloji çözümler üretecektir. Nasıl? On yıl sonra deri altına bilgi çipleri yerleştirerek mesela! Mümkün mü? Cep telefonlarına, dokunmatik ekrana inanır mıydın yarım yüzyıl önce yaşasaydın? Hiç sanmıyorum, bekleyip göreceğiz. Çocuklarınız var. Onların teknoloji ile arası nasıl, bu anlamda babalarından isteyecekleri çok fazla oyuncak olmadığı kesin... Kızım 14 yaşında ama 17 yaşında olduğunu düşünüyor. Büyük bir kadın ama hâlâ küçük! Genelde hafta sonlarımı onun şoförlüğünü yaparak geçiriyorum. Oğlum dokuz yaşında, sporla ilgileniyor. “Play Station” hastası ama zihinsel egzersizlerin kullanıldığı oyunlara kafa yoruyor. Çocuklar internette değil, sosyal hayatta kaybolmalı. Ama şimdikiler sosyal medyada “birey” olmanın peşinde ve bu çok tehlikeli. Koltukta patates gibi oturmanın bir anlamı yok. Çocukları gerçek hayatta tutmak da ailelerin görevi. Teknolojinin ve sosyal medyanın, diğer hayatları ve boyutları öğrenmek için kullanılması gerektiği öğretilmeli ilk olarak. Suçluyu internet ya da teknoloji olarak görürsek işin içinden çıkamayız. Zira burada suçlu yok, yanlış var. Sony bir teknoloji firması ama farklı bir felsefeye sahip. Hatası olursa özür diliyor, ders alıyor. Sanırım Japon zihniyetinden kaynaklı bir farklılık bu. Her büyük şirket küresel kültürüyle yerel kültürünü bir arada tutar. Temelde, en basit anlatımıyla hepimiz insanız. Mesela biz Sony olarak global bir yaşam biçimi önermiyoruz, yerel hareketlerimiz var. Gittiğimiz yeri keşfedip anlayıp onunla birlikte hareket ediyoruz. Kültür karmaşık bir konu zaten, o yüzden biz tüm çalışanları çözümün bir parçası olarak düşünüyoruz. Sınırlar koyarsak sınırlarız, bunu biliyoruz. Zaten işe de güvenerek ve güvenilerek başlıyoruz. B ZÜLAL KALKANDELEN Wall Street işgali sınıf mücadelesidir u hafta İzlanda yazılarıma ara verip yine Amerika’ya bakmak istiyorum. New York’un Wall Street finans bölgesinde yer alan Zuccotti Park’ta yapılan işgal eylemleri başlayalı 2.5 ayı geçti. 17 Eylül’de Amerika’dan çıkıp tüm dünyaya yayılan eylemler hakkında çok yazı yazıldı, herkes görüşünü söyledi. Kimisi Obama gibi “sınıf hareketi değildir” diyerek inkâra kalkıştı; kimisi komünizm ruhu Wall Street’i işgal etti dedi. Ben daha önce yazdığım yazılarda bunun tam bir sınıf savaşı olduğunu, kitlelerin kapitalizmin yıkıcılığına başkaldırdığını belirtmiştim. Bu görüşümü izlenimlere dayanarak ve harekete katılanların yayımladığı bildirilerden yola çıkarak edinmiştim. Bu yazıda, o görüşümü veriler aracılığıyla destekleyeceğim. (Aşağıdaki bilgiler, New York’taki İş ve Kamu Sağlığı The Looting of Enstitü Yöneticisi Les Leopold’un “T America” / (Amerika’nın Yağmalanışı) adlı kitabında da yer alan ve grafiklerle desteklenen resmi verilerden alındı.) *** 1. Amerikan rüyası yıkıldı: Bir çalışanın gerçek ücreti ile ekonomik üretkenliğini gösteren eğriler, 1970’lerin ortasına kadar paralelken; o tarihten sonra ekonomik üretkenlik hızla yükseliyor ama ücret inişe geçiyor; iki eğri arasında derin bir C M Y B C MY B ayrılık oluyor. “Daha çok çalışan, daha iyi kazanır” mantığı çöküyor. Ekonomik üretkenliğin artışıyla ortaya çıkan para, aşırı zenginlere aktarılıyor. 2. 1970’lerde en büyük 100 şirketin yöneticisi, her bir çalışanın kazandığı 1 dolara karşılık 45 dolar kazanırken, 2006’da bu dengesizlik şirketler lehine 1’e 1743 oldu. 3. Kadınların çalışma yaşamına katılmasına karşın, ortalama bir ailenin geliri düşerken, zengin ailelerin geliri artıyor. En alt seviyedeki yüzde 20’lik kesim yılda 27.000 dolardan az kazanırken, en üst seviyedeki yüzde 5’lik kesim 191.060 ve üzerinde kazanıyor. 4. En çok kazanan varlıklı kesimin ödediği vergi oranı yıldan yıla azalıyor. 1950’lerde en çok vergi ödeyen ilk 400 kişi yüzde 90 vergi oranı ile karşılaşırken, bu 1990’ların ikinci yarısından itibaren yapılan vergi indirimleriyle önce yüzde 30’lara, şu anda da yüzde 16’ya kadar inmiş durumda. 5. Yüzde 1’lik kesimin (vergi kesintisi yapılmadan önce) hane halkı başına düşen gelir payı 1928’den sonraki en yüksek seviyede. Bu oran 1928’de yüzde 23.9 iken, bugün yüzde 23.5’le aynı çarpıklık yakalanmış durumda. 6. Zengin gittikçe zenginleşiyor. Wall Street kurtarma paketlerinin tüm yükü orta halli Amerikan ailelerine yüklendi. Orta halli ailenin, en tepedeki 10 yatırım fonu yöneticisinin 1 saatte kazandığını kazanmak için 47 yıldan daha fazla çalışması gerek. 7. Politikayı zenginler kontrol ediyor. 2010’da iş dünyasının politikada etkili olmak için harcadığı para 1.317.977.7219 dolar iken, emekçi kesiminki 92.355.686 dolar. 8. İşsizlik çığ gibi büyüdü. 2000’de yüzde 5.7 oranındaki işsizlik 2010’da yüzde 14.5’e çıktı. 9. Gelecekle ilgili umutlar azalıyor. 26 haftadan fazla bir süredir işsiz olanların oranı, tarihin en yüksek seviyesinde. 10. En büyük 10 bankanın sahip olduğu servet giderek büyüyor. 1994’te ekonominin yüzde 17’sine denk gelen bu servet, 2009’da yüzde 63’e çıktı. “Batamayacak kadar büyük” politikası geçerliliğini sürdürüyor. *** Les Leopold’un ortaya koyduğu gibi Amerika, giderek zenginleşen yüzde 1’lik kesimin yüzde 99’luk kesimi ezip geçtiği bir makine halini aldı; kapitalizmin en vahşi şeklini kendisine anayasa yapan, sermayeye tapınan dev bir makine. Yüzde 99’un isyanı bundandır; bu bir sınıf savaşıdır. www.zulalkalkandelen.com kzulal@yahoo.com