Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
R PAZAR 8 1/11/07 14:47 Page 1 PAZAR EKİ 8 CMYK 8 Bedenler burada, ama ruhlar kayıp Röportajlar: Ali Deniz Uslu aner Akyol 1975 Bursa doğumlu. Bağlamaya çocukluk yıllarında başlamış. Devrimcilikten cezaevinde yatan bir akrabası, hayat kadar müziğe bakışını da değiştirmiş. İsyanını ve fikirlerini bestelerle anlatabilmenin mücadelesini vermiş. Sonra müzik peşinde Almanya’ya gitmiş. Başta “gürültü” dediği avangard müziğe tutulmuş, bağlamayı dünya müziğinin içinde görmeyi düşlemiş, bağlamanın ifade gücünü insanlara anlatmayı kafasına koymuş, sonunda da başarmış. Akyol’un “Göçmen Kuşlar” albümü Almanya’nın tanınmış plak şirketi “Enya” tarafından 50 farklı ülkede yayımlanıyor. Albümde sanatçının bestelerine büyük şairlerin ve günümüz şairlerinin mısraları eşlik ediyor. Her şarkı farklı bir yaşanmışlığın hikâyesi... İbrahim Karaca’nın albüme ismini veren “Göçmen Kuşlar”ı, politik nedenlerle gözaltında kaybolan bir çocuğun annesinin duyduğu tarifsiz acıyı, Turna Semahı da Sıvas katliamının yüreğinde yarattığı fırtınayı anlatıyor. Taner Akyol yeni albümü “Göçmen Kuşlar”da klasik Batı müziği ile Anadolu ezgileri arasında bir köprü kuruyor. Şarkılarında da, unutturulmak istenenleri, gözaltında kayıpları, hasretini, isyanını ve öfkesini, yüzyıllardır bu topraklara hayat veren şairlerin mısraları ile anlatıyor. Fotoğraf: Vedat Arık T içinde hak ettiği yere oturtmalıydım. Sonra da bağlamanın ifade gücünü insanlara göstermenin peşine düştüm. Batı müziğinde bağlamayı kullanırken müzikal çatışmalar yaşamadınız mı? Bağlama makamsaldır, yataydır. Batı müziği ise dikeydir. Yani bu dikeylik ile yataylığı organik bir şekilde birbirine yerleştirirseniz birbirini rahatsız etmeyen, birbirine üstün olmayan ve kulağa çok hoş gelen bir müzik alanı yakalarsınız. Benim derdim de buydu. Bir de klasik müzikte kalıplar var, ama bizim müziğimiz daha özgür. Zaten halk türküleri de klasik bestecilerin yaptığı gibi planlı değildir, onlar ihtiyaçtan doğarlar. Türkülerin dertleri müzik değil, anlatmaktır. Acıyı, aşkı, hüznü, bilinmeyenleri taşırlar üstlerinde. BENDE HASRET HEP VARDI Pir Sultan, Karacaoğlan, Köroğlu, Mevlana bestelerinize şiirleriyle hayat vermiş. Bestelerinizde İbrahim Karaca ve Adnan Yücel gibi modern şairler de var. Bende hasret hep vardı. Karacaoğlan’ın “Vay Gurbet”i de buydu. Hep bir yerlere gidip, dönememek, hep özlemek, hiç kalamamaktı derdim. Ben Dersimliyim, ama orayı hiç görmedim. Ailem oradan gelmiş, Aleviyiz. Bursa’da yaşarken Dersim’e özlem duyuyordum. Berlin’e gittim, özlemim de DersimBursa oluverdi. Peki ya Mevlana’nın “Hapisteler Ama” şiiri? Bunun hikâyesi bu F tipi cezaevlerindeki “hayata dönüş” operasyonlarına dayanıyor. Müzik çalışmalarımı şiirler okuyarak sürdürürken bu şiiri buldum. Yüzyıllar önce Mevlana’nın yazdığı bu şiir nasıl da güzel anlatıyordu her şeyi. “Hapisteler, ama şarap gibiler.” Yani insanların kafasında düşünceler varsa onları duvarlarla engelleyemezsiniz. Albüme ismini veren şarkı “Göçmen Kuşlar”, hikâyesini nereden alıyor? Bağlama ile nasıl tanıştınız? Henüz yedi yaşımdayken bağlama çalan dayımdan çok etkilendim. On yaşıma geldiğimde bağlama kursuna başladım. O yıllarda babamın yeğeni devrimci olduğu için cezaevindeydi, onu ziyaret sırasında gördüklerim, yaşadıklarım beni farklı bir dünyaya götürdü. Hayat adına büyük kırılma yaşadım. O akrabam bir gün bana “Herkes saz çalar, türkü söyler, ama beste yapmak, üretmek herkesin harcı değildir” dedi. Bu sözler beynime bir çentik attı ve besteci olma arzumu ateşledi. Liseden sonra Almanya’ya gidip Berlin Hanns Eisler Müzik Akademisi’ni kazandım. Bestelerimi üretmeye başladığımda klasik müziğin evrensel müzik olduğunu keşfettim. Ben de bağlamayı dünya müziği Göçmen Kuşlar İbrahim Karaca isimli İstanbullu bir şaire ait. Bu şarkının hikâyesi de gözaltında kayıplarla ilgili. Berlin’de bir aile ile tanışmıştım. Oğulları Hüseyin Toraman, İstanbul’da politik nedenlerle gözaltına alınmış, sonra da ondan haber alamamışlardı. Hüseyin’in annesi çok büyük bir acı yaşıyordu. Çünkü oğlunun cesedini bile bulamamışlardı, başında dua edeceği bir mezar taşı bile yoktu. Ben de yaşanan bu dramı ancak bu şiir ve şarkı ile karşılayabildim içimde. Zaten toplumumuzun ortası yok. Hedef olmak kolay ise çok kolay. “Kürt’sün, Alevi’sin, Ermeni’sin, solcusun” demek buna yetiyor. İnsanlarda ötekileri linç etmek için hep bir arzu var. Yani bedenleri burada, ama ruhlar kayıp. Turna Semahı’nı da Sıvas katliamına ithaf etmişsiniz... Sıvas katliamının yüreğimdeki acısıdır o. Sıvas’ta katledilenlerin birinin elinde sazı, birinin elinde kalemi, birinin elinde kitabı vardı, ama onları yaktılar! Ben bunu, bu acıyı, bu öfkeyi anlattım. Müzisyen yaşamından beslenir, politikası yaşadıklarıdır. Ben Aleviyim, Zaza’yım. Bunlar yokmuş gibi davranamam. Ben Zaza’ca konuşamıyorum ve bundan utanç duyuyorum. Yani müziğimde pişmanlığım da var. Bu albümden sonra neler düşünüyorsunuz? Bağlama, piyano ve perküsyon ile “Taner Akyol Trio” isimli bir grup çalışmamız olacak. Yunan bir piyanist, Alman bir perküsyoncu ile Anadolu halk müziğini temel alıp improvize caz yapmayı düşünüyorum. Bir de Pir Sultan Abdal ile ilgili bir opera ya da oratoryo yazmak en büyük arzum. Baba Zula ile “Kökler”e dönüş aba Zula Murat Ertel, Levent Akman ve Coşar Kamçı’dan oluşan çekirdek kadrosuyla yola devam ediyor. Grup elemanlarına göre yeni albümleri “Kökler” grubun en doğal, sahnedeki performanslarına en yakın hali. Bu albümle köklerine inen grup aynı zamanda sadeleşip, durulaşıyor. Albümde anlatılmayacak kadar çok şarkı var. Neşet Ertaş’ı duyduğumuz “Sevsem Öldürürler Sevmesem Öldürürler”, “Japon Halayı”, “Abbasağa Parkı”, “Karayel”, “Nokta” akla ilk gelenler. İşte Baba Zula’dan Levent Akman ve Murat Ertel’in anlattıkları... B yaşadığımız günün gerçeklerine de sırt çevirmiyoruz. Yani sazımızı elektrikli olarak kullanmamız ve elektronik bazı seçimlerimiz İstanbullu oluşumuzdan geliyor. “Kökler”de, müzik sözlerden daha da fazla öne çıkıyor… Murat: Genelde bu kaybolan bir yapı. Günümüz müzisyenleri söze ya da müziğe odaklanıyor ve değişmiyor. Biz ikisinin arasındayız. Bize göre sözler az olunca dinleyicinin hayal gücü müziğe daha fazla karışıyor. Levent: Bence ileri aşamalarda söz ve konuşma bitecek. Belki daha beyinsel bir iletişim ile anlaşmaya başlayacağız. İşte müzik de bu yola giden taşlardan biri. Müzik insanlar arasında kayıpsız ve doğru bir iletişim sağlayabiliyor, ama bu, günümüzde unutulan ve istenmeyen bir şey. Bu da müziğin belli formatlar içine girmesinden kaynaklanıyor. Üç, dört dakikalık şarkılarla, belli söz akışları ile bir standart yaratılmış durumda. Müzik standartları dediniz. Müziği dinleyiciye göre üreten değil de, ürettiğini dinleyiciye alıştıran bir mantık var artık. Ne dersiniz? “Kökler”de yeni neler var? Murat: İnsanlar konserlerimizden çok etkileniyorlardı, ama konserler ve albümler arasındaki farktan şikâyetçiydiler. Biz de konser tınısı ile albümü yakınlaştırmak istedik. Levent: 1950’lerin kayıt teknolojilerini kullanarak daha canlı ve doğal bir kayıt yaptık. Biz, dijital mikserleri, bilgisayar programlı müzikleri sevmiyoruz, kullanmıyoruz. Tercihimiz analog masalar ve kayıt sistemleri. Bu albümdeki kısa ve orta uzunluktaki akustik şarkıları da bu anlayışla yaptık. Değişik mikrofonlar ve mikrofonlama teknikleri ile iki gecede 82 parça kaydettik. Yani gecede 41 parça gibi bir ortalamamız var. Bu biraz da aldığınız eleştirilere bir yanıt mı? Murat: Biz bu albümde başa dönüp kendimize bakalım dedik. Ne de olsa on yılı devirmiştik. Üç kişilik çekirdek kadromuzun önemini anladık. Evet, bazı insanlar bizim çok sade olduğumuzu söyleyerek bizi eleştiriyorlardı. Biz de bu eleştirilerin üstüne gittik ve daha da sadeleştik. Zaten şu günlerde herkes bir abartı içinde, bizim sadeleşmemiz çok doğal! Az bir zaman değil, tam 11 yıldır Baba Zula’yı dinliyoruz. Grubun kurucularından Murat Ertel ve Levent Akman altıncı albümleri "Kökler"de, konserlerdeki heyecanı ve duygu yoğunluğunu dinleyiciye vermek istediklerini söylüyorlar. Baba Zula bu albümünde köklerinin peşinden giderken kuruluş yıllarını da selamlıyor. SADELEŞEREK DERİNLEŞİYORUZ Bu abartı, müziği zenginleştirmek adına yapılıyor. Hani şu bol enstrümanlı zengin müzikal altyapı derdi. Levent: Bu da aslında yapılan müziğin kötüleşmesinin temel nedenlerinden biri. Aranjmanlar, kemanlar, yaylılar, klavyeler derken müziği kendi içinde boğmak da var. Aslında bu bir tür fakirleştirme. Biz sadeleşerek derinleşiyoruz. Albümünüzün adı “Kökler”, “Baba Zula köklerinde değil miydi?” diye bir soru getiriyor akıllara. Murat: Biz İstanbullu, şehirli insanlarız. Bu şehirde köklerimizin peşindeyiz. Diğer kültürlerin bize dayattığı değerlerin içinde değerlerimizi bulmak zorlaşıyor. Başka geleneklerle bulanıklaşıp, yabancılaşıyoruz. Hatta bazen dayatılan kültürü kendi kökümüz sanıyoruz. Biz köklerimizi yaşarken Levent: Bizde insanlar müziği yalnızca televizyondan takip ettiği için, kendilerine ne verilirse onu alıyorlar. Müziğin peşinde değiller. Bu yüzden de belli şeylere takılmış olmaları kaçınılmaz. Bir de köklerini küçük görme, aşağılama durumu var. Biz Piyote’de çalarken bazı insanlar, “her gece sizinle göbek atıyoruz, sonra da niye göbek atıyoruz diye düşünmeye başlıyoruz” diyorlardı. Bunu söylerken “ah nasıl yapıyoruz” der gibi pişmandılar. Yahu bu senin kökün! Sen böyle doğmuşsun, bunlarla büyümüşsün. Bundan niye utanıyorsun ya da bunu niye yadırgıyorsun. Yani diskoda modern dans edince daha bir kendin mi olacaksın! Bu manasız yabancılaşmadan uzaklaşmamız gerekli. Albümde “Japon Halayı” diye bir parçanız var. Nedir onun hikâyesi? Murat: Bir gece Beşiktaş’ta bir dostumuzun evine yemeğe gitmiştik. Evden çıkarken bana “şu çöpleri de atar mısınız?” dedi ve benim şansıma bir Japon sopası yakıtı tenekesi düştü. Tam çöpe atacağım, kıyamadım. Çöpü döktüm onu yanıma aldım ve stüdyoya getirdim. Sonra Coşar’a verdim, o da o tenekeyi bir darbuka gibi gayet güzel çaldı. Böylece şarkının ismi de kendiliğinden geldi. Baba Zula yurtdışında festivallerde ve solo performanslarıyla epey yol aldı. Levent: Dünyanın farklı farkı ülkelerinde çok sayıda konser verdik, ama biz Anadolu’da çalmak istiyoruz. Çünkü bizim köklerimiz orada. Anadolu’daki enerji çok güçlü, müziği sarsıcı, ama bu enerji bir şekilde bastırılmaya çalışılıyor. Anadolu müziği külleniyor, ama korlar hâlâ içinde. Ateşini yakmak için bir meltemi bekliyor gibi…