23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

2 VİYANA 19 TEMMUZ 2009 / SAYI 1217 Genç kızların gülüşlerinde müzik... AHMET ARPAD azik garsonun az önce getirdiği nefis çikolatalı pastaların görünümü ağız sulandırıyor. Tablo güzelliğinde. İnsan çatalı batırmaya çekiniyor. Yanında beyaz, özel porselen fincanlarda üstü kremalı kahve. Ağaçlıklı caddeden esen rüzgâr insanı rahatlatıyor. Hemen karşıda yükselen bembeyaz Burg tiyatrosu kültür tarihi yazmış, kiliseden kutsal bir yapı. Café Landtmann geçmişte olduğu gibi bugün de zenginlerin, ünlülerin, sanatçıların ve rahatını seven gerçek Viyanalıların her gün uğramadan edemediği tarihi bir kahvehane. Sarayı andıran dört katlı kar beyazı bir yapının alt katına 1873’te Franz Landtmann’ın açtığı kahve, kocaman salonunu süsleyen tablolarından mobilyasına, tahta sütunlarına kadar koruma altında. Ünlü garsonu Robert Böck smokiniyle otuz yıl görev yaptığı Landtmann’dan 2003’te emekli olurken politikacısından sanatçısına Viyana’nın ünlüleri “kentin ağzı en TREN GELİR HOŞ GELİR... N sıkı garsonuna” vedaya gelmiş, son kahvesini garson giysileri içinde belediye başkanı Michael Haeupl masasına getirmiş. Geçmiş yüzyıl Viyanası’nın ünlüleri Gustav Mahler, Sigmund Freud, Emmerich Kálmán, Curt Jürgens, Otto Preminger ve Romy Schneider’in masalarından kalkmadığı Café Landtmann Viyana’da mutlaka uğranılması gereken bir mekân. Buraya gelip de, az ötede, Berg Sokağı, 19 Numara’daki Freud Müzeevi’ni ziyaret etmemek olmaz. İnsan daha büyük kapısından içeri girip, mermer basamaklı merdiveni çıkarken kendini biraz tuhaf hissediyor. Kocaman katın geniş odaları, yüzyıllık parkelerle kaplı. İnsanlar köşelerde sessizce duruyor veya koltuklara kurulmuş, dalgın dalgın düşünüyor. Her milletten, yaştan Freud hayranı burada. Virtinlerde kitapçıklar, elyazması belgeler, tanrı ve tanrıça heykelcikleri, sararmış fotoğraflar, Çin tapınaklarından kimi yapıtlar. Bu odalarda gezinmek insanı etkiliyor... 23 Eylül’de Freud’un ölümünün Los Angeles’ta her yıl düzenlenen “Geleneksel Trenlere Kıçını Gösterme Günü” Batı kültüründe sık karşılaşılan kıç gösterme ritüelinin uzantısı... Rivayete göre olay 1979’da K. T. Smith adlı bir kişinin trene kıçını gösterecek kişiye bira ısmarlayacağını söylemesiyle başlamış... yetmişinci yılı. Kendisi gibi Viyanalı olan Stefan Zweig’la yıllarca (19081939) mektuplaşır. Nazilerin baskılarına önce Zweig dayanamaz, Londra’ya kaçar. Ardından da Freud İngiltere’ye yerleşmekten başka çıkar yol bulamaz. O terk etmemiştir Viyana’yı. Naziler altından çekmiştir seksen yıl yaşamış olduğu Tuna kentini! Viyana’ya her gelenin pek uğramadığı bir yer var; kent merkezindeki Ulusal Kütüphane. İmparator VI. Karl’ın 18. yüzyılda yaptırdığı barok salon belki de dünyadaki en güzel kütüphane salonu. Binlerce tarihi kitabın yanı sıra heykelleriyle, mermer sütunlarıyla, kubbeleriyle ve tavan freskleriyle kiliseyi andıran bu kütüphanede insan saatler geçirebilir. Viyana insanının sanatçılara ve düşünürlere verdiği değer sonsuz. Toplumun gerçek temsilcilerinin onlar olduğu biliniyor. Viyana’da anıt mezarlar sadece sanatçı ve düşünürlere yapılıyor. Sırtını Schönbrunn sarayı parkına dayamış Hietzing mezarlığı ile ucu bucağı görünmeyen Merkez mezarlığı müzisyeninden opera sanatçısına, ressamından düşünürüne bir çok ünlü Viyanalının son mekânı. Oraları ziyareti yarına bırakıp, Graben’e dönüyoruz. Kohlmarkt ile Stephan alanı koskocaman bir açık hava kahvesi. Büyük şemsiyeler altında oturanlara garson kızlar soğuk içkiler, pastalar, kahveler koşuşturuyor. Katedralin önü her zamanki gibi kalabalık. Bir köşede faytonlar Amerikalı, Japon bekliyor. Yerlere oturmuş gençler müzik yapıyor, şarkılar söylüyor. Günümüz Viyanalısı güler yüzlü, şakacı, sevecen. Sokaklarda, parklarda, kahvelerde beğeni ürünü giysileri çarpıcı renkli kadınlar ve erkekler keyifli. Genç kızların gülüşlerinde müzik... G www.ahmetarpad.de BRÜKSEL Hyde Park’ta Belçika ve türbanı düşünmek ERDİNÇ UTKU K arl Marx’a göre İngiliz devriminin başladığı yerdeyiz. 1885’te işçi sınıfının çalışmadığı tek gün olan pazarları alışveriş yapılmasını yasaklayan karara tepki olarak halkın ayaklandığı parktayız. Şikâyet edilmediği takdirde herkesin özgürce konuşabildiği ancak bilinenin aksine sınırsız özgürlüğün de olmadığı yerdeyiz. Londra’da Hyde Park’ta, Speaker Corner (Serbest kürsü) alanındayız. Yasalara aykırı konuşmalara polis göz yummakla birlikte şikâyet edilmesi durumunda müdahale ediyor. Belçika ile Londra’nın ne ilgisi var şimdi demeyin lütfen, biraz sabredin. Speaker Corner civarında oturmuş ailece dinleniyoruz. Yanımızda kara çarşaflara bürünmüş bir topluluğu görünce birden Suudi Arabistan’daki günlerime geri mi döndüm diye şüpheye kapıldım. Hayır, Hyde Park’taydım ve Arena’daki konserin sesi bangır bangır işitiliyordu. Sonra “özgürlük ve türban”, “nereye kadar özgürlük, nereye kadar türban” gibi sorulara takıldım. Kızımın araya girmesi işimi kolaylaştırdı: “Baba, biliyor musun Anvers’te Hoboken Atheneum’unda türban takanlar türban takmayanlara niye türban takmıyorsun diye baskı yapıyorlarmış” dedi. Daha ilkokul 2. sınıftaki kızıma “Sonra ne oldu biliyor musun” diye sordum. “Okulda türban yasaklanıyor” yanıtını aldım hemen. Türban Belçika gündemini o kadar çok meşgül ediyor ki, kızım bile gelişmelerden haberdar. Son olarak Anvers’te Anvers Kraliyet Atheneum’u ve Hoboken Kraliyet Atheneum’u “Türban takanların takmayanlara baskı yaptığı” gerekçesiyle erdincutku@binfikir.be C M Y B C MY B türbanı yasaklama kararı aldı. Doğal olarak karar tepki ve protesto eylemlerini de beraberinde getirdi. Coğrafi temelde 3 Bölgeli, dil bazında 3 toplumlu federal ülke olan Belçika’da federal eğitim bakanlığı yok. Eğitim bölgelerin yetkisinde. Her eğitim bakanlığı da kendi inisiyatifini kullanıyor. Türban konusunda genel bir düzenleme yok. Bu konuda karar okul yönetimlerine bırakılıyor. Anvers’te yaşanan olay ilk değil. Yıllar önce de Brüksel’de Laken’da benzeri bir deneyim yaşanmıştı. Okul yönetiminin de gerekçesi aynıydı: “Türban takanlar dışarıdan kişilerin de desteği ile takmayanlara sosyal baskı yapıyorlar.” Hatta o zamanki Brüksel Bölgesi Eğitim Bakanı “Cezayir’den yeni döndüm, Cezayir’de bile Brüksel’in sokaklarındaki kadar türbanlıya rastlamadım. Bu konuda bir şeyler yapmak lazım” demişti. Türkiye’de, sevgili Mahinur Özdemir’in Brüksel Parlamentosu’ndaki yemin törenine sazan gibi atlayanlara yine Mahinur’un kendi sözleri ile yanıt vermek gerek. “Türkiye’nin koşulları ayrı. Ben Türkiye’nin iç politikasına alet olmak istemiyorum” diyen Mahinur üniforma niyetine kullanılan giysi ya da simgelerin sonunun nereye varacağını düşünmeden klavye başına geçenlere umarım bir soru işareti hediye etmiştir. Hyde Park, Özgürlük, Belçika, Türban, Türkiye... Nereden nereye? Soru her yerde aynı ancak yanıt farklı olabiliyor. Nereye kadar özgürlük, nereye kadar türban? “Türban takanların takmayanlara sosyal baskı yapabilme özgürlüğü”nden dem vurmak yasağı beraberinde getiriyor. Mahalle baskısı mı dediniz? İşte öyle bir şey! G
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear