25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

10 7 KASIM 2010 / SAYI 1285 Kafka yaşasaydı blog yazardı Kelimelerin gücü adına! ESRA AÇIKGÖZ O Cem Mumcu nur Gökşen, bir blog yazarı. Twitter’da binlerce takipçisi var. Bugünlerde içine yerleşen, tenine dokunan olayları yazdığı bir kitabın heyecanını yaşıyor: “bizim de renkli televizyonumuz vardı”. Okuyanus Yayınları’nın Dizüstü Ebebiyat serisinden çıkan kitap sadece bir insanın değil, bir dönemin de anlatısı. Gerisini Onur Gökşen anlatıyor. Önce sizi tanıyarak başlasak; kimsiniz? 38 yaşındayım, yazmayı seviyorum, anlatacak çok şeyim var. Bu bilgiler haricindeki hiçbir şey “yazan” biri için önemli değil bence. Dizüstü Edebiyat serisinde şöyle bir not var: “... İntikam için. İçlerini boşaltmak için. Sevgili bulmak için. ‘Ekmek’ çıkarmak için. Küfretmek için. İtiraf etmek için. Söyleyemediklerini söyleyebilmek için. Anlaşılmak için. Öfkelerini kusmak için yazdılar. Yeni bir dil yarattılar...” Senin nedenin hangisi? Sen ne için yazmaya başladın internette? Bunların hiçbiri bana uymuyor, belki de “sadece yazmak istediler” denilseydi beni daha iyi ifade edebilirlerdi. Bir şey yazarsın, bu birilerine dokunur. Bazen bir harfi bile öyle güzel bir yerde yazarsın ki, birilerini ağlatır, güldürür, bu yazının, dilin gücüdür. Yaşananların, kurguların, hayal gücünün, gerçeklerin gücüdür. Twitter’da binlerce insan tarafından takip ediliyorsun. Bu ne anlam ifade ediyor? Twitter’da takip edilmek güzel tabii, kim sevmez. Yazdıklarınıza anında tepki alabiliyorsunuz, bu çok büyük bir lüks ve bazı zamanlar da ağır bir yük. Herkesin ortak beğenilerine uygun şeyler çıkmayabiliyor bazen akıldan, gerçi bu çok önemsenmemeli ama yine de takipçi sayısı arttıkça beğenilme kaygısı insana doğallığından biraz kaybettiriyor. Halbuki takip edenler “sen” olduğun için gelmişler oraya, kaygılarınla yazan korkak biri olduğun için değil. izüstü Edebiyat malumunuz, Okuyanus kalemin kâğıdın yerini bilgisayar, internet, bloglar Yayınevi’nin blogger ve twitter’dan keşfettiği almıştır. Kimin bununla ne yapacağı, ne yazacağı yazarların kitaplarından oluşuyor. Bugüne dek kimseyi ilgilendirmez. Edebiyat da yapar, isterse PuCCa, samihazinses ve eski adıyla SteveMcQueen, yapmaz. Kitap olması için edebiyat olması kitabındaki ismiyle Onur Gökşen’in kitapları çıktı. gerekmiyor bence. Matematik de olur, çizgi roman Geçen pazar Tüyap’ta imza gününde PuCCa’nın da olur, fiction olur, nonfiction olur. Edebiyatla, önünde oluşan kuyruğu görünce bu iş olmuş yazmakla derdi olan, meselesi olan hiç kimse ‘ben dememek mümkün değil. Cem Mumcu, edebiyatçıyım’ diye fırlamaz. Şu anda blog Dizüstü Edebiyat’ın yaratıcısı. Keşfettiği diye bir mecra var. Bunu kullananları yeni yazarlara güveni tam. “Kafka bu toptan aşağılayalım gibi bir mantık olamaz çağda yaşasaydı blog tutardı” diyecek zaten. Alet edevat önemli değil, önemli kadar da çağın gereği olarak görüyor olan yazmak.” bunu. Mumcu, blogları ve twitter hesaplarını Dizüstü Edebiyat serisi çıkmaya dolaşarak buluyor yeni yazarları. Önem başladığında blog yazarlarının basılı verdiği tek şey ise yazarın dilinin kendine kitaplarının olması yadırganmış, biraz has olması. Özgün bir halleri varsa onlarla tuhaf karşılanmıştı. Mumcu, eleştirilerin bağlantıya geçiyor. Edebiyat yapması ya SİNEM farkında ama bir o kadar da yaptığının da yapmaması önemli değil. Zaten “Ağır arkasında. Önemli olanın sadece yazmak bir edebiyata denk gelsem, dizüstü DÖNMEZ olduğunu söylüyor: “Öyle bir blog yazarı edebiyattan değil başka bir seriden çıkar, karakteri, yazdıklarıyla öyle dikkat çıkartabilirim” diyor. Yani aslında seri çeker ki, tepeler atar kendini edebiyatçı gören pek bitmiş değil. Mumcu blogları, twitter hesaplarını çok yazarı. Mesela Kafka yaşasaydı kesin blog dolaşmaya devam ettikçe keyifli rekabet de devam yazardı, ben size öyle söyleyeyim. Bu çağın gereği edecek. Mumcu, yayıncı kimliğinden dolayı kendisine bu. Amaç yazmaktır. Nereye yazıldığı da çok önemli yıllardır dosyalar yağdığını ancak şimdi yazarları değildir. Ben yıllarca defterlerime yazdım, daktiloma bulmak için kendisinin uğraşmasından çok memnun yazdım, şimdi bilgisayarla yazıyorum. Bu çağda olduğunu dile getiriyor: “Kendim arıyorum, tarıyorum, D bakıyorum, buluyorum. Bir yandan da onların gelişimini görüyorum, mesela imza gününde görüp mutlu oluyorum, bu çok çok büyük bir haz. Yazar kimliğimi bir tarafa atıp editör kimliğimle onları yönlendiren, besleyen tavsiyeler veriyorum, şu an mesela bir tanesi Calvino’nun bütün kitaplarını okuyor. Biz bir oyun oynuyoruz. Sonunda kitap olabiliyor da olmayabiliyor da.” Twitter’da ise 140 karaktere yazdıklarıyla keşfettikleri de var. O 140 karakterde de sağlam bir dili, sağlam bir zekâyı görebilmenin mümkün olduğunu söylüyor. Keşfettiğini düşündüğünde ise uzun bir metni olup olmadığını, uzun bir şey yazmayı düşünüp düşünmediğini, yazsaydı ne yazardı diye soruyor. Bu şekilde de seri giderek büyümeye devam ediyor. Edecek de... “Yazı dediğiniz gelişmesi, beslenmesi gereken bir şey” diyor Mumcu. “Bir edebiyatçının derdi çok satmak olamaz, zaten artık ‘martılar’, ‘annemin yüzü’ duygusallığı okumak istemiyorum. Yeni şeyler söylemek lazım. Bizim yazarlarımız okumuyor, zamanında 100 kitap okumuşlar hâlâ onunla gidiyorlar, beslenmiyorlar. Kitap bir sonuçtur ama ben yazar olacağım diye yola çıkılmaz, ben yazmayı seviyorum diye yola çıkılır.” Ve bu da bana göre bloggerlar ve twittercılara Mumcu'dan en büyük tavsiye. G sinemdonmez@cumhuriyet.com.tr Onur Gökşen kitabında kendine değenleri anlatıyor. K C M Y B C MY B itabı çıkacak olanlardan biri de Mumcu’nun twitter’dan keşfettiği Hoanes. Kitabını yazmaya devam ediyor. Kendi halinde bir şeyler yazıp karalarken bir gece ansızın Cem Mumcu’dan gelen mesajla teklif almış. Kendisi için de sürpriz olmuş. “Twitter, kendimi bildim bileli dalga geçtiğim bir platformdu. Hâlâ kendi kendime ‘N’apıyoruz ki biz’ diyorum.” Twitter’da binlerce insan tarafından takip edilmek ne ifade ediyor size diye sorduğumda, “Bir gün başım sıkışsa, kavgaya çağırsam bir tanesi bile gelmez” diyor. Dizüstü Edebiyat, Hoanes için basmakalıp sözcüklerden, hep aynı kelimelerin etrafında dönmekten sıkılmış okurları farklı tarzıyla, yormadan, tekrar kazanabilecek bir oluşum. “Kitap okumayı sevmediğini söyleyenlere kitap okuma alışkanlığı kazandırması bile yeterli” diyor. Peki, Dizüstü Edebiyat, edebiyata yeni bir bakış, dil getiriyor mu? “Kesinlikle” diye yanıt veriyor ve kendi üslubuyla devam ediyor: “Kaldı ki, Dizüstü Edebiyat başlı başına farklı bir bakışın ve dilin duramayıp ortaya çıkması değil mi a canlar, cananlar, yarlar, yaranlar?” G Nasıl gelişti kitap hikâyesi? Teklifi aldığında kaygılandın mı? Gerçekten çok ilginçti. Hikâyelerim uzun zamandır hazırdı, yayınevi aramayı düşünüyordum ama bu işi nasıl becerebileceğimi bilmiyordum, tam o sırada Cem Mumcu’dan bir mesaj geldi; “Kitap yazmayı düşünür müsün?” diye. Ertesi gün elimde klasörle yanındaydım, çok sıcak karşıladı, klasörü aldı, bir hafta sonra da “Onur basıyoruz” dedi. Bu çok garip bir duygu. Niye basıyor ki? Yazılarım onu neden ilgilendirsin? Hadi basıldı, okurlar niye ilgilensin, kim tanır beni? Bunlar gibi pek çok soru geçti aklımdan. Ama şimdilik kaygılarım boşa çıktı gibi, zira kitap 20 günde üç baskı yaptı, bu işlerden pek anlamam ama yeni bir yazar için bu çok güzel ve küçümsenmeyecek bir başarı. Bu sadece bir biyografi değil, dönem anlatısı da; renkli televizyondan videonun hayatımıza girişine kadar pek çok olayı anlatıyorsunuz... Bu kitaba biyografi diyemem, sadece aklıma kazınan olayların şimdiki zamandan bir yorumu. Gençliğimde Aziz Nesin’in tüm kitaplarını okudum, en çok “Böyle gelmiş, böyle gitmez” adlı biyografisinden etkilendim, özellikle çocukluğunu anlattığı birinci kitaptan. Belki ondan dolayı ben de çocukluğumu anlattım, ama benimki tabii ki onun yanında bir hiç. İnternette yazmak daha kolay, rahat. Ancak kâğıda, kitaba döküldüğünde kelimeler “ağırlaşıyor”, sertleşiyor. Ama sanki bir günah çıkarma halindeymiş gibi yalın ve açıksınız kitapta; “Korkakça ve uzun yaşamayı seçen aşağılık bir insanım ben” diyecek kadar. Bu kadar çıplak olmak korkutmadı mı? Bu çok ilginç bence. Bugüne kadar tüm yazdıklarımı ekrandan, ya da çıktıdan gördüm, okudum, ama kitabı elime aldığımda hikâyelerin beklediğimden, okuduğumdan daha güzel olduklarını fark ettim. Onlara birazcık yabancılaştım da, gerçekten tarif edilmesi zor bir his bu. Ben yazıda açık olmaktan hiçbir zaman korkmadım ve özellikle samimi yazabilmek için tüm sınırlarımı sonuna kadar zorladım, çünkü biliyorum ki, bir yazarın tasvir gücü ne kadar kuvvetli olursa olsun, kurgulaması ne kadar iyi olursa olsun, “gerçek” hissini okurlara verememesi onun için büyük bir sorundur. Bu konu benim için çok ama çok önemli. Okuru neye inandırıyorsan o gerçektir. Kitabın arkasında; İclal Aydın’dan, Teoman’dan, Birol Güven’den, Biricik Suden’den alıntılar var. Bu insanlarla bağlantın var mıydı? Bu dört kişi arasından sadece Teoman arkadaşım, diğerlerini Twitter’dan tanıyorum, Biricik Suden’le yüz yüze de görüştüm, tanıştım, hayatımda en keyif aldığım anlardan birini yaşattı; kitabımı kendisine verdikten sonra akşam “Mazhar’la karşılıklı Onur Gökşen’in kitabını okuyup gülüyoruz” diye yazmış twitter’a. Gerçekten çok etkilenmiştim bu beğeniden. Çünkü MFÖ benim çocukken para verip kasetini aldığım ilk gruptu. G Kavgaya çağırsam bir tanesi bile gelmez
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear