25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

6 PAZAR YAZILARI 19 TEMMUZ 2009 / SAYI 1217 Yolculukları seviyorum ASLI SELÇUK unanlı yaratıcı usta Theo Angelopoulos’un görüntü yönetmeni Andreas Sinanos, 16. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde Akdeniz Ülkeleri Kısa Film Yarışması’nda jüri üyesiydi. Cumhuriyet için kendisiyle özel bir söyleşi yaptık. Beş yıllık tıp öğreniminin ardından neden sinemayı özellikle de görüntü yönetmenliğini seçtiniz? Çok bilindik bir yanıt olacak ama sinema yapan çoğunluk gibi ben de 1213 yaşındayken izlediğim filmlerin etkisinde kaldım. Beyazperde beni büyüledi. Ne kadar çok film izlersem bu dünyayı keşfetme isteğim o denli artıyordu. O zamanlar köyümdeki iki sinema salonunda haftada iki kez film gösterilirdi. Her tür film. Yunan melodramları, kızılderili filmleri, westernler, Visconti’nin, Elia Kazan’ın, Ingmar Bergman’ın filmleri. Doğal olarak sinema yapma isteğimi ebeveynlerime kabul ettirmek güç oldu. Öte yandan sinemaya yönelmem için yeterli bilgilere de sahip değildim. Liseyi bitirince tıp okumaya karar verdim fakat sinema dünyasına girme isteğim hep sürdü. Yolculuğu sevdiğimden üniversite için İtalya’yı seçtim. 196873 yılları arasında Roma’da tıp okudum. Sinemanın beni bırakmayan sevgisi ağır basınca onca yılımı verdiğim tıp eğitimimi bıraktım. Bir fotoğraf makinesi satın alıp fotoğraf çekmeye giriştim. Çektiklerim film kareleri gibiydiler. Mekânlar ve özellikle ışık ilgimi çekti. Gündelik yaşamda da sürekli biçimleri, ışığı gözlemlerim. 1973’te Şiir soytarıları ADNAN BİNYAZAR Şairlerin adını anmakta çekinceniz varsa, niye ekranlarda şiirlerini okuyorsunuz! Ad belirtmek telif hakkı doğurur diye korkuyorsanız, daha da büyük ayıp! Şiiri okuyan doğru seslendirse neyse, yapılanın belki bağışlanacak bir yanı olur! Kimileri, haklarında suç duyurusu yapılacak denli katlediyor sözü de tınıyı da... Okuduğu şiirden sonra araya kendi şiirini sokuşturanlar, onunla yetinmeyip saçma sapan yorumda bulunanlar var ki, onları yargıç önüne çıkarmaktan başka yol yoktur. Şiire en büyük hakareti, kendinden geçip dizeleri sarhoş ağzıyla geveleyenler yapıyor. Bunlar, şairin, sarhoşluğu anlattığında bile sarhoşluktan söz etmediğini bilmeyenlerdir. Teatral okunuşlar şiiri yapaylaştırır. Tiyatro sanatçıları arasında bile, okurken o havayı estirenler oluyor. Dilinde ya da sesinde fiziksel bir bozukluk yoksa, şiiri şairinden başka kimse hakkıyla okuyamaz. Öznelin özneli böyle bir yargıya varırken Cahit Külebi’nin, o köylü sesinin tınısıyla, nerdeyse heceleyerek okuduğu, “Senin dudakların pembe / Ellerin beyaz, / Al tut ellerimi bebek / Tut biraz!” dizeleri ses belleğimde uçuşunca hüzünlere kapılıyorum. Ahmed Arif’in, yaralı ciğerinin acısını duyumsatan hışırtılı sesinden “Gör, nasıl yeniden yaratılırım, / Namuslu, genç ellerinle. / Kızlarım, / Oğullarım var gelecekte, / Herbiri vazgeçilmez cihan parçası. / Kaç bin yıllık hasretimin koncası, / Gözlerinden, / Gözlerinden öperim. / Bir umudum sende, / Anlıyor musun?” dizeleri beynimde dolaştığında ağlıyorum. Salâh Birsel’in, yüzünde ironili zekâsının ipiltileriyle verip veriştirerek okuduğu kikirikli şiirlerinin tınısı belleğimden nasıl silinir! “Sizinkisi de gülmek mi a kikirikler / Gülünce şöyle sunturlu gülmeli / Bir iki üç dişleri göstermeli / Sırıtmalı değil zangır zangır gülmeli”... Ekran şairleri, Birsel’in “Kikirikname” adında bir şiir kitabı olduğunu duymasınlar, kitaptaki her şiirle, meydanlarda millete kolbastı oynatırlar! TV’lerde düzeysiz şiirlerini okuyup esrikleşen ağlak suratlı hokkabazları gördükçe Nurullah Ataç’ın bir eleştirisini anımsadım. Ataç, Ahmet Haşim’in, “Karanfil” şiiri okunurken keman sesi duyduğunu söyleyen bir okuruna, “Şiir okuyacağınıza keman dinleyin!” der. Şiir bağırtıya gelmez. Okurken bedene atraksiyon yaptırmak, Feto türü salya sümük ağlamak, şiiri can damarından vurmaktır. Ekranlar, coşku denetimini yitirip kıllı göğsünü jiletleyenlerin yabancısı değil. Şiir okurken onlardan esinlenip coşku şehvetine kapılanlar seslerine trajik tonlar yüklemeyi marifet sanıyorlar. Bunu yaparken bedenlerini şişlerle delik deşik eden Rufai dervişlerine dönerek gülünçleştiklerinin ayırdına varamıyorlar! Onlar takındıkları gizemli görünümleriyle esrikleşenler, birçok izleyiciyi şiirin hiç etkilemediğini, tam tersine kılıktan kılığa girerken yaptıkları soytarılıkların güldürdüğünü algılama yeteneğinden bile yoksundurlar. Şiir, sözün onurudur, tınısında bu onuru taşır. Şiir soytarılarının yaptığı, sözün onurunu ayağa düşürmektir. Çözüm, şiiri onların ağzından kurtarmaktadır; hiç değilse sözün iffeti korunmuş olur... G binyazar@gmail.com Çok bilindik bir hikâye onunki; çocukluğunda izlediği filmlerin büyüsüne kapılmıştı. Bu büyü ona ileride tıp eğitimini bile bıraktırdı. Ve bugün usta bir görüntü yönetmeni olarak karşımızda Andreas Sinanos. Y Atina’ya dönüp sinema okumaya başladım ve hangi dalda uzmanlaşacağımı da buldum: Görüntü yönetmenliği. Theo Angelopoulos’un kameramanı Yorgos Arvanitis’le tanıştım. 1975’te The Travelling Players’ta (Kumpanya) Arvanitis’in asistanı oldum. Jüri üyeliğiniz nasıl geçti? Ya festivalle ilgili izlenimleriniz? Jüri üyesi olmak ve Adana’yı ziyaret etmekten ötürü çok mutluyum. İlginç ve sempatik insanlarla karşılaştım. Organizasyon, konuk ağırlama gerçekten mükemmeldi. Kısa metraj jüriliğine gelince o da iyi geçti, uyumlu bir ekiptik. Çok ilginç çalışmalar izlememize karşın seçimlerimizde zorlanmadık. Ne yazık ki Ulusal Yarışma’da olan filmleri zamansızlıktan ötürü pek göremedim. Kısa bir zaman içerisinde düşük bütçelere ve Amerikan sinemasının istilasına karşın Türk sinemasının geliştiğini gözlemledim. Nuri Bilge Ceylan, Yeşim Ustaoğlu, Semih Kaplanoğlu, Derviş Zaim gibi bildiğim yönetmenlerin dışında ilginç filmler çeken başka yönetmenlerin olduğunu da keşfettim. Yaşamda neyi odaklıyorsunuz? Yönetmenlerinizi, filmlerinizi nasıl seçiyorsunuz? Yaşamda beni en çok hareket cezbediyor. Yolculuk... her yönde yolculuk ve mekan değişimi. Araştırma yapmak, keşfetmek. Bilinmeyenin hep bir çekiciliği vardır. Bundan ötürü yolculuklara çıkmayı, yeni mekânlar görmeyi, yeni insanlar tanımayı seviyorum. Tunus, Ermenistan, Irak gibi ülkelerde küçük bütçeli yapımlarda da çalıştım. Türkiye’de özellikle İstanbul’da çalışmayı istiyorum. İstanbul çok güzel bir kent. Andreas Sinanos (üstte sağda) ve Theo Angelopoulos “Zamanın Tozu”nun setinde... “Ağlayan Çayır” filminden iki görüntü (sağda)... Uluslararası birçok yönetmenle çalışmanıza karşın bildiğime göre Theo Angelopoulos’la ayrı bir ilişkiniz var. Onunla olan bu çok özel ilişkinizi açıklar mısınız? Angelopoulos uzun bir öyküdür benim için. Mesleğimdeki dönüm noktasıdır da. 1975’te setinde stajyer olarak çalıştığım ilk yönetmendir. Kamera asistanlığı, ortak kameramanlık, son beş filminin görüntü yönetmenliğini yaptığım çok özel bir sinemacıdır. En başından beri filmlerini sevmekle kalmadım çalışma metodu da beni çok etkiledi. Sette törensel bir disiplin kuruyor. Öyle bir ortam yaratıyor ki oyuncular, tüm ekip ona büyük bir saygı duyuyor, bu saygıyı da gösteriyor. Kumpanya’nın çekiminde iyi bir ilişkimiz oldu, gerisi de doğal olarak gelişti. Sanırım Theo hâlâ beni sinema okulu öğrencisi, Arvanitis’in setine getirdiği o çok genç delikanlı olarak görüyor. Benim bu ilk görüntüm onun belleğinde yer etti. Theo’yla çalışmak hem çok kolay hem de çok zordur. Birbirimizi uzun yıllardır tanıdığımız için kolaydır, bazen sette hiç konuşmadan, diyalog kurmadan da anlaşırız. Öte yandan Theo motor demeden son ana dek arayan bir yönetmendir, pes etmek nedir bilmez. Onun bu disiplinine benim de uymam gerekir. Bu sürekli arayışı, ısrarcılığı işine yaratıcılık getirir. Bulmak için sürekli uğraşır ya da doğru nokta için bir süre durur. TürkYunan ilişkileri deyince aklınıza neler geliyor? Geçmişte, politikada, halklar arasındaki ilişkileri göz önünde bulundurursak. Yunanlılar ve Türkler farklı halklar olsa da benzeşen, paylaşabilecekleri çok ortak yönleri var. Politik açıdan söz ederek yanlış anlaşılmak istemiyorum, çünkü bazen işler çok karmaşık hale geliyor. Sanırım en doğrusu yabancıların karışması olmadan birlikte çözümler bulmamız. Ünlü kameraman Vilmos Zsigmond görüntü çalışmasını filmin özgün biçemine uydurduğunu, sinemada doğal aydınlatmanın öneminin altını çiziyor. Bu konuda sizin ilkeleriniz nelerdir? Zsigmond çok haklı. Çok yalın biçemde, minimal şekilde çalışmaya ulaşmak gerekiyor. Gerekeni tutmak, ikincil, dekoratif olan herşeyi atmak, dışlamak lazım. Her sahnenin içeriğine odaklanmak kolay gözükse de uzun süreçli bir çalışma ister. G Andreas Sinanos Yunanistan’da Andravida’da doğdu. 196873 yıllarında Roma’da tıp okuduktan sonra 1973’te Atina’ya dönerek Lykoyrgos Stayrakos’ta sinema eğitimi aldı. 1975’ten 83’e dek Yorgos Arvanitis, Ennio Guarneri gibi kameramanların asistanlığını yaptı. 1983’ten bu yana birçok uzun metraj, TV ve dizi film, belgesel çekti. Avrupa Film Akademisi (EFA) ve Fransız Görüntü Yönetmenleri Birliği’nin (AFC) üyesidir. Theo Angelopoulos’un Leyleğin Geciken Adımı, Ulis’in Bakışı, Sonsuzluk ve Bir Gün, Ağlayan Çayır, Zamanın Tozu filmlerinin görüntü yönetmenliğini üstlenen Sinanos, Olga Robards, Gölge Ustası, Equinox, The Blue Dress filmleriyle Selanik Film Festivali’nde, The Crossing’le de Yunan Kültür Bakanlığı’nın en iyi görüntü ödüllerini aldı. Michael Cacoyannis, Chris Marker, Don Askarian, Hiner Saleem, Jeanine Meerapfel, Selma Baccar gibi uluslararası yönetmenlerle çalıştı. G C M Y B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear