Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Days
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
27 HAZİRAN 2010 / SAYI 1266 9 Eski sevgililerime nispet yapamıyorum SİNEM DÖNMEZ uCCa, Okuyanus Yayınları’ndan çıkan PuCCa Günlük kitabının yazarı. Yaklaşık dört yıldır tüm hayatını blogunu takip eden üç bin kişiye komik bir dille anlatıyordu. Şimdi de üç ay gibi kısa bir sürede yazdığı kitabıyla daha çok kişiye ulaşacak PuCCa. O, kitabı çıkan ilk blog yazarı. Yazılarını okurken tanıyorum sandığınız her kadın kadar, otobüste, metroda yanınızda oturan, sizinle aynı şeyleri düşünen biri PuCCa. PuCCa’yla buluştuk, hem kitabını hem blogunu konuştuk. Bir yandan hem eski sevgilileri hem de yanımızdan geçen göbeksiz kadınları çekiştirdik. Blogunu ilk olarak sevgilisinden intikam almak için açmış PuCCa. Kitap da aynı sevgilinin öyküsüyle başlıyor. PuCCa İstanbul’dayken, sevgilisi arayıp böyle uzun mesafeli ilişki yürümüyor diyor. Bizimki sanıyor ki, sevgilisi onu yanında istiyor. Kalkıp ilk otobüsle soluğu Ankara’da alıyor. Ne iş var, ne ev. Bir tek sevgilisi ve üç üniversite arkadaşından başka Ankara’da tanıdık hiçbir şey yok onun için. Yeni yaşam başlıyor ama sorunlar bitmiyor. Bir de üstüne dayaklar, bağırış, çağırış. “Bir gün, ben gideyim en iyisi olmuyor böyle dedim, sonra aramız birden düzeldi. Bu ‘gideyim işi’ tuttu diye düşündüm. Bir daha söylediğimde, bu sefer bence de gitmen iyi olur dedi”. Böylece PuCCa İstanbul’a dönüyor. O hâlâ üzülüp ağlarken, bir arkadaşı arayıp “Seninkini biriyle gördüm sarmaş dolaştı” diyor. PuCCa birden “Sen kim oluyorsun da bana bu acıları çektirebiliyorsun” diyor kendi kendine. Geçiyor bilgisayarın başına, önce bir Facebook, sonra bir Yonja, bir de blog hesabı açıyor eski sevgilinin adına. Photoshop’la gay fotoğraflarının yüzüne eski sevgilinin yüzünü koyuyor, “erkek arıyorum” yazıyor, yetmiyor, internetten PuCCa, gay dergilerine abone olup evine yollatıyor. Çalıştığı yeri en çok internette arayıp borcu var, kefil olarak sizi gösterdi dedirtiyor. Ama bir n takip edile anda da vazgeçiyor hepsinden. g “Durdum, en iyisi sileyim bunları, kişisel blo bu fotoğrafları görürse hayatımı di de bitirir diye düşündüm. Sildikten yazarı. Şim sonra da, orada şiirler yazdım. ünlük” Ölüyorum, ağlıyorum diye. Ben “PuCCa G hep günlük tutardım, onları itabıyla buldum bir gün, nasıl acı adındaki k çekiyormuşum, şu anda nasıl ternette komikse o zaman tam tersiymiş. sadece in ‘Teşekkür belgemin üzerine babam ri değil, kahvesini koydu, hayat neden böyle’ gezinenle diye ağlamışım! Geçmişi okuyup acı ları tüm kadın çekeceğime en azından gülerim dedim. Evet kötü şeyler yaşamış k. güldürece olabilirim ama güzel şeyler de çıkartabilirim diye düşündüm”. ADNAN BİNYAZAR P PuCCa kitap ve bloglarındaki yazılarda herkesin üzülebileceği şeyleri gülerek anlatıyor. PuCCa da bunun kendi elinde olduğunu düşünmüş, hatta artık yaşadıklarını o gözle görmeye başlamış. Sonra blogda bildiğimiz yazıları başlamış. PuCCa ismi de çizgi film kahramanından geliyor. Avatar olarak kullandığı Marilyn Monroe fotoğrafları da PuCCa’nın MM sevgisinden. “Çok seviyorum, odamın her tarafı MM’le dolu, İsmail YK hayranları gibi hissediyorum kendimi. Çok üzülüyorum ona, keşke yaşasaydı diyorum, yapma Kennedy’le yatma diye yalvarsaydım.” PuCCa’nın kitabı da, blogundaki yazılar da çok samimi ve eğlenceli. Bu kadar sevilmesinin nedeni de bu olsa gerek. Hani bazı şeyler vardır, özellikle kadınlar için konuşuyorum, aklınızdan geçer ama söyleyemezsiniz bunu. İşte PuCCa, bütün kadınlar adına gerçekleri anlatıyor. “Kasmadan yazıyorum. İnsanlar bir arkadaşım yapmış diye anlatır, aslında kendisi yapmıştır. Seks de hepimizin yaptığı bir şey, seks yaparken de düşündüğümüz şeyler var. Bir kadın olarak ilk gece biriyle yatmak, yatmalı mıyım, yatmamalı mıyım? Ama anlatamayız. Ben ama zaten çok rahatımdır, rumuzun tek nedeni, ailemle ilgili şeyleri babam görsün istemiyorum.” Mekânsal güzellik D avranış inceliğine değindiğim bir yazımda da dile getirmiştim bu izlenimlerimi; yıllar önce, Bozkurt Güvenç’i Ankara’daki Japon Kültür Merkezi’nde ziyarete gittiğimde, yapının mimarlık beğenisi büyülemişti beni. Sanki doğa, girişin koca boşluğunda sessizliğe bürünmüştü. O sırada kapının önünde itişip kakışan gençler görmüştük. Güvenç, yavaşça eğilmiş, “Bak,” demişti, “içeriye adım atar atmaz dışarıdaki gibi davranamayacaklar...” Öyle de olmuştu... İnsan, elbette korunma duygusuyla yaptı barınağını. Ama onu güzellik duygusuyla biçimleyip bezemeyi de ihmal etmedi. Yoksa onca yapı, değer yitimine uğramadan çağlar boyu ayakta kalabilir miydi?.. O gün bugündür mimarlığı üstün yapılara girdiğimde, içime ferahlatıcı serinlikler yayılıyor. Klasik müzik vurgunu iki zarif arkadaşımın incelikli çağrılarıyla, iki önemli konser izledim. Bu vesileyle, “klasik müzik gezegenindeki en ateşli sanatçı” diye tanımlanan Lang Lang’ı da tanımış oldum. Konserlerden biri 17 yüzyıl önce inşa edilen Aya İrini’deydi, öbürü Haliç Kongre Merkezi’nde. Dünyanın çeşitli yerlerinde adı büyüğe çıkmış konser salonlarının mimarisine bir şey diyemem, ama eskiliği ve akustik yapısıyla sanırım Aya İrini dünyada tek! Birinde duyumsanan mekânsal ferahlama öbüründe aynı etkiyi yaratmıyor. Mimaride insan beğenisini önde tutan arayışlar, büyük olasılıkla bu başkalığı yaratmaya yönelik... Aya İrini, bağrına bastığını yüzyıllar ötesinin havasına sokarken Haliç Kongre Merkezi, göreni çağdaş ışıltılarla sarmalıyor. Kiliseden doğan müziğin kiliseyle uyuşumunun bütün zamanları aşan armonisi sinmiş Aya İrini’nin tavanına, duvarlarına, kubbe altlarına... Haliç’e dil gibi uzanan Kongre Merkezi ise sanki aydınlıklar melodisi... Popla da bezeseler, cazın güdümüne de soksalar, klasik müzik, kimliğini değişime kaptırmıyor. Mekânın etkisi, konser salonlarında iyice belirginleşiyor: Giyim ona göre, bakış, yürüyüş, eli kolu kullanma değişiyor; dudaklar bile konuşurken özel bir üslupla açılıp kapanıyor. Nâzım Hikmet, halka inmeyi değil, onu sanatta belli düzeye çıkarmayı savunur. Eğitim uygulamaları mekânsal güzelliklerin solunduğu ortamlarda yapılmıyorsa, duyarlığın gelişmesi hayaldir. Hele eğitim politikaya, ilkelliğe kurban ediliyorsa, bizde olduğu gibi, o toplumda ancak gerilemeden söz edilebilir. Örneği yaşamımdan vereyim; bozkırın ortasındaki Diyarbakır/Dicle Köy Enstitüsü’ne girdiğimde donanımlı müzik odalarıyla, resim atölyeleriyle karşılaşmamış olsaydım, öğrenim için geldiğim Ankara’da ikinci gün operaya koşar mıydım?.. O yıllarda DilTarih ve Coğrafya Fakültesi’nin o zamana göre muhteşem salonunda verilen Cumartesi konserlerini de hiç kaçırmadım. Onlarla beslenmeseydim, ne Avrupa’nın büyük konser salonlarını, ne Aya İrini’yi bilirdim, ne de Haliç’teki Kongre Merkezi’nin muhteşem yapısını... Sanatla donatılmış mekânlar, kişiye davranış inceliği kazandırdığı gibi, onun duyarlıkça eğitilmesini de sağlıyor. Kişiyi bilgiyle donatmak, eğitimin temel amaçlarından biridir. Ama bilgi, düşünceyi geliştirip kişiyi yaratıcı alanlara yöneltmiyorsa beyne yüktür. Bunları düşünürken, Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi (AKM) bir an olsun gözümün önünden gitmedi. Oraya cami kondurmayı başaramayanlar, AKM’yi yangına uğramış bir tragedya dekoru gibi gözümüze sokarak, sanki aydınlanmacı düşünceden intikam alıyorlar!.. G binyazar@gmail.com Fotoğraf: Vedat Arık Peki diyorum PuCCa, bir blog yazdın hayatın değişti... “Off” diyor, “Sen hayatın boyunca fotoğraflarım dergiye çıksın diye dua et, ünlü olmak üzerine kur hayallerini... Şimdi röportaj veriyorum ama yokum. Eski sevgililerime nispet yapamıyorum, ‘bana senden bir bok olmaz demiştiniz’ diye. Facebook’a koyamıyorum. Kızları kitabı alırken görünce, o benim demek istiyorum. Ben hiç alçakgönüllü değilim. Banu Alkan gibiyim, her yerde çıkmalıyım diye düşünürüm”. Kitap çıkmadan bir ay önce PuCCa’nın kimliğini ifşa etmişlerdi bir sosyal medya platformunda. PuCCa, “Çok üzüldüm, çok ağladım gerçekten. Bunu yapan da bir blog yazarı üstelik. Ben olsam kıskansam da destek olmaya çalışırdım, ailem yüzünden diyorum, ne gerek vardı ki? Biz blog yazarlarının birbirimize destek olması lazımdı” diyor. PuCCa, bana göre güçlü bir kadın. Ayakları yere basan, tuttuğunu koparan... Ama kendisini hiç güçlü bir kadın olarak görmediğini söylüyor: “Kendimi daha çok pembe puantiyeli, poposu yırtık iç çamaşırı giydiği halde üstüne şıkır şıkır şeyler giyen biri gibi hissediyorum. İçimdekini kimse bilmiyor, bilmesine de gerek yok onlara ne benim donumdan! Ama trafik kazası olsa, ilk aklıma gelen ‘Lan donum yırtık biri kapasın eteğimi’ oluyor”. İşte PuCCa böyle... Size kahkaha attırırken “ya ben olsam ne yapardım?” diye sordurtuyor. G sinemdonmez@cumhuriyet.com.tr Çıtır Çıtır Felsefe’de 17. kitap: Yaşam ve Ölüm Anneler ve çocuklar eğitimde! rken çocukluk eğitimi konusunda, toplumda hâlâ yeterli bilinç oluşturulamadı. Bunun yanı sıra, okulöncesi eğitim kurumları hem sayısal hem de kalite olarak yetersiz. Oysa tüm çocukların, ilköğretime başlamadan önce iyi bir okulöncesi eğitim almaları gerek. Fortis Bank’ın, Anne Çocuk Eğitim Vakfı (AÇEV) ve Milli Eğitim Bakanlığı ile yürüttüğü “Ben de Ben de” projesi erken çocukluk eğitimi konusunda bilinç oluşturmayı ve ülkemizdeki tüm çocukların kaliteli bir okul öncesi eğitim hizmetinden yararlanabilmesini hedefliyor. “Ben de Ben de” projesi, bir bütünü tamamlayan dört parçadan oluşuyor. MEB’in desteğiyle yürütülen “Ev Okulum”, Fortis Eğitim Öncüleri ile gerçekleştirilen “Güzel Sınıfım”, anasınıfı öğretmenleri için “Web Okulum” ve bilinçlendirmeye yönelik “7 Çok Geç” başlıkları altında şekillenen ve ortak bir eksende gelişen programla okulöncesi eğitimin önemine dikkat FİGEN çekiliyor. ATALAY “Ev Okulum” projesi, okulöncesi eğitime erişimde sorun yaşayan çocukların annelerini güçlendirmek ve onları gerekli bilgi, beceri, malzeme ile donatarak çocuklarını okula başlamadan eğitilebilmeleri için kurgulandı. Proje, ilk aşamada, İstanbul’un yoğun göç alan ve ekonomik şartlar nedeniyle okulöncesi eğitime erişim konusunda sorun yaşayan 7 ilçesinde Bağcılar, Esenler, Esenyurt, Gaziosmanpaşa, Küçükçekmece, Sultangazi ve E Ümraniye başladı. 20092010 eğitim öğretim yılının ikinci döneminde Sultanbeyli de pilot ilçeler arasına katıldı. Kurslara katılan anne sayısı 2.010 oldu. Bazı katılımcıların ikiz çocuğu olduğundan ulaşılan okul öncesi çağındaki çocuk sayısı 2.010’u aştı. Temel amacı, fiziki ya da maddi koşullar yüzünden okul öncesi eğitimine ulaşamayan çocukları sisteme dahil etmek ve okula hazır hale getirmek olan “Ev Okulum” programı ile annelerin eğitimcilik rolü destekleniyor ve aile içi sağlıklı bir iletişimin kurulması hedefleniyor. Ev Okulum programı kapsamında düzenlenen kurslarda 12 hafta süresince, annelerle haftalık 2.53 saatlik grup toplantıları şeklinde uygulanıyor. Kurslar yaklaşık 1822 annenin katılımı ile gerçekleşiyor. Bu kursun iki temel bileşeni bulunuyor: “Ev Okulum” / Anne Destek Eğitimleri: Anneleri çocuk gelişimi ve eğitimi konularında desteklemeyi hedefleyen bu programda özellikle aileçocuk ilişkisi, beslenme, çocuk gelişimi, okula hazırlık ve önleyici sağlık gibi konular ele alınıyor. Grup toplantılarına gelen anneler o günün konusunu grup lideri ile birlikte sohbet şeklinde tartışıyor. “Evde Okulum” / Çocuk Destek Eğitimleri: Öncelikli amacın çocuğun okulöncesi sözel ve sayısal becerilerini desteklemek olan bu çalışma ile çocuğun okula hazır başlamasına yardımcı olunuyor. Annenin çocuğuna zaman ayırması ve bu zamanı etkin geçirmesi, çocuğun gelişimini oyun ile desteklemesi, günlük hayat içerisinde öğrenme ortamları yaratabilmesi, diğer hedefleri oluşturuyor. Kurs süresince 24 adet çalışma formu ve 4 hikâye kitabı kullanılıyor. Anneler çocukları ile düzenli bir biçimde bu çalışma formlarını uyguluyor. Haftalık buluşmalarda anneler, anneçocuk rolü alarak bu çalışma formlarında yer alan etkinlikleri evde çocuklarıyla nasıl uygulayacaklarını öğreniyor. 12 hafta süren kurs sonunda, ileriki dönemde uygulamaları üzere kalan 12 adet form annelere teslim ediliyor. Proje, 20102011 öğretim yılında da tüm İstanbul’a yayılarak devam edecek. G C M Y B C MY B Yetişkinlerin, çocuklarına açıklamakta en zorlandığı konulardan biridir “Yaşam ve Ölüm”. “Çıtır Çıtır Felsefe” dizisinin 17. kitabı Yaşam ve Ölüm, çocukların çok küçük yaştan başlayarak sorguladığı bu iki gerçeği konu alıyor. Çocukları felsefeyle buluşturan Fransız yazar Brigitte Labbé’nin kaleme aldığı Yaşam ve Ölüm, Günışığı Kitaplığı tarafından yayımlandı. Yazar Brigitte Labbé, bu hassas konuyu, yaşam deyince aklımıza ne gelir, canlılar dünyasında insanın yeri nedir, yaşama hakkı bizler için ne ifade ediyor, neden ölümden korkuyoruz, ölümün yaşam içindeki yerini nasıl tanımlarız gibi birçok soruyu, günlük yaşamda sıkça karşılaştığımız örnek olaylar, durumlar ve diyaloglarla öyküleştiriyor. G