25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

26 MART 2006 / SAYI 1044 5 BİRAZ DAHA YÜREKLİLİK an alıcı soru şu: “Yaşamınızda hangi risklere girdiniz?” “Hiç” diyorsanız, belki de sızlanmanız bundan. Gerçekte hiç tehlikelerine girmediğiniz, zorluklarını ölçmediğiniz meçhul bir parkurun zevklerini nasıl tadacaksınız? Pablo Neruda 1921’de “Ağır ağır ölür / sıradanlığın kölesi olan / (…)/ düşlerini gerçekleştirmek için / tehlikelere atılmayan” diye yazmıştı. C içgüdüsel ve sosyal olarak onaylanamaz yönde davranmaktan çekiniyorlar. Uygun davranamamak ve başkalarının beklentilerini doyuramamak korkuları var. Bu perspektif içinde, evlerinde oturup Seyşel Adaları pullarının koleksiyonunu yapmayı yeğliyorlar. GÜNÜBİRLİK KAHRAMANLAR Cesaret kırıcı bu eğilimlere karşın, risk alanlar da var. Canlandırıcı ve avundurucu bazı deneyimler yaşamışlar. 22 yaşındaki Kerime, bir Fransızla yaşamayı seçerek nasıl her gün risk altında olduğunu söylüyor. “Babam bunu öğrenirse ikimizi de öldürür!” diyor. 40 yaşındaki Frederic ücretli işini bırakıp bir ithalatihracat firması kurmuş. 32 yaşındaki Alexandra cebinde sadece bir yıllık bir sözleşmeyle, çalışmak üzere Avustralya’nın yolunu tutmuş. Sevgilisine “Birbirimizi belki görürüz bir daha... belki de göremeyiz” demiş. Şimdi Sydney’de bir aile kurmuşlar. “Beni hiç izlemeyebilirdi... ve bir yılın sonunda kendimi işsiz ve aşksız kalmış bulabilirdim” diyor. Her öyküde, gevşekliğe, ölgünlüğe, moral yıkan ve eylemsizliği olumlayan “evet, ama...”lara karşı bir zafer var. Her defasında da günübirlik kahramanlık eylemleri. Bunlar fazla gösterişli değil, ama kararlı eylemler, böylece kişiyi bütünüyle bağlıyorlar: Reddetme, aldanma, kurban olmama, kızdırma, hayır deme, bilinmeyene dalma riskini alarak... ORTAKLAŞA KÖHNELEŞME... Günümüz Fransız toplumu her ufuktan birçok gözlemci tarafından, kuşku ve devinimsizlik içinde taşlaşmış, sahibi olmayan bir ülke olarak görülüyor. Bu bir “sıfır risk toplumu”, “korku toplumu”. Uzmanların Fransa’ya koyduğu tanı “çökkün, ketlenmiş, reform yapamaz, negatif, paranoyak”. Her okuldan ruhbilimciler, bunaltı ve “sosyal fobilere” vurgu yapan bol bol yazı yayımlıyorlar. Bu alanda en gözde terim “sosyal fobi”, onlara göre korkularımız da belirgin biçimde yön değiştirmiş durumda. Ortaklaşa olarak yok olma tehditlerinden gelen “büyük korkular” varlığını sürdürüyor elbet (kuş gribi, doğal yıkımlar, nükleer tehlike...). Ne var ki, belki de çevremizi her yönden güvenceye aldığımızdan ötürü, çok daha kötü bir tuzağa düşüyoruz: Ötekinin bakışının korkusu. Bunun değişik biçimlerini sayabiliyor toplumbilimciler: Telesekretere mesaj bırakmaktan, yaşlanmaktan, orta halli görünmekten, karar almaktan korkmak... Onlara göre belki de herkes, bir biçimde sosyal fobi çekmiş ya da çekiyor. Denetim dışı, Farkında mısınız? Gitgide ürkekleşiyoruz. Gene de, yeni davranışları göze aldıkça, sıra dışına cesaret ettikçe, ilerliyoruz. Yaşama zevkini de böyle kazanıyoruz. DÜŞLERİNE YÖNELMEK Bu riskler aynı zamanda kendini aşmak için gereklidir, benliğin yapılanmasını onlar sağlar. Kendimize ailede, dünyada, toplumda yer bulmak istiyorsak, mutlak gerekli eylemleri kapsarlar. Eğer “Ben” demek için çabalamayı istiyorsak. Her şeyin başı reddetmek. Bu fiil, performans ve güce dayalı çağımızda pek gözde değil. Gene de, sanatsal bir tutkuya kapılmak için zaman zaman maddesel güvencelerimizi terk etmek zorundayız; yoğun bir aşk yaşamak için, daldan dala konmaktan vazgeçmeliyiz... Ya aldanmak? Yanılgılarıyla yüzleşmek? İşte bize pek o kadar çekici gelmeyen hatalar, zayıflıklar. Bunlar gene de, sürgülü kapıları açar, bariyerleri, katılıkları kaldırır. Zaman zaman da, imaja ve mükemmelliğe bağlı toplumumuzda yersiz kaçsa da, projelerimizi yürütmek için başkalarını gücendirmek riskini göze almalıyız. Ayrıca yeniden kendi yaşamımızın sorumluluğunu hissedebilmek için, kendimizi kurban konumundan çıkarmalıyız. Hayır demeye cesaret etmek bir başka geçittir. Ergenlikte ya da daha sonra ailesine ya da sevgilisine ya da burnu havada patronuna bir an olsun hayır demeyen, ileride gerçek evetler sunamaz. İnsan yalnızca, o zamana değin kurduğu dayanak noktalarını yitirerek bilinmeyene dalabilir, yeni bir işe başlayabilir ya da bir çift oluşturmaya soyunabilir. Bu riskler bir içsel topoğrafya çizer. O riskleri aşmaya daha fazla cesaret etmek, kendine daha çok güven getirir. Bu yaşadıklarımıza bağlı olarak artan ya da gerileyen bir dinamik süreçtir. Daha fazla süreklilik, daha fazla özgüven getirir, o da daha fazla yüreklilik... Psychologies’ten çeviren: EMRE ÇAĞATAY CUMHURİYET 05 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear