23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

6 21 MAYIS 2006 / SAYI 1052 Herkes kendi ‘Cehennet’inde Ali Deniz Uslu amela, ikinci albümü Şehir Rehberi’ndeki “İstanbul” şarkısı ile adını geniş kitlelere duyurmayı başarmıştı. Güçlü vokali, cesur söylemi ve hareketli şarkıları ile beğeni toplayan müzisyen, şimdi de üçüncü albümü “Cehennet”i çıkardı. Bu albümde ilk göze çarpan çok sesli vokaller, sound ise daha güçlü. Albümde Sadettin Kaynak’ın “Muhabbet Bağına Girdim Bu Gece” klasiği Pamela yorumu ile karşımızda. Pamela “Bu albüm, beni gerçekten tanımak isteyenler için bir referans” diyor ve yine İstanbul’u karşısına alıp yüklendiğimiz rolleri ve kayıp kimlikleri sorguluyor. Pamela ile yeni albümünü konuştuk... Geçen yıl çıkan “Şehir Rehberi” albümünüzün sevilen “İstanbul” parçasında İstanbul’dan çok dertliydiniz. Yeni albümünüzün ilk klip şarkısı “Artık Bişeyler Yapmak Lazım”da da “İstanbul’dan gitmek lazım” dizeleri yer alıyor. Yoksa artık pes mi ettiniz? Aslında bu şarkıda İstanbul'dan gitmekten değil de, günlük hayatın koşuşturmacasında unuttuğumuz kimliklerimizin farkına varmak isteyişimden bahsediyorum. Çünkü bu şehirde herkes kendine verilen rolleri oynuyor. Kendimizi parçalara ayırıp birçok kişi oluyoruz, ama “Ben kimim?” sorusunun cevabını veremiyoruz. Bu şarkıda da “Saçını bir kere mora boyatmak lazım, Urfa, Şangay, Tayland, P ha fazla söz yazdım. Kendimi daha iyi ifade ettim. Bu yüzden albüm, beni gerçekten tanımak isteyenler için iyi bir referans. Cihangir’de yaşadığınız dönemi anlatan “Cihangir Türküsü” isimli bir parça var albümde. Orada yaşadığınız dönemde çok mu sıkılmıştınız? Cihangir’de üç yıl boyunca mutlu yaşadığımı düşünüyordum, ama oradan taşındıktan sonra, “Oh be! İyi ki ayrılmışım!” dedim. Anladım ki, hayatımın en depresif dönemlerini orada geçirmişim. Cihangir'de yaşayan büyük çoğunluk depresif. Herkesin bir sürü projesi vardı, ama sonuçlanmıyordu, insanlar hayal kırıklıklarıyla doluydu. Etrafınızdaki çoğu insan depresyonda ise, doğal olarak bu size de yansır. Çünkü mutsuzluk bulaşıcıdır. Taşınınca fark ettim ki, bu durum benim ruhumu karartmıştı. Albüm Sadettin Kaynak’ın “Muhabbet Bağına Girdim Bu Gece” cover’ı ile açılıyor. Bu şarkının özel bir anlamı var mı dır sizin için? Eski ya da bana uzak gözüken tarzlardaki şarkıları yorumlamak beni çekiyor. Bu şarkı insanların çok aşina olduğu bir parça, böyle bilinen bir parçayı cover yapmak riskli görünüyor olabilir, ama bence her kuşakta bir karşılığı var. Pamela’nın yeni albümünün ismi “Cehennet”. Bu isim aynı zamanda onun hayata bakışını da anlatıyor. “Hayat bıçak sırtı; cennete ya da cehenneme çevirmekse bizim elimizde” diyor. O da karmaşanın içinde sakinliği, özünü arıyor... Diyarbakır, Mardin, Tekirdağ görmek lazım, Email’den vazgeçip mektup yazmak lazım” diyorum. Çünkü kendimize zaman ayırmamız ve yapmak isteyip yapamadığımız şeyler için özen göstermemiz gerektiğini düşünüyorum. Albüme adını veren parçanın ismi “Cehennet”. Ben bu ifadeyi ilk kez Ece Ayhan’ın şiirlerinde duymuştum. Sizin bu sözcüğe yüklediğiniz anlam nedir? Aslında benim bulabildiğim dört şair daha var “cehennet” sözcüğünü kullanan. Demek ki aklın yolu bir ve bu sözcük bir şekilde kendini var ediyor. Şarkıyı yazarken “cehennet”, daha önceki kullanımlarından bağımsız bir şekilde ortaya çıktı, yani herhangi bir esinlenme olmadı. Cehennet, benim hayata bakış açım. Hayatımız zaten bıçak sırtında ve insanlar hayatlarını düşünceleri ile her an cennete veya cehenneme çevirebiliyorlar. Çünkü düşüncelerle yaşıyoruz, onlar bizi mutlu edip, üzüyor. İyi ve kötü her zaman vardı ve var olacak, çünkü denge böyle kurulmuş. Yapmamız gereken dengelemeyi bilip cennetimize yakın kalmaya çalışmak. Bu albümünüz çok sesli vokalleri ve sözleri ile öne çıkıyor. Gerçek Pamela bu, diyebilir miyiz? Albümde ciddi bir vokal prodüksiyonu yaptık. Bir enstrümanın vereceği sesleri vokallere yükledik. Bir, üç, dört değil, sekiz sesli vokallerimiz bile oldu. Bir de önceki albümlerime kıyasla bu albümde daBu hafta gösterime giren “Kısık Ateşte 15 Dakika” filminin jeneriğinde de sizi duyuyoruz. Bu projeye nasıl dahi oldunuz? Albümü tam bitirmek üzereyken Med Yapım’dan bir telefon geldi. Filmde Aysun Kayacı’nın piyano ile söylediği “Kısık Ateşte” parçasının jenerik için rock versiyonunu istediklerini söylediler. Dinlediğimizde bize çok uygun olduğunu düşündük ve kabul ettik. SİNEMADA ROL ALMAK İSTİYORUM... Albümde “Aşk Yoruyor” isimli bir balad var. Sanırım, bu ilk oluyor? Daha önceki çalışmalarımda bunun eksikliğini hissetmiştim. Aslında Şehir Rehberi’ndeki “İstanbul” şarkısında hafif balad havası vardı, ama tam istediğim gibi değildi. “Aşk Yoruyor” ise tam balad ruhunu veren bir parça. Vokaller ağırlıkta ve elbette aşkı anlatıyor... Geçen yıl sizi “Mucizeler Komedisi”nde izleme fırsatı bulmuştuk. Yeni bir proje var mı? Keşke olsa. Yüksek maliyetler ve geri dönüş kaygısı bu tip iyi projelerin önünü kesiyor. Yine böyle bir projede yer almayı, özellikle de sinemada rol almayı çok istiyorum. Böyle bir işe başladığımda ise verimli olabilmek için başka bir işle uğraşmak istemem. Çünkü benim için işe tam olarak odaklanmak çok önemli. Bu benim Carmen’im! F lamenko dansçısı Aida Gomez’i Carlos Saura’nın Salome filminden hatırlayabilirsiniz. 28 Mayıs’ta Harbiye Açıkhava’daki dans gösterisinde ise farklı bir Carmen’i, kendi Carmen’ini sahneye taşıyacak. Güçlü, özgür ve kararlı bu Carmen, Gomez’e göre biraz da bugünün kadını. Çünkü daha mücadeleci ve umutlu. Onun yaşamı da çok farklı değil, klasik dans eğitimine, yaşamında olduğu kadar dansta da erkek hegemonyasına karşı durmuş ve kendi grubunu kurarak anlatmak istediği hikâyelerin peşine düşmüş. Aida Gomez’le flamenkoyu ve son gösterisi Carmen’i konuştuk. Bu, Türkiye’ye ilk gelişiniz mi? Evet. Oysa İspanya Ulusal Balesi, 2002’de Türkiye'ye gelmişti. Siz o zaman balenin sanat yönetmenliğinden ayrılmış olmalısınız... Evet. Kendi grubumu kurmaya, yeni bir sayfa açmaya ihtiyacım vardı. Kurumdaki bürokratik zorluklara karşı, sanatsal açıdan daha serbest olmayı ve kendi istediklerimi yapmayı seçtim. Oradaki kurallar ve yapı, istediklerimi yapmama izin vermiyordu. Bu, dünyanın her yerinde böyledir; sanat hayatı ve bürokrasinin iç içe olması özgürlüğünüzü kısıtlar. Kendi dans topluluğunuzu kurarken amacınız neydi, ne tür zorluklarla karşılaştınız? Tabii ki çok zor oldu. Her şeyin sorumluluğu bendeydi ve bana inanacak insanları bulmak, bir araya getirmek için çok çaba sarf ettim. Bu seçim, zorluklarla beraber özgürlüğü de getirdi. Şimdi yavaşlık yerine yoğun bir hareket var. Ayrıca dansla anlatmak istediklerimi dilediğim gibi ortaya koyabiliyor, istediğim müzisyenlerle, dansçılarla çalışabiliyorum. Bu sayede de Carmen gibi bir projeyi gerçekleştirebiliyorum. Peki baleden flamenkoya geçişiniz nasıl oldu? Çingene ya da Endülüslü değilim. Madrid’de doğup büyüdüm. Yedi yaşındayken bile müziği duyduğumda yerimde duramazdım. Annem bunu fark edince önce dans okullarına, ardından da akademiye gittim. Flamenko, zengin, geçmişi yüklü ve güçlü bir dans. Kadınsan, kadınlığını ortaya çıkarmak bu dansta çok önemli, çünkü bu tutkunun, aşkın dansı. Flamenko aracılığıyla kendimi anlatmanın keyfini yakaladım ve hâlâ öğrenmeye devam ediyorum. Özlem Altunok DİŞİ GARDES! Sizce flamenko neden daha çok Antonio Gardes, Cortes gibi erkek dansçılar aracılığıyla tanındı ve sevildi? Ya da flamenko ne kadar dişi, ne kadar erkek bir dans? Bu, biraz flamenkonun doğasıyla, biraz da kişilikle ilgili sanırım. Sahnedeyken içinizdekini gizleyemezsiniz, ruhunuzda, kafanızda ne varsa onu dışa vurur, kendinizden bir şeyler katarsınız. Bu yüzden cinsiyetten çok, kişiselliğin önemli olduğu bir danstır. Bana sorarsanız buna rağmen daha çok, kadın kokuyor. Kadın, hep erkeğin tamamlayıcısı olarak görülür ya, bu flamenko için pek de geçerli değil. Kadının gücünü, hislerini, cesaretini flamenko gibi bir dansla yansıtmak çok mümkün. Yine de her alanda olduğu gibi, kadının erkek kadar görünmesi dansta da daha zor oluyor ve emek gerektiriyor. Flamenko hem geleneksel hem de popüler bir dans. Modernize edilmesi eleştiriliyor. Siz bu ikilik arasında nasıl bir denge tutturmaya çalışıyorsunuz? Dayandığı kökleri unutmadan, ama sanatçı olarak ona bir şeyler de katarak yaşatmaya çalışıyorum. Flamenkonun değişikliğe uğraması, yorumlanması çok doğal. Bu zamanda, böyle bir dünyada ve koşullarda yaşıyoruz, kendimizi yaşadıklarımızdan soyutlamamız imkânsız. Kendi adıma sadece ticari zihniyetle yaklaşılmaması, kaliteli, gerçek ve taze olmasını önemsiyorum. Siz ünlü flamenko dansçısı Gardes’le de çalıştınız. Gardes, Carlos Saura’nın yönettiği Kanlı Düğün ve Carmen’de, sizse Salome’de dans ettiniz. Üçünüzün arasındaki bağı nasıl tanımlarsınız? Aida Gomez, önümüzdeki hafta son gösterisi “Carmen” ile İstanbul’da olacak. Flamenko onun için kadınlığını cesurca sergileyebileceği bir alan. Bu yüzden, flamenkonun daha çok kadın koktuğunu düşünüyor. Salome, Frida gibi kadın karakterleri dansla anlatırken bir yandan da bugünün hikâyelerini yazmayı ve aktarmayı da düşlüyor... Aida Gomez, kadının gücünü, cesaretini flamenkoyla anlatıyor... Saura’yla ilk çalışan Gardes’ti. Biz Salome’yi çalışırken Saura bana “Sen benim için bayan Gardes’sin” demişti. Gardes’ten sonra flamenkoya dişi bir yorum getirdiğimi düşünüyordu. İkisinden de çok şey öğrendim ve onlarla çalışmaktan büyük zevk aldım. Hem koreografi, hem sanat yönetmenliği yapıyor hem de dans ediyorsunuz. Bunlara kadın hikâyeleri yazmayı da eklemek söz konusu olabilir mi? Bu sürekli aklımda, ama bunun için doğru zamanı bekliyorum. Bir taraftan da Carmen hâlâ güncel; yüzyıllardır değişmeyen kadınerkek ilişkisini, kadının aşkı cesurca yaşamak istemesini anlatıyor. Tam anlamıyla zihinsel, duygusal ve ekonomik anlamda özgürlüklerimizi sağladığımızda, korkularımız da biter. Belki yeni oyunlar da o zaman daha rahat yazılır... Öyleyse Carmen’den bahsedelim... Nasıl bir Carmen sizinki? Şimdiye kadar Carmen’i hep erkek gözüyle gördük. Ben kadın gözünden daha güçlü, daha özgür, yoluna devam eden farklı bir Carmen ortaya çıkardım. Tıpkı bugünün, arayışını sürdüren kadını gibi... KADIN GÖZÜYLE CARMEN... Salome, Frida ve Carmen sahneye taşıdığınız kadınlardan bazıları. Kadının baskın olduğu bu eserleri seçmeniz tesadüf olmasa gerek... Maalesef kadının önde olduğu hikâyeler çok az. Carmen, Salome gibi eserleri seçmemdeki amaç da kadını öne çıkarmak. Çünkü benim işim sadece iyi dans etmek değil. Hikâyeler aracılığıyla kadının gücünü, duygularını, sorunlarını da göstermek isterim. CUMHURİYET 06 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear