Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
10 9 MAYIS 2010 / SAYI 1259 Büyümek değişimin habercisi Y ıllardır birlikte çalıştığı Serkan Çeliköz’ü, plak şirketlerini ve on yıllık bir kariyeri geride bıraktı. Aslı Gökyokuş “Büyüdük” isimli “maxi single”ıyla karşınızda. Büyüdük elbette müzikal anlamda değişimleri de içeriyor ama Aslı için bundan ibaret değil. Koç Vakfı Genel Müdürü Erdal Yıldırım’la evliliği henüz çok yeni. “Çok bir şey değişmedi” diyor ama hem müzikte hem de hayatında bir önceki albüme göre büyük değişimler var. Bu maxi single müzik hayatınızda yeni bir dönemin başlangıcı mı? Öyle bir döneme geldik ki albümlerin satmadığı noktada plak şirketlerinin sanatçıya desteği azalıyor. Dolayısıyla ben de kendi projemi kendim yapmaya kararlıydım. Bunu yapınca kazancınızı yine işe yatırıyorsunuz ama ciddi bir özgürlüğünüz oluyor. Eskiden işinize ne kadar Bunun artıları ve eksileri var. Size yeni bakış açısı kazandırabilecek ve dışardan bakabilecek biriyle çalışıyorsunuz ki bu iyi bir şey. Fakat dezavantajına bakınca Serkan gibi dilinizi çok iyi anlayan insanlar varken yeni insanlarla çalışmak hiç kolay değil. Büyüdük, müzikal anlamda bir büyüme mi yoksa genel olarak hayat hakkında mı? Her anlamda. Sadece benle alakalı değil. Müzik piyasasına gireli tam on yıl olmuş. İnsanlarla sokakta karşılaştığımda en mutlu olduğum şeylerden biri “ortaokuldaydım, seni dinlemeye başladım” denmesi. Değişiyoruz, olgunlaşıyoruz, duruluyoruz ya da aynı kalıyoruz. “Büyüdük”ten yola çıktığım şey de bu. İster istemez müziğe de yansıyor. İlk albümlerinize göre artık sesiniz bir hayli değişik. O zaman duyduğum sesi şu an biraz daha çocuk buluyorum. Bugün Sessizce'yi belki daha iyi söylerdim. Orada kötü bir şarkıcı duymuyorum ama farkı ben de hissediyorum. Bu albümdeki başka bir fark da şu. Altyapıyı sade tutup vokalin daha net anlaşılabileceği şekilde, ses kirliliğinden arınmayı amaçladım. On sene öncesine göre dinlediğiniz müzikler değişti mi? İlk maxi single, ilk yapımcılık, evlendikten sonraki ilk albüm. Aslı Gökyokuş’un Büyüdük isimli “maxi single”ı yeniliklerle geliyor. DENİZ ÜLKÜTEKİN karışılıyordu? İlk albümde Sony bana güvenerek sonuna kadar hiç karışmamıştı. Ancak “Su Gibi” albümünü yaparken zorlandım. İşime karışılan ve bunun stresini yaşadığım tek albüm odur. İşinize karışılmasından kastettiğiniz nedir? Kimse bire bir “şunu şuradan çıkar” demiyor. En azından ben böyle bir şeye müsaade etmem. Ancak öncesinde “rock bitiyor, biraz popa yakınlaşmak gerek” konulu tartışmaları çok yaşadık. Yapımcılığın getiri ve götürüleri neler oldu? Tüm bu söylediğim sebeplerden dolayı çok huzurlu çalışma şansım oldu. Haluk Kurosman, Yağmur Sarıgül ve benim oluşturduğum ekibe dışardan müdahale eden kimse olmadan ve işin sahibi olarak çalıştım. Serkan Çeliköz’ün yokluğu sizi nasıl etkiledi? Değişti tabii. On sene öncesinde seksen ve doksanların glam gruplarını dinlerdim. Bugün onları hoş nostaljik şeyler olarak dinliyorum ama beni besleyen şeyler onlar olmuyor. Şimdi daha sakin müzikler dinliyorum. Damien Rice'ın müziği beni bayağı etkileyebiliyor. Uzun süre Kemancı’da sahneye çıkmış biri olarak o döneme göre müzik kültüründe ne gibi farklar görüyorsunuz? O dönem insanlar dışarı müzik dinlemeye çıkardı. Şimdi diğerleriyle ilişki kurmaya çıkıyorlar. Benim dönemimde ve öncesinde gerçekten çok kabiliyetli müzisyenler vardı. Rock müziğin önde gelen isimleri tamamen o dönem barlarda çalan insanlar. Evlilik nasıl gidiyor? Zaten daha bir ay oldu. Hayatımızda çok değişen bir şey olmadı. Önceden nasılsak şimdi de öyleyiz. Çok hoş bir tören ve bizi çok mutlu eden birkaç gün yaşadık. Bunlar doğal olarak ilişkiye yeni bir hava katıyor. Her albümde farklı bir saç şekliniz oluyor. Aynı kalmam mümkün değil. En radikal değişim üçüncü albümdeki kısacık saçlarımdı. Bu albümde önlerde kahkül var sadece. Genelde uzun saçlı halim daha çok seviliyor sanırım. G denizulk@gmail.com Anadolu’nun genç bestecisi ürkiye onu, “NefesVatan Sağolsun” filminin afişine ismini yazdırınca tanıdı. Oysa o, hem yaşından hem de boyundan büyük işlere girişeli epey olmuştu. Çocukluk yıllarından tanıdığımız Fırat Yükselir’i önce babası Hasan Yükselir sonraları da Yavuz Bingöl, Hüseyin Turan ve Tolga Çandar gibi sanatçılara piyanosuyla eşlik ederken görmüş, müzik kariyerinin bununla sınırlı kalacağını sanarak fena aldanmıştık. MİYASE Fırat Yükselir, Türkiye’de başladığı müzik eğitimini İLKNUR yurtdışında sürdürmek için popüler müzik piyasasından elini eteğini çekip Boston’a gitti. Ara ara güzel işler yaptığını babasından işitiyor ama “kuzguna yavrusu şahin görünür” diyerek üzerinde pek durmuyorduk. Ta ki, “yeğen” diye takıldığımız Fırat Yükselir, elinde dosyası ile karşımıza geçip, “Bu kadar iş yapıyorum ama basında hiç yer alamıyorum. Bunun esbabı mucibesi nedir” diye sorana dek. “Dur hele daha çok gençsin, bir film müziği yapmakla basına hemen çıkılmaz” diye öğüt verecek olduk, ama nafile. Hemen bugüne kadar yaptığı bestelerin, tiyatro, film, program ve reklam müziklerinin, aldığı ödüllerin, yönettiği orkestraların, katıldığı Workshopların listesini koyuverdi önümüze. Gerçekten Türkiye’nin en de yakınmaya hakkı varmış. genç orkestra 1981 doğumlu Fırat Yükselir’ın yaptığı işlere geçmeden önce şefi olan Fırat aldığı müzik eğitiminden söz etmekte yarar var. Ankara Yükselir’in, Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi Viyolonsel Bölümü’nde başladığı şefliği ve müzik müzik eğitimine Bilkent yönetmenliğinin Üniversitesi Müzik Hazırlık Lisesi Kompozisyon (Bestecilik) ve yanında besteleri Piyano Bölümü ve Bilkent Üniversitesi TeoriKompozisyon de müzik ve Orkestra Şefliği Bölümü’nde literatürüne devam etti. Yükselir, 20072008 ders yılında İstanbul Üniversitesi girmeyi başardı. Kompozisyon (Bestecilik) Master programını tamamladı. Ardından da “ver elini Amerika” deyip Boston’da Berkle College Of Music’in “Film Müzikleri” dalında MA yaptı. Master Class ve Workshop olarak tanımlanan sertifika programlarında çalışmalarını Peter Sheppard Skaerved, Phillippa Mo, Bujor Hoinic, Hakan Kalkan, Jeans Thomas, Christof Laver, Gija Kantscheli, Elena Kuskova Kamuran İnce gibi hocalara sundu ve programlarına katıldı. 19992004 yılları arasında ünlü müzik stüdyolarında tonmaister olarak çalıştı. TRT’de birçok TV programının müziklerini yaptı. Aynı dönemde ellinin üzerinde başta bankalar olmak üzere çeşitli firmaların reklam müziklerine imza attı. Bahar Korcan’ın kısa filmi “His3” filminin, Bilkent Üniversitesi için iki tiyatro oyununun ve son olarak da “NefesVatan Sağolsun” filminin müziğini yaptı. Yükselir bu çalışmalarının karşılığını maddi olarak olmasa da ödül olarak aldı. 2006 yılında “Genç Kuşak Türk Bestecileri Gecesi”ne eseri seçilen üç besteci arasına girdi. 2006 yılında Los Angeles’ta “Uluslararası Ascap Hollwood Film Scoring Workshop”a katılan 350 besteci arasından yarı finale yükselmeyi başardı. 2008’de MA yaptığı Berkle College of Music’de Kalistos Chamber Orchestra Yarışması ile 2008'de yine aynı okulun düzenlediği Esterhazy Quartet Yarışması’nda birincilik ödülünü kazandı. Yükselir önce çocuklar için kısa piyano parçaları besteleyerek bu alanda da denemeler yaptı. Piyano için yaptığı besteleri orkestra ve korolor için yaptığı besteler, senfoniler izledi. Yükselir, şu aralar Eskişehir’deki “Yunus Emre Festivali”ne hazırlanıyor. Festivalin kapanış konserinde şef olarak yöneteceği 100 kişilik orkestra ve 100 kişilik koro ile “Yunus’tan Nâzım’a” adlı kantatı seslendirecekler. Yükselir, Anadolu’daki ünlü mutasavvıflar üzerine besteler yapma nedenini şöyle açıklıyor: “Babamdan aldığım eğitimin etkisiyle Anadolu tasavvufunu yaratanların ve diğer kültürel zenginliklerimizin dünyaya tanıtılmasına bir nebze katkı yapmak istiyorum. O nedenle Hacı Bektaş Destanı, Şeyh Bedrettin Destanı, Rubailer ve Yunus’tan Nâzım’a adını verdiğim besteler ve düzenlemeler üzerinde çalışıyorum. En büyük hayallerimden biri Köroğlu ve Karacaoğlan üzerine operalar yapmak.” G T Murat Öztürk, bu yılki turnesi kapsamında ilk kez Türkiye’de de konser verdi. Üç kültürden doğan caz UĞUR HÜKÜM urat Öztürk bugün Fransa’nın yeni nesil, yükselen caz piyanistlerinden. Aynı zamanda film müzikleri ve “Şanson”, Fransız şarkı geleneğinde parçalar da besteliyor. Öztürk 1973’te İtalyan bir anne ve Türk bir babadan AlsaceLorraine bölgesinin Jary kentinde dünyaya gelir. 2001’de Fransa Müzikal Yarışması’nda “Jazz Piano Solo” dalında 1.’lik ödülüne layık görülür. Bugüne kadar Fransa’da “Söyle” , “Candies” ve “Crossing My Bridge” adlı üç albümü yayımlanan, sanatçı hayatında ilk kez Türkiye’de turnede. Murat Öztürk’ü dünyaya getirenlerin yolu nasıl ve nerede kesişmiş? Annem Napoli, babam Emirdağ’da doğmuş. Annemin ailesinin klasik göçmen işçi hikâyesi var... Lorraine bölgesindeki maden ocaklarında çalışıyorlarmış. Babam da iş bulmak için Almanya üzerinden 1972’de Fransa’ya gelmiş. O tarihlerde demirçelik havzası Jarny’de kalabalık birer Türk ve İtalyan göçmen topluluğu varmış. Panayır mı, sokak bayramı mı ne, tamamen tesadüfen karşılaşıp, aşık oluyorlar. Müziğe ilgi nasıl başladı? Özellikle de caza, piyanoya geliş nasıl, hangi yaşlarda oldu? Annem ve babam müzisyen değiller. Öyle çok gelişkin bir müzik kültürleri de yoktu. Ancak radyo olsun, televizyon olsun gündelik hayatımızda müzik dinlemeyi hep sevdiler. Çocukluğumun önemli bir kısmının gerçek bir “Napoliten Mamma” olan anneannemin yanında geçtiğini eklemek isterim. Anneannem devamlı popüler, geleneksel İtalyan şarkıları dinlerdi. Bu müzik içinde büyüdüm, denebilir. Daha sonraları bizim evde de saz ağırlıklı geleneksel Türk Halk müziği dinler olduk. Ama herhangi bir enstrüman veya müziğe özel bir ilgim yoktu. Taa ki, 12 yaşında piyanoyla karşılaşıncaya kadar. Aletin M fiziği, tınısı; ona dokunmak beni beklenmedik bir biçimde etkiledi. Enstrümanla aramızda adeta bir aşk başladı. Bu noktada anne ve babamı ben zorladım. Sürekli, “Ben müzik yapmak istiyorum” diyordum. Nasıl bir müzik eğitimi gördünüz? İlk başta bir mahalle okulunda org dersleri aldım, sonra gitara kaydım diyebilirim. Büyük bir öğrenme arzusu, deyim yerindeyse açlığı yaşıyordum. Bu durum üç yıl sürdü. 16 yaşında dersleri bıraktım. Kendi kendime öğrenecektim. Rock, salsa, her türlü müzikle uğraşıyordum. Tek ilgilenmediğim müzik türü cazdı. Cazla 1920 yaşlarında bir müzisyen arkadaşım sayesinde tanıştım. Coltrane, Evans, Tatum ve benzerlerini dinledikçe adeta şoke oldum, büyülendim. Özellikle de piyano. Bu defa tam bir caz oburluğuna tutulmuştum. Bu arada temel eğitimimi de ihmal etmiyordum. Müzik eğitimimiyse kendi kendime sürdürüyordum. Taaa ki “Paris Bill Evans Piyano Akademisi” diye bir okulun açıldığını duyuncaya kadar. 1996’da bir yıl bu okula gittim. Hem yeni insanlar tanıdım, hem de kendimi geliştirdim. Müzik pazarı büyük boyutlara erişti ama caz bu pazardan son derece sınırlı bir pay alıyor. Hele hele klasik ve melodik bir caz yaşayabilir mi, bu türde cazcıların geleceğini nasıl görüyorsunuz? Benim tarzımda cazcılar bestelemek ve yorumlamak istediği sürece bir geleceğin olduğuna inanıyorum. Kendimi dinleyicilerin, müzikseverlerin yerine koymaya çalışıyorum. Çok farklı şeyler sevebilir, farklı akım ve türlerden hoşlanabilirler. Ama beni, bizi dinlemeye devam edebilirler mi? Bilmiyorum, ama sanki biz üretebildiğimiz sürece bizi birileri dinleyebilirmiş gibi geliyor... Şöyle doğrudan sorayım: Biraz “lüks” bir durum ama cazla hayatınızı kazanabiliyor musunuz? Zor! Gerçekten bir “lüks”... “Mainstream” yani pazarda egemen eğilimi, insanların taleplerini izlemezsen kendini kurtarman çok güç. Ortada sürekli dönen bir çark var. Fusion, değişik alaşımlar, vs. değişimlerden sonra tekrar bir kökleri arayış yaşanabilir, kim bilir, belki bu çarkı o noktada yakalayabilirim. Her durumda cazın geleceğine bakarsak kehanette bulunmak biraz zor. Ama caz da pazarın kurallarını bütünüyle hiçe saymıyor. Yani hem istediği gibi caz yapmak hem de nispeten geniş bir kesimin hoşuna gidebilmek zorunda. Bilmiyorum, ama kendimi ille de hayatımı kazanmak için müzik yapmak zorundaymışım gibi hissetmiyorum. Yaşamak için başka şeyler yapmaya razıyım. Yeter ki istediğim müzikten taviz vermeyeyim. “Söyle” adlı albümünüzün özel bir öyküsü olsa gerek? İmla bile tam olarak Türkçe. Niçin? Belki de kendimi affettirmek için. Bugün duyduğum en büyük pişmanlıklardan biri, Türk bir babaya rağmen yeterince Türkçe bilmemem. Pişmanım ve ancak bu sorunu halledebileceğimi sanıyorum. Türkiye beni hep cezbetti. Kökenlerime saygı göstermek için ilk albümüme Türkçe bir başlık koydum. G C M Y B C MY B