Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
4 Anarşizm Yunanistan’daki isyanla birlikte tüm dünyada yükselen değer Özür dilemeli mi? Selçuk Erez 20. yüzyıl başlarındaki Ermeni Olayları konusunda “Bireysel vicdan hesaplaşması ve özür çağrısı” internette imzaya açılınca, belli sayıda destekleyici ama daha çok karşı tepkiler gözledik: Cumhurbaşkanı’nın etnik kökeni konusunda açıklamalara, “Onlar özür dilesin” kampanyalarına şahit olduk, özür dileyenleri karalayan yazılar okuduk. Olumlu ve olumsuz tepkilere bakarak başka acı bir gerçeği kavrıyoruz: TürkErmeni kavgası halen olanca şiddetiyle sürmektedir. Ben bu kavgada amcamın oğlu İsmail’i yitirdim. Ama başka İsmaillerin yitmemesine elime tüfek alarak bu işte günahı olmayanların peşine düşerek değil, bu kavganın bir an önce sona ermesine çalışarak katkıda bulunabileceğime inanmaktayım! Bu amaca varmak istiyorsak, kampanyalarımızda, destek ve karşı çıkışlarımızda iki hususa dikkat etmemiz gerekir: a) Gerçeklerle çelişmemeliyiz, b) Türklerin de, Ermenilerin de bu konudaki hassasiyetlerini dikkate almalıyız. Çünkü şu tarafı ya da bu tarafı illaki batırmak, haksız çıkarmak, ezmeğe çalışmak, uzlaşmağa değil, kavganın devamına yol açar! Bu iki maddeyle çelişmeyecek çıkış yolları aramalıyız: haline geldi. Konu genellikle hep kulak dolgunluğuyla edinilen bilgiler içeriyordu. En iyisi merak edilenleri Türkiye’deki anarşistlere sormaktı. Anarşist camianın içinde son dönemde en dikkat çeken topluluk Ahali, lisede örgütlenen anarşistlerin oluşturduğu Lise Anarşist Faaliyet ve kendini “erken Marksist geç anarşist” diye tanımlayan 46 yaşındaki bir avukat kendi anarşist hikâyelerini ve anarşinin bu topraklardaki yolculuğunu anlattı. İşte bizim anarşistler... Deniz Ülkütekin Y Bu formülü oluşturmak için göz önünde tutulması yararlı olan gerçekler vardır: Türklerin Anadolu’ya taşınmalarının başlangıcı olan 1071 (Malazgirt) ile 1915 arasında geçen 800 yıllık zaman içinde yan yana, iç içe, yaşamış olan iki etnik guruptan birinin diğerinden daha vahşi, kana susamış ve gaddar, diğerinin ise ötekinden daha uygar, sulhsever ve melek olamayacağı bilinmelidir. Öyleyse Ermenilerle Türkler bir araya gelip bambaşka bir açıklamaya beraberce imza atmalıdırlar: Burada “özür” değil “ortak kınamalar” bahis konusu olmalıdır: “Biz, kadınları, yaşlıları ve çocukları camilerde yakarak ayaklanmışları da, ayaklananları cezalandırmakla yetinmek gerekirken bunların çocuklarını, annelerini vb. her türlü tehlikeye açık bir şekilde soğukta ve dağ yollarında kilometrelerce yürüterek masumların ölümlerine yol açmışları da kınıyoruz.” Bu açıklamaya belki Sevgili Mayda Saris’in “Bu Toprağın Öyküleri” kitabına yazmış olduğum önsözde yer alan bazı düşünceleri yansıtan bölümler de eklenebilir: Osmanlı İmparatorluğu’nun son devrelerinde Ermenilerle Müslümanlar arasında gerçekleşmiş olan kanlı çatışmalar bugüne kadar bu topraklarda Ermeni olmayı sıkıntılı, güç bir nitelik kılmış. Uygar ülkelerin eskiden gerçekleşmişleri aşıp bir araya gelmeyi, dost olmayı becerebildikleri bu çağda, Ermenilerin de Müslüman Türklerin de arasında kan davası sürdürmeyi yeğleğenler var... Biz olumsuzlukların, tarihten gelen bütün sıkıntıların farkındayız, ancak mutlu bir geleceğe, bunları taşıyarak değil, insanı insan yapan değerlere ortak katkılarımızı vurgulayarak, paylaştıklarımızın altını çizerek varacağımıza inanıyoruz! G erezs@superonline.com unanistan’da hükümet ve polis güçlerine karşı yürütülen eylemler medyaya eski bir sözcüğü anımsattı: Anarşi. Türkiye’de terörle eşanlamlı tutulan ve politikanın tamamen dışına itilen kavram son bir ayda itibarını yeniden kazandı. 20 Aralık’ta Taksim meydanında tüm dünyadaki anarşistlerle ortaklaşa düzenlenen “Unutmayacağız, affetmeyeceğiz” eylemi, öncesinde Yunanistan Konsolosluğu’na yapılan saldırı ülkemizde de anarşist örgütlenmelerin kamuoyunda yer almasını sağladı. İnsanların merakı yeni sorular getirdi. Kimdir bu anarşistler, düşünceleri nelerdir? Ahali, anarşist camia içinde yeni örgütlenen bir oluşum. Kendileriyle mekânlarında buluştuğumda eylem için pankart hazırlıyorlardı. Sözü önce Çiğdem aldı. 29 yaşında ve şu sıralar işsiz. Çalıştığı zaman ise geçici işleri tercih ediyor. Konu Türkiye’de anarşist hareketin geçmişiyle açılıyor. Anarşistler kara bayrakla sokaklarda... Türkiye’de anarşinin sosyalizm gibi köklü bir geleneği olmadığını söylüyor Çiğdem. 80’li yıllarda yazılı metinlerle birlikte ufak ufak büyüyen bir camia oluşmuş. Ancak bu camia anarşiyi daha çok düşünce bazında yaşarken bugüne uzanan ayrışmaları birilerinin kara bayrağı sokaklarda dalgalandırmak istemesiyle ortaya çıkmış. Bugün ise anarşizm içinde olan, pratikleri anarşizmle örtüşse de kendilerini anarşist olarak görmeyen onlarca oluşum var. Geceleri resepsiyonist olarak çalışan Serkan’a göre aslında pratikte çok fark yok. Özgürlükçü Marksistler gibi grupların eylemlerinin kendi düşüncelerine denk düştüğü kanısında. Ancak teorik farkı ortaya koyanın karşı taraf olduğunu söylüyor. Bugüne kadar dar bir çerçevede gelişen anarşinin bu kadar farklı açılımlar üretmesi bir yandan güzel. Çiğdem de kitlesel mücadeleye dönüşmemesine karşın Türkiye’deki anarşinin kendi söylemlerini üretmesinin önemli bir ayrıntı olduğunu düşünüyor. Ancak fikirsel anarşistler ve benimsediklerini gündelik hayatına yansıtmaya çalışanlar arasında bir fark olduğu da gerçek. Yine de Serkan anarşizmi benimseyip kitleden çok da farklı bir hayat yaşamayanlara, otoriteyle yakın bağ kuranlara da “anarşist değil” demiyor. Bu tip sorular karşısında sıkıştıklarını, çünkü anarşizmin pratiğe yansımalarının henüz tam oturmadığını söylüyor. Bu da doğal olarak bir gelenek ve kültür problemi. Tıpkı Çiğdem’in verdiği örnekteki gibi, “Yunanistan’da bir işgal kültürü var” diyor “öğrenciler okullarını, işçiler de çalıştıkları fabrikaları işgal edebiliyor”. Ahali grubundan konuştuklarımız anarşizmden edindikleri birikimleri olabildiğince günlük hayatlarına yansıtmaya çalışıyorlar. Geçici işleri, komünal hayatı tercih ediyor, böylece otoriteye ödedikleri paraları minimuma indirmeye çalışıyorlar. 28 yaşındaki Gürşat yapmak istediklerini “Toplumun baskısından olabildiğince uzak kalmaya, bunun mümkün olduğuna, komün yaşanabileceğini göstermeye çalışıyoruz” diyerek özetliyor. Serkan’a göre aslında geçici işler kendi tercihleri değil Türkiye’deki anarşistlerin aktif olarak eylem yaparken aynı zamanda ekonomik sorunlarını çözmeyi başaramadığını söylüyor. O sabah vardiyasını devrettikten sonra üç saatlik bir uyku uyuyor ve günün geri kalanını müdahil oldukları sorunlarla uğraşmakla geçiriyor. Bu sorunlardan biri kot taşlama işçilerinin eylemi. Deneyimli olmamalarına rağmen işçi eylemlerine yaklaşım tarzları son derece ilgi çekmiş. “Olabildiğince sert durmaya çalıştık” diyor Serkan. “Çünkü çeşitli yerlerden gelen telefonlar bunun bir eylemden yardım kampanyasına dönüşmesine sebep olabilirdi”. İşçiler olaydan sonra anarşist olduklarını öğrenmelerine karşın aralarına katılan bu yeni grubu hiç yadırgamamış. İlginç olan merkez yakın sol oluşumların ve emeği ön plana alan örgütlerin bile başaramamış olduğu bir kaynaşmayı işçilerle gerçekleştirebilmeleri. Gürşat da otoritenin giremeyeceği alanlar yaratmaktansa kendilerinin girebileceği alanları çoğaltmaları gerektiğini savunuyor ve devam ediyor “Türkiye’de solun içinde bulunduğu muhalefet ciddi bir güçsüzlük içinde. Bugün Türkiye’de de insanlar otorite tarafından öldürülüyor. Ancak halkı eyleme yönlendirecek mekanizmalar sessiz kalıyor. Biz doğalgaz zamlarını kapitalizmi çok iyi çözdüğümüzden protesto etmiyoruz. Kendimiz de insanların yaşadığı zorlukları yaşıyoruz. İnsanları anarşist olmaya değil, isyan etmeye teşvik ediyoruz.” Pankart çalışması uzun saatler alıyor... ablasıyla birlikte gidermiş. İnsanların aynı amaç için bağırması hoşuna gidiyormuş. Belli bir birikim edinince eylem ve düşünce arasında daha fazla denge kurmaya çalışacağını ve heyecanını biraz olsun kaybedebileceğini söylüyorum. “O heyecan hep artıyor, çünkü yaş ilerledikçe değişik sorunlarla karşılaşıyorsun, bu da anarşist bir dünya hayalinin artmasına sebep oluyor” diye karşılık veriyor. Her ikisinin de çelişkisi zamanlarının büyük bölümünü sistemine karşı çıktıkları okulda geçirmek. İkisi de ağız birliği etmişcesine “Ben aslında okula anarşizmi anlatmak için gidiyorum” diyor. En sık karşılaştıkları tepki ise korku. Özgür “İnsanlar ist ya da izmle biten kelimeleri duyunca korkuyor” diyor. Okul dışı zamanlarda ise komünal bir yaşam ve dayanışma için mücadele ediyorlar. Aslında yaş da bireysel hiyerarşiyi kurmak için en büyük silahlardan biri. Özgür, anarşist grubun içinde yaşı nedeniyle tecrübe bombardımanına tutulmamış, daha doğrusu ezilmemiş. OKULDA ANARŞİ Fotoğraf vermedikleri için yazmak gerek, Özgür erkek Deniz ise kız. İkisi de 16 yaşında ve öğrenci. Lise Anarşist Faaliyet örgütlenmesi içinde yer alıyorlar. Özgür’ün anarşi kavramıyla tanışması evde tesadüfen gördüğü bir kitap sayesinde olmuş. Kitap belki tesadüfen ordaymış ama Özgür’ün talepleri bu tesadüfün doğmasında önemli rol oynamış. “ÖSS’yi kazanacağım, üniversitede okuyacağım ve iyi bir işe gireceğim. Ben böyle bir hayat istemiyordum ki” diyor. Belki de lise öğrencisi olarak baskıyı ve otoriteyi en derinden hissedenlerden. Bu davranışlarına da yansıyor, öğretmenlerin dediklerini yapmıyor, öğlen yemeği için okuldan kaçıyor, trene kaçak biniyor. Bir keresinde bir bekçi kendisini görmüş, “Niye buradan biniyorsun” diye sormuş “para yoksa biz seni geçirelim ama kaçak binerken biri görürse beni işten atar”. Özgür orada yaptıklarını sorgulamış. Yine de yanlış yaptığını düşünmüyor. Zaten genelde parası olmuyormuş, ailesi para verdiğinde de harcayacağı yerler önceden belirliymiş. Deniz’in hikâyesi biraz daha farklı, onun muhalifliği biraz da aileden geliyor. Anarşizmle tanışmadan önce de eylemlere ERKEN MARKSİST GEÇ ANARŞİST 46 yaşındaki avukat Ali aynen bu cümleleri söylüyor: Erken Marksist, geç anarşist. 1980’e kadar Marksistmiş ama içinde otoriteye karşı hep bir itaatsizlik ve buyurgan ilişkilere karşı alerji varmış. Merkeziyetçiliği kabullenen yoldaşlarının arasında hep biraz yabani kalmış, bu yüzden de hiçbir zaman diğerleri gibi bir örgüt yaşantısı olmamış. Yine de kitapların toplandığı 1980 Aralık’ında William Reich’la tanışana kadar anarşist sorgulamalardan uzakmış. Elbette aile ve eğitim gibi konularda çelişkiler yaşamış. 1986’da Kara dergisiyle anarşist hareketin içine sızmış, bugüne kadar neredeyse tüm anarşist oluşumların içinde yer almış. Kavramı bir ideolojiden daha çok burjuva ahlakına karşı alternatif bir ahlak olarak görüyor. Gerçekten de çevreden kadın haklarına savaş karşıtlığına kadar çeşitli alanlarda yapılan çalışmalarla anarşizm hayatın her noktasına dokunabiliyor. Ali’yi çeken yanı da bu. “Marksizmde genelde teori konuşulur, anarşizmde ise duygu daha ön planda, beni çeken de bu yönü oldu” diyor. G C M Y B C MY B