Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
23 OCAK 2011 / SAYI 1296 5 Blogger’s Base’in dekorasyon sürecinde Tolga Arıcan’a Tülin Kermen ve Cansu Yağız yardımcı olmuş. Fotoğraf: VEDAT ARIK Kreatif insanlar için kolektif bir alan... Blogger’s Base, işi yaratıcılık olan blogger’lar, yazarlar, çizerler, serbest çalışanlar için bir ilham ve çalışma alanı. SİNEM DÖNMEZ akin bir kafe desem değil, açık ofis desem yine değil. Ancak işi yaratıcılık olan herkesin çalışıp fikir paylaşımında bulunacağı, birbirinden ilham alabileceği bir alan burası. Adı Blogger’s Base. Galata Dibek Sokak’ta açılan Blogger’s Base’i yaratıcı insanların bir araya geldiği ofis, ev, stüdyo, mağaza, konser salonu, kafe olarak tanımlamak mümkün. Kapıları herkese açık. Yeter ki içinde bir miktar yaratıcılık olsun. Sadece blogger’lar değil, aynı zamanda grafikerler, yazarlar, çizerler, müzisyenler, mucitler, videoart’çılar, gezginler, şehir avareleri için yapılanmış bir alan. Tüm bu insanların bir araya gelip tasarımlarını sergileyip, workshop'larını düzenleyip ya da sadece kahve içtiği bir yer olarak düzenlenmiş. Yeni çağın yeni çalışma ortamı olarak konumlandırabileceğimiz Blogger’s Base, Tolga Arıcan ve Mansur Forutan’ın fikriyle açılmış. Forutan, “Plazalarda çalışırken ne kadar verimsiz, ne kadar mutsuz ve ne kadar yaratıcılıktan yoksun olduğumuzu düşündüm. Bir işyeri hayal ettim, buna benziyordu. Yeri bulduk ve başladık. Mevcut çalışma ortamları, sistemleri bu yüzyıla uygun değil artık. Biz kendimize uygun bir çalışma ve ilham alma ortamı yaratmak istedik. Burası da tam olarak istediğimiz gibi” diye anlatıyor Blogger’s Base’i. Blogger’s Base için aynı zamanda nitelikli birkaç blog’un üretim ve faaliyet merkezi de diyebiliriz. Etkinliklerden ilk haberdar olacak, S Blogger’s Base, ev rahatlığında... temel kadrodaki blogger’ları onlar seçmiş. Kriterleri ise sadece ürettikleri içeriğin anlamlı ve yaratıcı olması. Artık markalar ürünlerine daha erken adapte olabilecek, sosyal medyada da insanlara ulaşma gücü pek çok kullanıcıdan daha fazla olan blogger’lar ve sosyal medya kullanıcılarıyla bir araya geliyor. Arıcan, bu buluşmaların verimli bir şekilde gerçekleşmesi için fiziksel bir mekâna ihtiyaç duyduklarını ve buranın bu amaca da hizmet edeceğini söylüyor: “Markalarla blogger’ların bir araya gelmesi çok kolay olmuyor. Böyle bir fiziksel bir mekâna ihtiyaç var. Halihazırdaki kafelerde buluşuluyor, ama verimli geçmiyor. Markalar ve sosyal medyayı fiziksel bir ortamda anlamlı bir şekilde bir araya getirmek, etkinlikler, tartışmalar, yani kısacası etkileşim yaratmak amaç.” Tabii bir şey üreten insanların ürettiklerini sergileme imkânları da olacak. Çanta, tişört, tasarım, aklınıza ne gelirse. Orada satış yapmayacak ama blog’unun adresini yazabilecek. Forutan,“Burası bir tür medya. Medyanın mekânı” diyor ve devam ediyor: “Amacımız burada para kazanalım, kahve satalım, bir şube daha açalım değil. İnsanlar bir şey yapsın. Bir şey yapılınca elbette bir değer ortaya çıkıyor. Biz mütevazı insanlarız, ruhuna daha çok önem veriyoruz işin. Yoksa plazada çalışıp faturalarımızı daha rahat ödeyebilirdik.” Blogger’s Base sadece çalışmak için değil. İnsanların bir araya gelip, etkileşimde bulunacağı, fikir alışverişi de yapabileceği bir yer. Önemli olan zaten yaratmak burada. Kapıları da herkese açık. Tabii bunu merak edecek pek çok insan vardır; evet, her koltuğun altında priz var. Tamamen ihtiyaca yönelik dekore edilmiş bir alan zaten. İsterseniz bilgisayarınızı kullanabilir, çalışma masasında toplantı yapabilir, projeksiyonla sunum yapabilirsiniz. Arıcan, buranın hem ev hem ofis gibi rahat olabilmesi için uğraştıklarının altını çiziyor: “Kolektif bir alan aslında burası kreatif insanlar için. Herkese kapısı açık olan bir alan. 20 masa da sığardı ama böyle bir derdimiz yok. Evin divanında oturuyormuş gibi, kahvesini içsin, çalışsın gelen insanlar.” G ATAOL BEHRAMOĞLU Harem ve haram... Bazı haftalar köşe yazım için konu düşünürken dergideki arkadaşlara o haftanın konularını sorarım... Bu hafta işleneceklerin başında “harem” geliyormuş. Eh, bir hafta sonu yazısı için daha uygunu da bulunamazdı. Hele Kanuni Süleyman dizisi çevresinde kıyamet koparılmaktayken. Sanırım bizim dergide harem konusunun gündeme alınışı da bu nedenle olmalı… Harem sözcüğü bana hemen haramı çağrıştırır… Ses kardeşliği tamam, fakat aynı “hrm” kökünden türetilmiş olduklarına göre aralarında anlamsal ilişki de olmalı... Nasıl bir ilişkidir bu?.. *** Sorumu yanıtlayan bir uzman arkadaş, bunu bilemeyecek ne var dedi. İkisi de yasak kavramıyla, yapılmaması gerekenle ilgili. Haram’ı açıklamaya gerek yok. Harem ise, hakkı olandan başkasının giremeyeceği yer demektir. Sorun böylece çözümlenmiş olsa da benim zihnim soru üretmeyi sürdürüyor... Haram, herkes için geçerliliği olan yasaktır. Harem ise öyle değil. Orada kimine haram olan, kimine (ya da harem sahibi her kimse ona) haram değil... Tam tersine, helal... “Harem sahibi” dedim... Çünkü böyle denildiğini anımsıyorum. Fakat ne demek “sahip”? Ev sahibi, tarla sahibi, kümes sahibi der gibi... Gerçi şimdi aklıma, dilimizde “çocuk sahibi” diye bir söz bulunduğu da geldi… Sahiplik eğer mülkiyet kavramıyla ilişkiliyse, ki öyledir, çocuk sahibi demek de doğru olmasa gerek. Hiçbir insan ötekinin malı olmamalı, olamaz... Harem konusuna dönecek olursak, oradaki kızların (zamanla yükselerek baş kadın, anne sultan vb. olanlar dışında) “mal”dan farklı olmadıklarını söylemek korkarım ki pek de yanlış olmayacak. *** Doğu’nun haremi Batı’nın imgelemini çokça kurcalamıştır. Batı’nın saraylarında harem yok muydu? Olmaz olur mu! Fakat özellikle “Bin Bir Gece Masalları” bu dillere çevrildikten sonra, Batılının gözünde Doğu daha da masalsı bir gizeme bürünmüş; erotizm, baştan çıkarıcılık, gizemli buluşmalar, sanki sadece Doğu’nun cinsel yaşamına özgü olgular gibi algılan gelmiştir... Oysa sözgelimi bir tek Giovanni Boccacio’nun cinsel entrika konulu öyküleri bile terazinin öteki kefesinde Doğu’nun masallarıyla eşit ağırlık oluşturmaya yeter... *** Pazar dergimizde harem konusunun işlenmesine yol açan TV dizisine ve çevresinde kopartılan fırtınaya dönelim. Söz konusu dizide Kanuni Sultan Süleyman’ın harem yaşantısına fazlaca yer veriliyormuş... Oysa biz onu daha çok Fransa Kralı Françesko’yu aşağılayan mektubuyla tanırdık... “Ben ki sultanların sultanı...” diye başlayan mektubunun giriş bölümünde sahip olduğu mülkleri sayıp döktükten sonra “Sen ki Fransa vilayetinin kralı Françesko’sun” vurgusuyla muhatabını yer ile yeksan etmesine hayrandık... Bu özgüvene ve belagate bu gün de hayran olmamak mümkün değil. Ve şimdi bu Kanuni, karşımıza, cinsel yaşantısıyla, haremiyle, Hürrem’iyle, aşk mektuplarıyla çıkıyor... Yurttaşın üzüntüsünü ve tepkisini anlayışla karşılamalıyız... *** Kanuni’nin, günümüzde bizi AB kapılarında süründüren Sarkozy’nin öncellerinden Françesko’ya kapısındaki uşağıymış gibi hitap ettiği mektubunun yazılış tarihi 1526. Polonyalı gökbilimci Nicolaus Kopernicus’un Batı’da bilimsel devrimin kapılarını açan “Göksel Kürelerin Dönmeleri Hakkında” adlı eserinin yazılış ve yayımlanışı da yaklaşık olarak aynı tarihlerde, 16. yüzyılın ilk yarısındadır... Bizim Kopernicus’umuz ve Galileo’muz sayılabilecek Takiyüddin Mehmet’in, yıldızların hareketini izleyebilmek için dönemin padişahı ve Kanuni’nin birinci göbekten torunu III. Murat’a bir gözlemevi kurdurtmayı başarması, fakat Şeyhülislam’ın kışkırtmaları sonucunda bu gözlemevinin aynı padişahın buyruğu ile çok geçmeden top atışlarıyla yerle bir edilmesi de yine aynı yüzyılın ikinci yarısındadır… Geçmişin haremlerini tartışarak dünyayı kendimize haram edeceğimize, bunlara kafa yormamız daha iyi olmaz mı? G ataolb@cumhuriyet.com.tr C M Y B C MY B