25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

7 KASIM 2010 / SAYI 1285 3 Türkiye’nin ilk yeşil projesi Varyap Meridian’la Avrupa’da ödül alan genç bir işadamı Erdinç Varlıbaş. İnşaat ve gayrimenkul sektöründe önde gelen firmalardan birinin başında. Ama o aynı zamanda mimariyi kişisel olarak da ilgi alanına giren sanatla birleştirmenin derdinde. Türkiye’nin simgesel binaya ihtiyacı var SABİHA KURTULMUŞ rdinç Varlıbaş, 32 yaşında genç bir işadamı... Londra’da 24 Eylül’de gerçekleştirilen 2010 Avrupa Gayrimenkul Ödülleri Yarışması’nda Varyap Meridian’la 5 ödül birden almış projenin baş aktörü. Türkiye’nin ilk yeşil projesi olma özelliğini taşıyan Varyap Meridian genç işadamı için yeterli olmamış, sanatı da mimariyle entegre etme projesini hayata geçiriyor. Contemporary İstanbul’a bu yıl ikinci kez sponsor olan Erdinç Varlıbaş’la çağdaş sanatı ve projelerini konuştuk.... Genç ve başarılı bir işadamı olarak sizi tanıyalım... Bugün inşaat ve gayrimenkul sektöründe önde gelen firmalardan bir tanesiyiz. Çok prestijli projeleri hayata geçiriyoruz ama bunları yaparken aslında rafine ettiğimiz unsur insan. Bu açıdan yola çıktığımızda ister istemez ticari düşünceden sıyrılıp, daha çok estetiğe, fonksiyonelliğe, teknolojiye kayar hale geliyorsunuz. Türkiye’nin ilk Yeşil Projesi Varyap Meridian. Türkiye’de standart kibrit kutusu gibi binalardan sıkıldık. Gelecekte enerjinin çok daha değerli, çok daha önemli olacağı aşikâr. Tüm dünyada üretilen bütün enerjinin yüzde 30’unu binaların tükettiği gerçeği var. Demek ki biz binalarımızı düzeltirsek veya yeni yapılacak binaları daha enerji tasarruflu hale getirirsek aslında var olan problemi büyük ölçüde ortadan kaldırmış oluruz. Dolayısıyla yeşil binalar dünyada daha önemli olacak. Paris, Londra ve New York gibi şehirlerde önemli projeler ya da önemli mimari yapılar mutlaka sanatla ilişkilendiriliyor. Sizce Türkiye’deki mimari yapılanma neden sanattan ayrı? Kültürel bakış açımızın eksik olduğunu düşünüyorum. Türk kültüründe özellikle Cumhuriyet döneminde estetiğe önem verilmediğini düşünüyorum. Mimari olarak farklı yapıları gördüğümüzde gözümüz bedenimize artık daha fazla hükmeder hale geliyor. Dolayısıyla estetikten ve sanattan yoksun anlayışla inşa edilmiş yapılara biz karşıyız. Siz projelerinizi sanatla nasıl ilişkilendireceksiniz? Yapmış olduğumuz her projede mimariye çok önem veriyoruz. Ama bu hiçbir zaman bulunmuş olduğu ortamdan kendini soyutlayan ve o bölgeden tamamen kopuk yapılar veya bir anlayış olmuyor. Mimari birinci önceliğimiz oluyor. Bunun haricinde sanatı entegre etmeye çalışıyoruz. Çağdaş sanatın iyi örneklerini veya temsilcilerini mimari ekiplerimizle birleştirip işin başından beri beraber çalışmalarını sağlıyoruz. İnsanların evlerine, işlerine girerken veya alışveriş mekânlarına girerken ilk başta bir sanat eseriyle karşılaşmasını bekliyoruz. Orada alacağı duyguyla orada geçireceği vaktin daha güzel olacağını düşünüyoruz. Seçkin Pirim yeni dönem başarılı heykeltıraşlardan ve onunla çalışmayı çok seviyoruz. Çok genç bir koleksiyoner adayısınız. Sizin sanata ilginiz nasıl başladı? Benim çocukluğumdan beri içimde olan bir heyecan vardı. Ama bu sanat dallarının herhangi birisiyle bire bir ilgilenemedim. Ama o eksikliği sanat camiasında yapılan işlerin güzelliğine bakarak tamamlamaya çalıştım. Firma olarak çalışma sistemimizde dünyanın belli başlı şehirleriyle ve oradaki kuruluşlarla yakın ilişkimiz var. Londra’ya, Paris’e, Tokyo’ya, New York’a gidiyoruz. Sanatın en önemli merkezlerinden bir tanesi Londra’yla benim kişisel bir bağım var, ister istemez etkileniyorsunuz. Her şey Tate Müzesi’yle başladı. Londra’daki çevrem sanat konusunda oldukça güçlü. Onların da biraz katkılarıyla önce Tate’de genç patron olarak sanata destek vermeyi düşündüm. Daha fazla sergilere, açılışlara, sanatçıların yapmış olduğu davetlere gider, eserleri daha detaylı inceler hale geldim. Bu konuda dünyadaki önemli sanat fuarları Art Basel, Art Miami gibi fuarlara katılarak bilgimi pekiştirdim diye düşünüyorum. Dünyada birçok şehir özel kültürel binalarıyla tanınır. Opera, sanat merkezi ya da müzeleriyle... Türkiye’de ne yapılsa dikkat çekerdi? Türkiye’de kesinlikle simge bina olmalı. Simge bina şeklinde büyük bir tiyatro salonu, büyük bir konser salonu ve bununla entegre edilmiş geniş çaplı müze ve çağdaş sanat müzesi özellikle sergi ve fuar alanlarından oluşan büyük bir komplekse ihtiyacı var. Ben olsam İstanbul’un en güzel yeri Boğaziçi’nde denizle bütünleşip boğazın o güzelliğiyle birleşip, mimari açıdan da fark yaratan yapı şekilde tasarlardım. Sadece bir bina da değil bunun gibi birçok yapının Türkiye’de yapılması lazım. Türk çağdaş sanatını nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk çağdaş sanatı özellikle son birkaç yıl içerisinde uluslararası platformda çok ses getirdi. Bu sefer onu keskin bir şekilde gözlemleyebiliyoruz. Ama benim şahsi olarak hedefim piyasasını oluşturmuş sanatçılardan ziyade bu alana daha yeni genç sanatçıları çıkarmak ve onları desteklemek. Örnek verecek olursak Ercan Akın, Arzu Akgün, Seçkin Pirim, Kutlu Ataman, İrfan Önürmen beğendiğim ve benim de koleksiyonumda yerleri olan sanatçılar. Bunların sayısını daha da arttırmak istiyoruz. İlk aldığınız eser nedir? Ne etkiledi sizi? Art Basel’i gezerken Ivan Navarro’nun Pause adlı eseriyle karşılaştım. Bir şey almaktan ziyade daha çok gözümü, bakış açımı geliştirici bir ziyaret olarak düşünmüştüm orayı. Ama inan ki daha fuarı gezmeye başladığımın 10. dakikasında karşılaştım o eserle. “Pause”, ara ver diyordu. Ve ben onun karşısında 15 dakika bakakaldım. Zaten bir şeyi sevip sevmemeniz aslında kurmuş olduğunuz duygusal bağla alakalı. O bağı kurabiliyorsanız o sizin için güzeldir ve iyidir. Ve hiç beklemeden o eseri aldım. Arkasından Rauschenberg çok dikkatimi çekti; Julian Opie’nin kendine has bir tarzı var, ondan eserlerim var. Genç sanatçılardan Şilili fotoğraf sanatçısı Margarita Dittborn’un fotoğraf ve fotomontaj işlerine gördüğüm an vuruldum. Koleksiyonunuz da gittikçe gelişiyor, bununla ilgili projeniz var mı? E Benim için sanat eserleri hiçbir zaman sadece ticari beklentiyle ilerde daha çok değerlenir diye düşünüp aldığım eserler değil. Tamamıyla kendi beğenimi, ruhumun bir parçasını besleyen nesneler gibi düşünün. Dolayısıyla bunları paylaşmak benim için öncelikli. Onun için şu anda öncelikli hedefim; ofisimde ve evimde bunları en azından sergileyebildiğim kadar, arkadaşıma, eşime dostuma veya işyerinde ilişkide olduğumuz insanlara gösterebilmek. Ama bunun bir adım ötesindeki hedefim bunu bir sosyal sorumluluk projesi olarak ele alıp bir çağdaş müze yaratmak. G C M Y B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear