25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

26 MART 2006 / SAYI 1044 7 Tanışmanız, Tan Bey’in ilk ödülünü alacağı ve sizin sunuculuğunu yaptığınız bir programda, Tan Bey’i sahneye çağırmayı unutmanızla olmuş... T. Oral: Aslında daha önce tanıştık. Bir grup gencin ciddi şekilde sanatla ve siyasetle uğraştığı zamanlardı. Herkes birbirini tanıyordu. Aslında o günlerde tanıdığım birçok insanla ne zaman ve nasıl tanıştığımı bilmiyorum. Sen biliyor musun Aydın? A. Engin: Hayır, belki bir mitingde, belki berbat bir bodrum katında broşür hazırlarken, belki bir seminerde... 60’lar yoğun yaşanıyordu, festivallerde, eylemlerde, her yerde dirseklerimiz birbirine değiyordu. Bu dirseklerden biri Tan’ın olmuş, talihsizlik işte! BİR KİTAP, İKİ DOST Tan Oral, 36 yıldır çiziyor. Aydın Engin 35 yıllık gazeteci. Biri çizgilerle, diğeri kelimelerle mizah yapıyor. Şimdi ikisi bir kitapta buluştu, Tan Oral’ın hayat hikâyesi, Aydın Engin’in kalemiyle canlandı: “Kitabın Adı BudurTan Oral Kitabı”. Kimi zaman didişiyor, kimi zaman gülüşüyorlar. Ortaklaştıkları nokta ise kesin, mizah ciddi bir iş ve bir itiraz. MÜŞTEREK ÇABANIN ÜRÜNÜ... Kitabın arkasında yazan bir söz var, “Bütün kadınları seven, bazı kadınlarca sevilen hüzünlü bir çizerin hayat hikâyesi” diye. Bu sizin tanımınız mı Aydın Bey? A. Engin: Yok canım kendisinin... T. Oral: Hayır, ikimizin. A. Engin: Evet, kitapta müşterek pek çok şey var. Atasözü gibi okkalı laflar etmişiz. Gerçi sonra ikimiz de bizden nasıl çıktı bu laflar diye şaştık ama... Birbirinizden neler öğrendiniz? T. Oral: Aydın’ın da bayağı ciddi işler yapabileceğini öğrendim... A. Engin: Karikatürün, vinyetin yazıya okuma lezzeti kazandırmakta ne kadar işlevsel olduğunu öğrendim. Çizgi ile yazının buluşmasının çok daha lezzet kabartıcı, okumayı kolaylaştırmaktan öte okumaya derinlik kazandırıcı bir yanı olduğunu, ben kendi kendime bulup çıkaramazdım. T. Oral: Ben de şunu ekleyeyim, başı sonu olmayan bir konu konuşurken zihni disiplinin nasıl sağlandığını öğrendim. Kitabın adı da ilginç, “Kitabın Adı BudurTan Oral Kitabı”. Bu ismi kim buldu? A. Engin: İş bitti, ama didişme kitabın adını koyarken de devam etti. Tan bana isim önerdi, ben beğenmedim. Ben ona önerdim, o aynı sertlik ve netlikte reddetti. Kitabın kapağını hazırlayan grafiker arkadaş, “Bu heriflerden bir şey gelmeyecek, hiç olmazsa grafiği kurtarayım” mantığıyla “Kitabın Adı Budur” diye yazmış. Biz de beğendik. T. Oral: Zaten benim adımı da ailem koymadı, postacı gelen telgrafı yanlış anlayınca adım Tan olmuş. O gelenek sürüyor. Tan Bey, Aydın Engin’le nehir söyleşisi yapacak olsanız, ona ne sormak isterdiniz? T. Oral: Önce razı mısın derdim? A. Engin: Yeterince meşhur olursam ve benimle de bir kitap yapılmasını isterlerse, kendi kendime söyleşi yapacağım. T. Oral: Ben de yanında olabilir miyim? A. Engin: Olursun, ama yazdıklarımı omzumun üstünden okursun... T. Oral: Olmaz, teyple sesli yapman lazım. A. Engin: Tan, bu benim kitabım sen ne karışıyorsun? T an Oral, mimarlık eğitimi almış, ancak 1970’lerden beri hayatını çizerek kazanıyor. Onun için karikatür nasıl takıldığını hatırlamadığı bir takıntı. Takıldığı zaman ise, ortaokul yılları, “Evde piyano olsaydı karikatür aklımın ucundan geçmeyebilirdi” diyor. O, bir asker çocuğu. O yüzden de çocukluğunun her senesi bir şehir değiştirerek geçmiş; Merzifon, Karaköse, Bursa, İzmir, Erzincan, İstanbul, Ankara... “Sanki hayat, sevdiklerimden ayrılmak demekti” diyor, “Hep sevdim, sonra ayrıldım”. Oral’ın hayatını anlatan “Kitabın Adı BudurTan Oral Kitabı”nda biraz da bu ayrılıklar var. 40 yıllık arkadaşı, gazeteci Aydın Engin sormuş, Tan Oral yanıtlamış. Okurken siz de onların birbiriyle atışmasının, gülüşlerinin, birbirlerini kızdırmalarının arasına dahil oluyorsunuz. Bir sayfada Engin, “Tan ha bire tatil anlatıyorsun. Okula gitmedin mi kuzum sen?” diye çıkışıyor, bir başka sayfada Oral, kendisinden bir arkadaşını anlatmasını isteyen Engin’e, “Dalga mı geçiyorsun, o senin en Esra Açıkgöz Dolmuş’ta yayımlanan ilk karikatürü... dın’ın elinde bir fener vardı ve hayatımın neresine tutuyorsa orası aydınlanıyordu. Aydın Engin: Daha kısa anlatmak gerekirse, İş Bankası Kültür Yayınları’nın Türkiye’nin tarihine damga vurmuş insanları konu alan nehir söyleşileri dizisi için fikrimi sorduklarında, Türkiye’deki karikatür tarihi üzerine bir kitap yapmayı önerdim. Kim, dediklerinde aklıma ilk Tan geldi. Tan, karikatür sanatı üzerine derinlemesine düşündüğünü, bu konuda ödünsüz olduğunu bildiğim biri. Bir odada iki ay boyunca 63 saat konuştuk... T. Oral: Tamam tamam anlaşılmıştır! Bir de uzun konuşuyor, diye benden şikâyet ediyor. A. Engin: Bütün söyleşi boyunca böyle didiştik. 63 saat sonunda 40 yıllık arkadaşımın bilmediğim yönlerini de öğrendim. Aydın EnginTan Oral... (Fotoğraf: UĞUR DEMİR) A. Engin: Çizimlerinin daha da yaygınlaşması için kılını bile kıpırdatmama yönündeki ilkeliliği. Hayatının hiçbir döneminde, çizdiklerini bir yayın organına götürüp “Basar mısınız?” dememiş. Hiçbir mizah dergisinde çalışmamış. Bu benim kavrayamadığım bir şey. İşim olmasaydı, onun menajerliğini yapardım. T. Oral: Sanatla uğraşan biri kendi yelkenlerini de şişirmeli, derler. Bunlar benim umurumda değil. Düşündüğüm, çizdiğim beni rahatlatsın, hoşuma gitsin yeter. Yaptığımın bir yere gitmesi için ikinci bir çaba gerekiyorsa, yaptığım işe güvenmiyorum, demektir. A. Engin: Ben bunu biraz burnundan kıl aldırmama, 18. yüzyıl romantizmi gibi görüyorum. Kitapta da bunun kavgasını yaptık, hâlâ da ikna olmuş değilim. Bu tartışma 600 sayfada çözülmediğine göre, burada çözülmesini beklemeden yeni bir soruya geçelim. Sizden kısaca birbirinizi anlatmanızı istesem. A. Engin: Tan’ın güzel yanı, “Hayır” demesini bilmemesi. Bu istek sadece çizgi ile sınırlı değil, bir kadın “Benle evlen” dediğinde bile “hayır” diyemeyen, çok az talepte bulunan bir insandır. T. Oral: Aydın, fizik olarak son derece sempatik, içerik olarak mizah dolu, enerjik ve son derece ciddi işler yapan bir adam. Coşkulu bir mizah duygusu var, öyle olmasa çekilmez. A. Engin: Karım da böyle düşünüyor... Tan Oral eski eşi ve arkadaşı Dehen Sür ile birlikte (solda). Tan Oral, Salvador Dali gibi (sağda)... Cumhuriyet’teki ilk çizim... yakın arkadaşın” diye kızıyor. Rolleri karıştırdıkları da oluyor. Ortak düşünceleri ise, mizahın ciddi bir iş, bir itiraz olduğu ve ezilenin yanında yer alması gerektiği. Zaten kitapta anlatılan da sadece Tan Oral’ın hayatı değil, Türkiye’nin yakın tarihi ve Türkiye’de mizah ve karikatürün yeri. Biri çizgi ile diğeri kelimelerle mizah yapan iki dost bir araya gelince nasıl bir kitap ortaya çıkar? İşte kısa da olsa, bir yanıt: Şiirlerinizi “şiir insanı çıplaklaştırıyor” kaygısıyla paylaşmıyormuşsunuz. Oysa şimdi hayatınız bir kitap olarak elimizde. Nasıl ve neden kararınızı değiştirdiniz? Tan Oral: Herkesin yaşadıkları kendisi için önemlidir, ancak hayatımın günün birinde kitap olacağı aklımın ucundan geçmemişti. Ta ki İş Bankası Kültür Yayınları’ndan böyle bir teklif gelinceye kadar. Teklif Aydın Engin ismiyle gelmese, “Benim hayatımdan insanlara ne?” diye düşünürdüm, ancak Aydın’ın adını duyunca, aklıma sadece yapacağımız sohbet geldi, bu da hoşuma gitti. Günlerce benim dedikodumu yaptık. Sanki Ay Tan Oral’ın TRT ödüllü “Sansür” filminin kitap kapağı... YAKIN ARKADAŞ OLUNCA... Önsözde “zorlukları önceden kestirmeli, önerinin üstüne atlayacağıma düşünüp taşınmalıymışım” diyorsunuz. Bu zorluklar neydi? A. Engin: Abartmayayım, keyifli zorluklardı onlar. Yakın arkadaş olunca, uzun sorularınıza “evet”, “hayır” hatta “hıı” diye yanıtlar alabiliyorsunuz. Bir de Tan zor konuşan biridir, dizel motor gibi sonradan açılır, ama yine de cesurca soyundu. Bu tür söyleşilerde tuzaklar vardır, insanlar kabuklarından soyunmazlar. Oysa Tan’ı özel olarak zorlamam gerekmedi. Yine de sandığınız kadar hesaplı iş yapmadık. Söyleşilere plan yapmadan geldim. Peki, sizi Tan Oral ile ilgili en çok şaşırtan ne oldu? Bir uçtan öteki uca savrulmak Özlem Altunok ir şey hem masum hem suçlu, hem iyileştirici hem tahrip edici olabilir mi? Eğer öyleyse bu uçlar arasında savrulmak ne kadar tehlikeli, ne kadar mecburiyet? Mürteza Fidan “Bir Uçtan Öteki Uca Savrulmak” sergisinde bu coğrafyayı biyopsi alanına dönüştürüyor; travmalarla var olan bir toplumun, bu sayede olgunlaşabileceğini ve alternatif olabileceğini söylüyor... İşlerinizdeki başlıca referans doğup büyüdüğünüz, yaşadığınız yerler mi? Geleneksel Doğulu kültürüyle modern kimlik arasındaki çatışma ve varlığıma ilişkin bir kimlik sorgulaması hep oldu. Bayburtluyum, aile içinde de etnik kimliklerin bileşkesi söz konusu. Bu coğrafyada geçmişten bugüne uza B nan çatışmalı kültürü kendimde bir analiz olarak görüyorum. Mesela büyükannem Ermeni’ydi, 15 Vakası’nı iki taraftan da dinledim. Bu, bu coğrafyadaki mevcut bir dram hali. Oysa bugün çok kültürlülük, tuhaf bir biçimde postmodernitenin dayatması olarak karşımıza çıkıyor, ama zaten bize yabancı bir şey değil. Sergide iyileştirici olan ilacı ve tahrip eden mermiyi yan yana getiriyor ve sanki ikisini de aynı kefeye koyuyorsunuz... Nasıl bir savrulma hali bu? Bizim çok kültürlü yapımızla postmodernitedeki çok kimliklilik arasında, şizofreni kavramıyla karşı karşıya kalıyoruz. Serginin adı “Bir Uçtan Öteki Uca Savrulmak”, medikal araçlar ve karşıtı olan militarist formlar da bu patolojik durumu yansıtmaya çalışıyor. Ancak biz birbirine zıt bu halleri, aynı anda yaşıyoruz. Bu coğrafyayı bugünün küreselleşme konjonk MÜRTEZA FİDAN, “Bir Uçtan Öteki Uca Savrulmak” sergisiyle zıtlıkları, çok kültürlülüğü, küreselleşmeyi masaya yatırıyor. Biyopsi alanı travmalarla Fotoğraf: VEDAT ARIK olgunlaşan Türkiye, malzemesi ise medikal serumlar ve mermi kovanları... türü içinde bir biyopsi alanı gibi alarak, buradan bir analize gidebileceğimizi düşünüyorum. Zıtlıkları birbirine yakınlaştırarak iyimser bir öneri sunduğunuzu söyleyebilir miyiz? İfrattefrit kavramlarını vurgulu kullanırsak, bir uçtan öteki uca gidebilmek daha bize mahsus. Biz severiz, sevdiğimiz için de öldürürüz. Bu arabesk, ama insani yoğunluğu ifade eden de bir yapı. Elbette potansiyel olarak herkes patolojiktir, yani sapkınlıklar hepimizin içinde mevcut. Bu mevcut, ancak toplumun ya da bedenin sınırladığı normların dışına taşınca patolojik olarak tanımlanıyor. Sürekli tesir altında kalmak da bizi başka coğrafyalara göre patolojik kılıyor, ama biz o travmaya sürekli uğrayarak normalleşiyoruz. Bugün toplumlar birbirine yaklaşırken bir çatışma ortamı yaşanıyor. Yani küreselleşmeyi öneren Batı olduğu halde, onlar buna daha zor uyum sağlıyor. Siz sergide bütün bunları beden üzerinden anlatmayı tercih ediyorsunuz... Medikal serumlar ve kurşun kovanları kullanıyorum, basküllerse bedenin temsiliyetine ilişkin. Buradaki esas soru şu: Modern ya da medikal olan iyileştirici midir, yoksa tahrip e den ve öldüren midir? Mesele bir illetten kurtulmaksa zaman zaman savaş da tahrip etmek yerine iyileştirebilir mi? Sergideki bu hijyenik hastane atmosferini kurmanızın sebebi ne? Anlatısallıktan uzak durmaya çalışarak nesnelerin kendi anlamlarıyla burada yer almasını istedim.Amaç izleyiciyi iki uç duyguyla karşı karşıya getirebilmekti. Bunun için de NATO standartlarındaki şerit mermi kutularını steril bir şekilde sundum, içine gerçek ameliyat kumaşları ve pedleri yerleştirdim. Yerleştirmenin bir parçası da bir video işi, devlet ve bireyi sembolize eden, sıkıştırılmışlık hissi veren bir çalışma... Bu video atölyemdeki kapı aralığından çekildi. Bayrak, iki insan, bir vantilatör ve arkada bir perde. Yine bir iyileştirme durumu var, iki insanın elleri birbirinde teselli ararken vantilatörün bir bayrağı canlandırmaya çalışmasını izliyoruz. Atölyemdeki bu tekinsiz alanla, izleyiciyi ötekileri merak etmek, şüpheye düşmek, heyecan duymak gibi bir aralığa davet ettim. Sergi 8 Nisan’a kadar Maçka Sanat Galerisi’nde görülebilir. Tel: 0 212 240 80 23 CUMHURİYET 07 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear