Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
4 EDİTÖR’DEN Kim, neden haber olmaya değer görülür? Görür görmez okuru içine çekecek bir fotoğraf kadar, bir haberi ne okunur kılar? Hiçbir şey ya da hiç kimse... Melis Akpınar’ı gazetelerin birinci sayfalarına taşıyan, ölüm nedeninden çok, sonsuza kadar yaşamayı vaat eder görünen fotoğrafı oldu. Melis’in fotoğrafında söylediği, “Ne dün, ne gelecek, şimdi benim sıram. Güzelim, umutluyum, düş kurabilir, düş değiştirebilirim, sizden daha manalı, daha renkli bir hayat yaratabilirim”di, ama daha objektife çevirdiği yüzü eskimeden yüksek dozda uyuşturucudan öldü. Aynı tarihlerde, aynı nedenle dört kişinin daha öldüğünü yazdı gazeteler, anlaşılan ne geride bıraktıkları fotoğraf, ne dahil oldukları sosyal sınıf ne de öyküleri onları görülür kılacak kadar cazipti; kayıtlara, Melis’in haberlerinin arasında birer rakamdan ibaret geçtiler. Melis, güzelliği, gençliği ve öyküsüyle aralarından sıyrıldı, birinci sayfaya taşındı... Melis’in bir de öyküsü olmalıydı. Uyuşturucuyu aldığı gün yaşananlar polis ifadelerine dayandırıldı, arkadaşları, o gece nerelere gittikleri... Sıra neden uyuşturucu kullandığına gelince, bütün gazeteler ağız birliği etti, kimi “boşanmış aile” dedi, kimi “parçalanmış aile”. Suçlu, boşanan anne ve babaydı. Çocuklarıyla eskisi kadar ilgilenmiyor, sahip çıkmıyorlardı, onlar da uyuşturucu tüccarlarının eline, başka “günah”ların kucağına düşüyorlardı! Gazetecilerin göz ardı ettiği şu ki, bütün çocuklar şiddetle anneli babalı duvarlar arasında tanışıyor, sevgisizliğin ne demek olduğunu önce orada öğreniyorlar. Anne ve babalarının evliliği sürdürmek, aileyi korumak adına kendilerine ödettikleri bedelin ağırlığıyla şişiyor bilinçaltları. Aileyi ve toplumu muhafaza etmek adına düşüncelerinin, öznelliklerinin, özgürlüklerinin iğdiş edildiğini görüp, çığlıklarının birer yeniyetmelik, aymazlık olarak kabulünün karşısında sessizliklerine gömülüyorlar. Kabul etmişi oynarken, kabul etmeyi öğreniyorlar. Evliliğin sürmesiyle boşanma arasındaki tek fark da olsa olsa, anneyle babadan birine “ben bu oyunda yokum” diyebilme şansları... Ailenin, yani toplumun o en esaslı tutkalının kapitalizmin sıcaklığı karşısında erimesinin faturasını kadına ve erkeğe yıkmak, elbette en kolay yol. Peki ya, Türkiye’nin son yirmi yılda uyuşturucu ticaretinin tam da göbeğinde yer alması kimin suçu? Pinochet’nin uyuşturucu ticaretinden de sorumlu bulunduğu haberini de okudunuz değil mi? İyi haftalar... Berat Günçıkan bguncikan@yahoo.com 16 TEMMUZ 2006 İnsanın sakladıkları biraz da kendisidir. Kimi bebekliğinin patiğini saklar, kimisi babasının armağanı olan saati. Saklamak biraz da yaşadığımızı kendimize kanıtlama halimizdir... Nebil Özgentürk biblolar Çukurcuma’daki “her şey iyi olacaktı” dükkânının sahibi dekoratör Yücel Tanyeri... (Fotoğraf: UĞUR DEMİR) saklıyor, Nüket Esen Beykoz işi Sakladığınız eşya biraz da sizsiniz... B azen bir saat sadece bir saattir; ama babanızın doğum gününüzde aldığı, verirken size öpüp sarıldığı bir saatse; o artık başka bir şeydir, biraz da babanızın şefkatidir... Her insan bir şeyleri, bir nedenden saklar. Söylemese de paylaşmasa da vardır herkesin bir kuytuda bir şeyleri ve hiç de öyle kenarından köşesinden denilemeyecek kadar belirgin bir şekilde kendilerini hissettirirler... Onlara anlamlar, duygular yükleriz; onlar da bu yüzden içlerinde bizden parçalar taşırlar... Çukurcuma’daki dükkânın ismi “Her şey iyi olacaktı”. Üç tekerlekli küçük bir bisikletten saatlere, halılara kadar bir sürü “dünün eşyası"yla dolu. Ya artık saklanmalarından vazgeçilmiş ya da saklayacak kimsesi kalmamış eşyalar... Dükkânın sahibi Ankara Sanat Tiyatrosu’nun kurucularından dekoratör Yücel Tanyeri. “Eşyalarda insan emeğinin saygınlığı var” diyor. Ona göre biz ya saygıyı fazla abartıp bazı eşyaları hiç kullanmıyor ya da asırlık bir eşyayı, sırf parasını verdik diye bizim sanıyor, kırılsa dökülse pek umursamıyoruz. Bunu da burjuvaziyi bilmememize bağlıyor, bir de eşyaları Umur değerlendirmede çok da yetkin Bakkal. olmamamıza. “Batılılardaki camları... Umur ve Deniz ise biraz his biriktiriyorlar, biraz anı... Orçun Can Okan NEBİL ÖZGENTÜRK Babamın armağanı... “Bir Yudum İnsan” programıyla insanların yaşamlarına, dolayısıyla onların sakladıkları belge ve anılarına da dokunan Nebil Özgentürk, neyi saklar, peki? “Ben kitap, belge saklarım, ama bunlar işime dair olanlardır” diye yanıtlıyor Özgentürk “Bir de dünyanın değişik ülkelerinden aldığım minik biblolarım vardır, onları saklarım. Onlar bana gittiğim ülkeleri hatırlatır”. Sizce bir nesneyi saklamak “bir olayın varlığını tekrar hissedip mutlu olmaya mı” yoksa “geçmişe, bir anıya sadık kalıp onu bizimle sürekli yaşatmaya mı” daha çok benziyor? Geçmişe sadık olmak, geçmişi hatırlamaktır. Ben geçmiş üzerine bir iş yapıyorum. Bir nesneyi saklaması insanın “hatırlamayı sevip sevmemesi” ile de alakalı galiba... Kimi hatırlamayı severken kime düne sırt çevirip tamamen bugünü yaşıyor... Rahmetli Atıf Yılmaz hiçbir şeyini saklamayanlardan, geçmişi sevmeyenlerdendi, çünkü hep genç kalmak isteyenlerdendi. Eee, ben genç kalmak istemiyor muyum? Hayır, ama Atıf Ağabey geçmişteki filmini bile hatırlamayanlardandı. Kimisi öyledir, geçmişi hatırlamaz, sürekli geleceğini planlar. Ben öyle değilim. Yazıya profesyonel olarak 1983’te başladım, ilk kullandığım daktiloyu, ilk kullandığım fotoğraf makinesini saklıyorum... Fotoğraf makinem benim mesleğimde bugünlere gelmemi sağlayan şeylerden biri... Cumhuriyet DERGİ* İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Editör: Berat Günçıkan Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Güray Öz Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli/İstanbul (0212)343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdür: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Koordinatör: Neşe Yazıcı Reklam Müdürü: Dilşat Özkaya Rezervasyon: Mete Çolakoğlu/ Mustafa Doğan (0212) 251 98 7475 / 343 72 74 Baskı: İhlas Gazetecilik AŞ 29 Ekim Cad. No: 23 Yenibosna/ İstanbul (0212) 454 30 00 *Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir. Yerel süreli yayın. cumdergi@cumhuriyet.com.tr eşyaya saygı, bizde maalesef yok” diyor, “Cana geleceğine mala gelsin mantığı ne kadar da yanlış”... Anneannesinin bir sözünü anımsıyor sonra: “Kıskanıyorum şu eşyaları, onlar kaldı, biz gidiyoruz”... Deniz Kıran. Peki, kim, neyi, neden saklıyor? Bu soruları Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı Prof. Dr. Nüket Esen, “Bir Yudum İnsan” programının yapımcısı Nebil Özgentürk ile iki öğrenciye Umur Bakkal ile Deniz Kıran’a sorduk... Bakkal, “Bir nesneyi, bir eşyayı sakladığımda aslında bir hissi, bir maneviyatı saklıyorum” diye yanıtladı, “İnsanlar hatırlamak istediklerini kendilerinde saklı tutarlar”. Kıran ise “Bir eşyayı saklarken” dedi “o eşyanın güzel olması da önemli, ama asıl neden, bana duygusal anlamda bir şeyler ifade etmesi”... Mektup , fotoğraf, anahtar, bir maç ya da uçak bileti, bir bardak, bir kaşık... Kimisi için bir an önce göz önünden kaldırılması gereken bir nesne, bir diğeri için vazgeçilmez... Bunu belirleyen ise yaşadıklarınız, tercihleriniz, yani siz... “İlkler” bir nesneyi saklarken sizin için çok önemli, galiba? Tabii, ama sadece ilkler değil... Ben neyi sever, saklarım? Mesela babamın bana verdiği armağanı... Babam dini figürleri severdi. Abidin Dino’nun ona armağan ettiği, üzerinde “Ali” yazan Abidin Dino hatırasını bana armağan etti. Ben bunu bin yıl saklarım. Bunun anlamı var, öyküsü var... Hatıramız acı da olsa tatlı da olsa bir şeyi saklamak, o hatıraya sevgi duymadan olmuyor galiba... E tabii... Ama acı hatıraları pek fazla saklamak istemem... Yani babamın mendilini saklamam, babamı kaybetmişim çünkü, ama bana verdiği güzel hatıraları, güzel eşyaları, armağanları saklarım... NÜKET ESEN Zamana karşı direnmek! Siz bir eşyayı neden saklarsınız? Bir eşyayı saklıyorsam onun geçmişimde önemli bir yeri vardır ve genellikle bu bana keyif veren bir şeydir. Neden insan hoş anıları taşıyan nesneleri saklar? Geçmiş gidiyor, yok oluyor ve onun yok olmasına tahammülümüz yok. İnsan “güzel anların” yok olmasını istemez. Neleri saklıyorsunuz? Cam... Beykoz işleri mesela, eski Osmanlı... Bu beğeniniz sizce sizi anlatıyor mu, sizden ipucu veriyor mu? (Tebessümle) Veriyor galiba... Camlar genelde şeffaf olur! Şeffaf da, boyalı da olabilir, ama kırılgan şeylerdir. Yani her an yok olabilirler... Orada hep bir ölüm tehdidi var, yok olma tehdidi var... Onun için de değerli, onun için de korunması, keyif alınması lazım. Sadece korumak değil, bir yere koyup uzaktan bakmak değil, onunla yaşanması lazım... Bazı insanlar mektupları saklıyor ve onları çok kutsal sayıyor; seçilen kelimeleri, kullanılan cümleleri saklıyor. Çünkü mektup bir ilişkiyi gösteriyor... O ilişkinin değişik evrelerini mektupları dönüp okuduğunuzda yeniden yaşayabiliyorsunuz. Zamana karşı direnmeye çalışıyoruz. Bu bitmiş bir ilişki olabilir, ama sanki mektuplara bakarak içimizde devamlılığını sağlamış oluyoruz... Bazen bize kalan bazı eşyaları saklayamıyoruz. “Kalan eşya” biraz fazla “o insan” oluyor ve o kadarını taşıyamıyor muyuz? Evet, biraz fazla “o insan” olabiliyor kalan eşyalar... Armağanlarla kişinin kendisinin eşyaları, onun objeleri arasında çok fark var. Ben hep erkek kardeşimden örnek veriyorum; bana aldığı hediyeleri de saklıyorum, ama onun giydiği hırkayı da kullanabiliyorum. Büyük duyguları, böyle basit nesnelere iliştirebiliyorsun, çünkü o insan yok... Hiç olmazsa bir şeyi ile avutuyorsun kendini. Toplum olarak eşyalar dışında insanları da saklıyoruz. Siyasetçilerin, futbol adamlarının sevdiğimiz yönlerini unutmuyoruz, ama diğer yönleri uçuyor sanki; tekrar göreve getiriyoruz. Kişiler aynı kalmaz muhakkak, ama siz kimin hangi yönlerini saklamak isterdiniz? Birtakım sanatçıların, zaman ve dünya değiştikçe değişmeleri ve evrilmeleri gerektiğini unutmadan, o yaratıcı yönlerini saklamak isterdim. Dostoyevski’nin o yeteneğini ve duyarlılığını saklamak isterdim. CUMHURİYET 04 CMYK