25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

5 MART 2006 / SAYI 1041 11 PAZAR SÖYLEŞİLERİ Eluard’ın ışıklı dünyasında Ataol Behramoğlu Ankara Palas rüyası... Nilgün Cerrahoğlu M P aul Eluard’dan çok yıllar önce okuduğum ilk dizeler, şu anda da aklımda kaldığınca şöyleydi: ayonezli levrek balığı / Nemsa böreği / Hindi kızartması Karışık sebzeler Mevsim salatası / Şantili baba tatlısı / Meyve... 1946’nın “yılbaşı mönüsü” bu! Hemen girişte, resepsiyonun yanı başındaki panoda Ankara Palas’ın görkemli geçmişinden kalan birkaç tarihi anı arasında sergileniyor... Cumhuriyet’in ilk yıllarında sosyal yaşamın kalbini oluşturan Ankara Palas’ın, tarih yazdığı günlerinden kala kala bu mönü kalmış. Bir de okuyamadığım eski Türkçe kartpostallar ve hesap faturaları var. Sararmış, siyahbeyaz birkaç Ankara Palas kartpostalıyla birlikte çerçevelenip duvara iliştirilmişler... mekten kendinizi alamıyorsunuz: “Bu mekân, bu tarih, bu belgeler... bu kadar kaçar, göçer, bu kadar uçucu olabilir mi?” Ankara Palas’a yıllar sonra ilk kez Gönül Paksoy’un “moda ve yemek tasarımları” adına düzenlenen DMEDDDışişleri Mensupları Eşleri Dayanışma Derneği daveti için gittim. Ankara Palas bir gece için, geçen yüzyıldan kalma görkemini yeniden kazanmıştı. Masalar şık, tasarımlar şık, yemekler muhteşem, davetliler şık ve zarifti.... Dışişleri çevrelerinin çoğunlukta olduğu “Gönül Paksoy gecesi”: Ankara Palas'ın salonlarındaki herkese Atatürklü yılların ortamını hatırlattı ve yaşattı. DUVARLARIN DİLİ OLSA... İnsan, “hepsi bu mu?” demekten kendini alamıyor. Ankara Palas halbuki tam da “duvarların dili olsa!” tarifine uyan bir yer. İlk meclisle hemen karşı karşıya. Cumhuriyetin ilk siyasi projeleri burada pişirilmiş. Kulisler burada yapılmış. Atatürk... Venizelos, İran şahı, Irak kralı... Orhan Veli, Yahya Kemal... Burada kalmış, buradan geçmişler! Vesamet Hanım’la Fatin Rüştü Zorlu’nun dillere destan aşkı burada yaşanmış... “Cumhuriyet”in ilk danslı balosunu Atatürk burada düzenlemiş. “The Illustrated London News” gazetesinin birinci sayfasında boydan boya yer alan Ata’nın en güzel fotoğraflarından biri, burada çekilmiş. Otelin broşürlerini süsleyen bu fotoğraf, gazetenin 23 Şubat 1929 tarihli nüshasında yayımlanmış. Kalıp gibi, pırıl pırıl bir frakla Mustafa Kemal, balonun ilk dansını açıyor... Fotoğrafın altında oysa bir yazı da olmuş olmalı. “Yeni Türkiye’nin çehresi”, “Mustafa Kemal’in Türkiyesi...” gibilerinden bir şeyler de yazılmış olmalı... Ama o “yazı”dan iz yok! Bir alıntı, bir giriş cümlesi, bir atıf, birkaç satır... Görünürde hiçbir kayıt yok... Tarihin yer çekiminin böylesine güçlü olduğu bir yerde, geçmişe dönük bu kayıtsızlığın insanda uyandırdığı ilk duygu “şaşkınlık” ve “hayret” oluyor. “Nasıl yani?” de GECEDEKİ ‘TEK TÜRBANLI’ Yemek salonundaki “tek türbanlı” geceye ev sahipliği yapan Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün eşi Hayrünnisa Gül'dü. Şantug kumaştan yapılmış bordoşarap rengi tesettür tayyör ve bir örnek türbanıyla dikkatleri üzerine çeken Hayrünnisa Hanım; konuklar arasında sık sık şu fısıldanmaya yol açtı: “Bu akşam burada yalnız bir türbanlı var!” İnsanlarda tek gerçek kanun Üzümden şarap yapmalardır kömürden ateş Öpücükten insan yaratmalarıdır Benim belki de çocukluk çağlarımda, magazin türünden bir dergi sayfasında okuyup zihnime yazdığım bu dizeler, çok sonra, 1960’larda, önce A. Kadir’in, sonra onunla A. Bezirci’nin birlikte hazırladıkları seçkilerde yer almıştı. Daha sonra da birkaç kez “Asıl Adalet” (yukarıdaki dizelerin bulunduğu şiir) adıyla yeniden basılan bu kitabın özenle yapılmış son bir basımı “Evrensel” Yayınları arasında çıktı. Kitapta A. Kadir ve Asım Bezirci’nin ya birlikte ya ayrı ayrı yaptıkları Eluard çevirileri yer alıyor. Bir çeviri dışında. O da Sabahattin Eyüboğlu’nun Türkçeleştirdiği ünlü “Karartma”dır. O şiiri buraya almazsam bu yazı eksik kalır: Kapılar tutulmuş neylersin Neylersin içerde kalmışız Yollar kesilmiş Şehir yenilmiş neylersin Açlıktır başlamış Elde silah kalmamış neylersin Neylersin karanlık da bastırmış Sevişmezsin de neylersin Ankara Palas sponsorların da desteğiyle elden geçiyor. onun döneminde katıldı; Türkan Şoray için önemli bir “ödül töreni” düzenlendi ve Fendi’nin “milenyum defilesine” Çetintaş marifetiyle tasavvuf müziği girdi... Bu projelerin gerçekleşmesinde Çetintaş’ın kişisel çabaları ve kültür çevreleriyle ilişkilerinin etkisi oldu. Çetintaş şimdi işte bu çabayı Ankara Palas’ı yeniden Ankaralıların “sosyal yaşam merkezine” dönüştürmek için harcıyor. Yılbaşı arifesinde Çiğdem Simavi ile Ankara Palas salonlarında Türk yemeklerini tanıtan, “Paşabahçe” ile bir sergi düzenleyen, ardından da Gönül Paksoy organizasyona el atan Çetintaş; bu faaliyetleri “eğitim ve sosyal yardım” için bağış toplayan DMEDD desteği ile gerçekleştiriyor. Hayrünnisa Gül, Osman Çetintaş, Gönül Paksoy... Bundan 78 yıl önce Atatürk’ün kadınlı erkekli “Cumhuriyet baloları” verdiği salonda Hayrünnisa Hanım ne düşündü, aklından neler geçirdi bilemeyiz ancak Dışişlerinin Bakanı’nın eşi, Gönül Paksoy’un her biri sanat eseri olan kaftanları, şalları ve takılarıyla yakından ilgilendi. Mankenlerin üzerine yerleştirilen “moda tasarımlarını” tek tek inceledi: Paksoy’dan bilgi aldı. Bir “Ankara Palas mucizesi” için ümitlenmedim desem yalan olur... Tesettür giyimden, kişilikli tasarım tarza geçiş! Kendi içinde bu da bir kazanım olmaz mı? NEDEN ‘KÜLTÜR SARAYI’ OLMASIN? “Ankara Palas Projesi” sıra dışı yemekler, sergiler, davetlerle sınırlı değil. Dışişleri Bakanlığı geçen yıl, “Devlet Konukevi” olarak kullanılan Ankara Palas’ı baştan sona ele almaya, elden geçirmeye karar vermiş. Girişimin başına da Osman Çetintaş getirilmiş. Kapsamlı bir renovasyon için gereken başdöndürücü rakamlar karşında, ilk aşamada Çetintaş hafif rötuşlar ve “makyajla” yola çıkmış. “Önceliğimiz gece kulübü, mutfaklar ve yemek salonunu elden geçirmek oldu!” diyor Çetintaş: “Özel sektörden de sponsor bulduk. İlk onarım ve makyajın faturası şimdiye dek 1 trilyon eski TL’ yi buldu...” Siemens, Phillips, Dyo, Beko, Vakko, Jumbo, Eczacıbaşı, Toprak Çanakkale Seramik, Demirdöküm... bu kolektif çabaya destek vermiş. Çetintaş’ın düşü Ankara Palas’ı giderek bir “kültür sarayına” dönüştürmek... “Koçlar’ın yaptığı müze nedeniyle Ulus ve çevresinde bir doku değişikliği oldu” diyor Osman Bey bu hedefini anlatırken; “Cumhuriyet döneminin en önemli mimari eserleri bu parsel içinde. Dışişlerinin tüm davetleri burada düzenlenebilir. Mükemmel akustiği olan bu muhteşem salon, özel konserler için de kullanılabilir...” Benzerlerine Cordoba’da, Endülüs’te rastladığım tavandaki işlemelere, tepemizde ışıl ışıl göz kamaştıran “artnouveu” avizeye bakarken içim gitti: “Neden biz bu kadar kadir, kıymet bilmeyiz?” Ankara Palas tam da duvarların dili olsa, tarifine uyan bir yer. Kimler gelmiş, kimler geçmiş? Geride yalnız birkaç resim, birkaç kartpostal, birkaç hesap OSMAN ÇETİNTAŞ’IN HAYALİ! Gönül Paksoy gecesi vesilesiyle, Ankara Palas’ın “yenilenme” projesini üstlenen Dışişleri Bakanlığı Daire Başkanlarından Osman Çetintaş’la uzun uzun sohbet ettim. Çetintaş’la on yıl kadar önce Danimarka’da görev yaptığı dönemde başarılı bir “kültür olayı” vesilesiyle tanışmıştım. Çetintaş o yıllarda İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin genel müdürlüğünü yapan Yekta Kara yönetimindeki “Turandot” operasını Kopenhag’a getirmiş ve etkili bir organizasyona imza atmıştı. Daha sonra kendisiyle Roma Büyükelçiliği’nde birinci müsteşarken karşılaştık. Oradaki görev döneminde de Çetintaş, Türkiyeİtalya arasında o zamana dek varlığını pek hissetmediğimiz bir kültür köprüsü kurdu. Türk filmleri Roma Film Festivali’ne ilk kez PaulDominique Eluard. (Leningrad 1953) Paul Eluard, kuşakdaşı ve arkadaşı Louis Aragon gibi, “gerçeküstü”cü şiirin önde gelen şairlerinden. Her iki şair aynı zamanda da Nazi işgaline karşı direniş hareketi içinde yer aldılar. Fransa’nın, Fransız halkının, Fransız şiirinin, Fransızcanın vicdanı olarak... Böylece de, tıpkı Mayakovski, Neruda, Brecht ya da Nâzım Hikmet gibi, sanatta modern ve öncü olmakla toplumcu ideale bağlanma arasında bir çelişki bulunmadığını; tam tersine, bu iki duruşun birbirini besleyip büyüttüğünü kanıtladılar... “Asıl Adalet”teki şiirleri okurken, bu büyük Fransız şairinin ışık dolu dünyasının, Orhan Veli’ler de içinde olmak üzere bizim bütün bir 40 kuşağı şiirimizle nasıl bir kardeşlik bağı içinde olduğunu duyumsuyorsunuz. Ve o kuşağın en büyük esinleyicisi Nâzım Hikmet, Eluard’a ilişkin olarak, bir görüşmelerinde İlya Ehrenburg’a şunları söylüyor: “......onun şiirlerini okuduğum zaman , sanki aynı şeyler için düşünmüş, aynı şeyleri yazmak istemişim kanısına varıyorum...” İlk dizeleri belleğimde biraz da değişikliğe uğrayarak kalmış “Asıl Adalet”te Eluard şöyle sürdürüyor sözlerini: İnsanlarda tek güzel kanun Suyu ışık yapmaları Düşü gerçek yapmaları Düşmanı kardeş yapmalarıdır Okurlarımı Paul Eluard’ın ışıklı dünyasında bir yolculuğa çağırıyorum... Barışın, aşkın, kardeşliğin, insanca dayanışmaya özlemin dünyasında... A. Kadir ve Asım Bezirci’nin Türkçemize bu değerli armağanında, Eluard’a ilişkin aydınlatıcı yazılar ve Türkçede Eluard kaynakçası da yer alıyor. ataolb@cumhuriyet.com.tr faturası, bir mönü kalmış... Bağları çözmeyi bilmek... ikkatli biriyseniz, farkındasınızdır: Konuşmalarımızın çoğu birilerinden ayrılmamızın zorlukları çevresinde döner. İşyerimizde arkadaşımız “İş bulmaya çalışmayıp yeniden eve dönen 26 yaşındaki kızından” yakınır örneğin. Karısıyla aylar boyu boğaz boğaza kavgadan, tehditlerden sonra 9 yaşındaki kızının vesayetini alan iş ortağınızı kutlarsınız. Son sevgilisiyle altı ay süren “sıkı bağlardan” sonra “Bitti. Kesiyoruz” diyen bir kısa mesaj alan kadın arkadaşınızı teselli edersiniz. Arkadaşınız telefonda ağlamaktadır: “Kendimi nasıl toparlayacağım?” Herkes bu kopuş zorluğuyla olabildiğince başa çıkmaya çabalar. D ra duygusal mutluluğu garantileyen göbek bağı kesildiği için depresyona düşeceklerini bilirler. Bu ilk izlerin dışında, bazılarında, erken terklerin, taşınmaların, ani sürgünlerin tekrarlayan yaralanmaları olabilir. “Bizden”, “bene” geçiş bir yas biçimini daha işaret eder. Bu nihayetinde karmaşık bir süreç çünkü tüm ayrılığı kapsayan coşkusal magma içinde eriyen iki kişi, aynı noktaya nadiren varırlar. Ayrılanın çektiği acıyla, geride kalanın çektiği acı eşleşebilir değildir. Zorluk bu uyumsuzluktan gelir: Biri gideceğini açıkladığında, o zaten ilişkinin ölümü için ipleri eline almıştır. İçsel olarak o zaten gitmiştir. Oysa, bu gidişi öğrenen erkek ya da kadın, biraz gecikmeyle, pat diye ha berdar olmuştur. Çocuğunun artık büyüdüğünü görmek istemeyen ebeveynin de, kendisi için hep güçlü olan ebeveynin yaşlanmaları ya da ölmelerine asla inanamayan çocuğun da durumu böyledir... İhanete uğramak duygusu egemen olur, bırakanı anlamakta zorluk çeker herkes: “Taş kalpliymiş”, “Artık eskisi gibi değil” gibi sözler duyulur ayrılmak üzere olanlar arasında. Her bir partnerin, somut olarak kopuştan önce, ilişkinin sonuna kendini içten içe hazırlaması pek seyrek görülür. Böylece bir zamanlar birbirlerini sevmiş olanlar, karmaşa içinde bir ikili dansla ilişkilerinin sonuna doğru sürüklenirler. Peki, nasıl tümüyle ayakları yerden kesmemeli? Nasıl her şeyin tepetaklak olmasından kaçınmalı? İLK AYRILIK Özellikle psikanaliz, bu yaşam dönemeçlerini geçmenin, neden bu denli zor olduğunu incelemeye çalışır. Öncelikle bu ayrılık yaşantılarımızda Rus bebekleri etkisi görülür, psişik bakış açısıyla, biri diğerinin içinden çıkar; başta genel olarak anneden ayrılma vardır, ardından gelecek ayrılıkların rengini o belirler. Ayrıca, insan, ayrılığın ilk stratejilerini de çocuklukta öğrenir, yani özgüvenini yitirmeden başkalarından uzaklaşmayı... Bu zor anlar karşısında hepimiz bir değiliz demek ki. Ebeveynine bağımlı kalmış kişiler “iyinin” diğerinde olduğunu düşünmeyi sürdüreceklerdir. Onlar için ayrılık, diğerinde kalan tüm pozitif duyguların yasını tutmaktır. Onla SÖZÜ SÜRDÜRMEK Coşkuların şiddeti egemenliğini kurduğunda, bir boşanmanın değişik taraflarını ve hepsinin üstünde de çocukları işin kötüsünden korumakta aile terapistleri, arabulucular, vazgeçilmez yardımcılardır. Ayrılık her zaman acı çektirir ama aynı zamanda insanı büyütür de. Ve insanın içindeki en iyiyi ortaya çıkarması için bir fırsat olabilir. Birçok uzmana, ayrılmak üzere olanlara tavsiyeniz ne olur, diye sorulduğunda, her şeyden önce birer dil varlığı olduğumuzu ve sağduyuyu yeniden örebilmek için, dilin bize kalan tek iplik olduğunu söylüyorlar. “Konuşun! Konuşmayı sürdürün, nefretinizin, suçluluk duygunuzun, korkunuzun üstüne çıkın. Sözcükler denetlenemeyen silahlar ya da maskeler haline geldiğinde, konuşmayı kesin... Ama iletişimi kesmeyin. Yeniden konuşmaya başlayabilir duruma geldiğinizde, tekrar bir araya gelin.” Bizi bu denli meşgul eden ayrılıkları aşabilmek için mümkün olan stratejilerden biri bu. Beşikten, yaşamımızın son saatlerine dek. Psychologies’den çeviren: EMRE ÇAĞATAY Delikanlı evi terk etti, âşık kayıplara karıştı, dost ihanet etti... Bunları yumuşak atlatanlar bilirler: Ayrılıklar gerekli aşamalardır. Esas olan onları idare edebilmektir. Çünkü hep bir başkası gelecektir. CUMHURİYET 11 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear