Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
R PAZAR 7 28/12/06 15:00 Page 1 PAZAR EKİ 7 CMYK 31 ARALIK 2006 / SAYI 1084 7 Muharrem’i de kapitalizm delirtti... Nadide Karademir rkan Can’ı kim görse selam veriyor Fenerbahçe’de. Bu selamlar oyuncu Can’dan çok mahallenin delikanlısı Erkan’a. Bu dışarıdan bakıldığında yarattığı izlenimi doğruluyor; içinden geldiği gibi davranan, insanlarla sohbeti seven, dobra dobra bir adam… Gösterimdeki Takva’da canlandırdığı Muharrem karakteri ile Altın Portakal alan oyuncu, hepimizin zaman zaman Muharrem’in konumuna düştüğünü söylüyor. Dünyaya dini inançlarının çerçevesinden bakan Muharrem, üyesi olduğu dergâhın mülklerinin kiralarını toplama görevine getirilince, kendi küçük dünyasından çıkıp, alışveriş merkezlerinin şatafatlı dünyasına, gecekonduda yaşayan ailelerin yoksulluğuna ve adaletsizliğin keskin kılıcına tanık oluyor. Erkan Can’ın deyimiyle, inancı ile çelişen gerçek dünyada yavaş yavaş darlanıyor Muharrem, kapitalizm onu da delirtiyor. Takva da bu yüzden kapitalizme bir eleştiri. E Takva. Yeni Sinemacılar’ın hemen hemen her filminde oynadı Erkan Can. Şimdi de Takva’nın başrolünde. Bu rol ona Antalya Film Festivali’nde en iyi erkek oyuncu ödülü getirdi. Takva’nın gösterimi sürüyor. Kendimize yabancılaşıyoruz. Televizyon fabrika gibi bir bant sistemi ile işliyor, ama ben bundan yakınmıyorum. Orada oynamazsak boş kalırız ve boş kalan insan zararlı yerlere bulaşır, aylak olur. Bu benim fikrim. Ayrıca diziler benim antrenman saham, paslanmamak için... Yönetmen Özer Kızıltan’ın ilk sinema filmiydi. Nasıl bir yönetmen Özer Kızıltan? Bence muhteşem bir adam. Sinemadan anlayanlar, resim, Muharrem kendi kabuğundan çıkınca ciddi bir şaşalama yaşıyor. Bütün inandığı değerleri altüst oluyor. Onu bu kadar şaşırtan, inancının gerçeklerin üzerini örtmesi mi, kapitalizm mi? Muharrem kapitalizmle karşılaşınca olaylar başlıyor. Kapitalizmle tanışınca çelişkiye düşüyor. Peki siz bir oyuncu olarak bu işe başladığınızda sistemle benzer çelişkiler içine düştünüz mü? Aslına bakarsan bu tarz çelişkileri hâlâ yaşıyoruz. Herkes de yaşıyordur. Muharrem’in yaşadığı stresi ben de yaşadım, yaşıyorum. Muharrem’in düştüğü gibi sıkıntıya düşen çok oyuncu olduğunu biliyorum. Darda ve kalakalmış insanlar tanıyorum. Bu herkes ve her meslek için geçerli. Sanırım dizi setlerinin işleyişi de bu tarz çelişkileri yaşatabiliyor. Çünkü orada fabrikasyon bir üretim var. Ayrıca yaptığınız iş çok çabuk tüketiliyor… Fotoğraf: Hıdır Durman çerçeve yapmayı bilirler. Özer kamera arkasında da müthiş. Geçmişinde amatör tiyatroculuk yaptığı için oyuncuyu tanıyor, ona nasıl davranması gerektiğini, onu nasıl oynatacağını ve oyuncunun ruhunu biliyor. Elektriği muhteşem ve pamuk gibi bir yönetmen. Sizin de kurucuları arasında yer aldığınız Yeni Sinemacılar, bundan sonraki projelerde de yeni yönetmenlere şans tanıyacak mı? Yeni Sinemacılar’ın bundan sonra yapacağı filmlerde de yeni yönetmenler ve yeni senaristler olacak. Bizim bütün senaryoları Önder yazacak, bütün filmleri de Özer yönetecek gibi bir tavrımız yok. Yani bir nevi Çarşı kendine de karşı durumu... Her şey eşit, adaletli ve güzel işlemeli. Hep erkek hikâyeleri anlatıyorsunuz. Keyif aldığınız hikâyeler erkek hikâyeleri olduğu için mi, yoksa Yeni Sinemacılar’ın çoğu erkek olduğu için mi bu böyle? Bir kadın arkadaşımız da Önder’e (Çakar) “Hep erkek dünyasını çekiyorsunuz, biz kadınları yazmayacak mısınız?” diye sordu. “Kadınları daha tanıyamıyorum ki” dedi Önder de. En iyi bildiğimiz dünya erkek dünyası, biz ne yapalım şimdi? Bu konservatuvarda da böyle, sene sonunda sınıf geçme oyunlarını çalışacağımız zaman, kadın arkadaşlarımız hep açıkta kalırdı. Çünkü dünya tiyatrosunda ve oyunlarında da erkek rolleri egemen. Oyunları erkekler yazmış, şimdi olduğu gibi tarihte de kadına çok fazla söz hakkı tanınmamış. Ya Ophelia, ya Lady Machbet ya da Lorca oynarsın, ama bunu orantılarsak kadın oyunu daha az. Yani erkek hikâyeleri anlatmaya devam mı? Aslında yakın zamanda bir kadın hikâyesi de anlatabiliriz, ama bunu Önder yazamaz, bir kadın arkadaşımız yazar. Hatta bir kadın arkadaşın senaryosu var elimizde ve şimdilerde onu çekmeyi düşünüyoruz, ama ilerde şartlar nasıl olur bilemeyiz. Takva bir yana hangi kanalı açsak karşımızda sizi ve Yeni Sinemacılar’ı görüyoruz. Yorucu olmalı. Valla kızım küstü bana, onu görmüyorum diye, konuşmadı benimle. Canımı en çok sıkan bu oldu. Naz yapıyor bana... Aramızı düzelttik fakat sonra kızım Deniz’le, ama daha üç buçuk yaşında. Yavaş yavaş geçecek ama bunlar. Tek şikâyetim bu olur herhalde. Sonuçta tatlı bir yorgunluk bu. İyi bir iş yaptık ve bu yüzden mutluyuz. Bir tiyatro oyununuz da olacak galiba, senaryosunu Engin Günaydın’ın yazdığı... Evet, Hücreler. Provalara başlayacağız yakında, ama şu tarihte gösterime girecek gibi bir şey henüz söyleyemiyoruz. Biraz daha ipucu alabilir miyiz oyun hakkında? Ölmek üzere olan bir adamın vücudundaki hücrelerin savaşı. Baştan adamı görüyoruz, kalp krizi geçiriyor. Doktorlar filan masaj yapıyor ve adamı sağaltmaya çalışıyor. O arada vücudun içindeki hücreleri görüyoruz. Biz oradaki hücreleri canlandırıyoruz. En alt hücreden çıkıyoruz, baş hücre oluyoruz. O batıyor, başkası iktidar oluyor. Hücreler arası bir komik iktidar savaşı. Düşler ve roller... BEN LILI TAYLOR ltı çocuklu orta sınıf bir ailenin kızı Lili Taylor (39), tiyatro eğitimi aldı. 80’lerin sonunda geldiği New York’ta “Mystic Pizza/Mistik Pizza1988”daki rolünden sonra bağımsız sanat filmlerinde oynadı, sıradışı, karmaşık rollerin aranılan karakteri oldu. “Hazır Giyim1994”, “Arizona Rüyası1992”, “The Addiction1995”, “Pecker1998”, “Casa de Los Babys2001” gibi ilginç yapımlarda Robert Altman, Emir Kusturica, Abel Ferrara, John Waters gibi önemli sinemacılarla çalıştı. Ünlü bağımsız filmler festivali Sundance’tan “Oyunculuk Büyük Jüri1995” ödülünü aldı. Korku klasiği “The HauntingPerili Ev1999”in yeniden çevriminde oynayarak ticari projelerde de yer alabileceğini gösterdi. “Oyunculuğa başladığımda çok gençtim, sözcük hazinem hiç zengin değildi, birçok şeyi okuyarak öğrendim. Oyuncu adaylarının Michael Chekhov’un ‘Oyunculuk Tekniği’ni kesinlikle öğrenmeleri gerekiyor. Çekimden önce senaryoyu birkaç kez berrak bir zihin A le okurum” diyor Taylor, “Her sahneden önce karakterin derinliğini yansıtan devinimleri, beden dilini düşünürüm. Zihnimde canlandırdığım anda da oyunumda bana çok yardımcı olur”. Rolü sevse de yönetmene göre seçim yaptığını, yönetmenin bakış açısına önem verdiğini söylüyor oyuncu. “Bir rolü geliştirirken kişiliğinden de bir şeyler katmalısın, bunu yapmazsan karakter yüzeysel kalır. Tabii bu tür bir açılma da sizi zayıf, korumasız bırakıyor” diyor. Oyunculuğu dans etmeye benzetiyor Taylor, oyuncu adaylarına bu dansı yumuşak, dingin bir şekilde yapmalarını öğütlüyor. “Önemli olansa yaptığınıza yoğunlaşmaktır. Bu yüzden çekimden iş bitimine dek kendimi yorgun hissederim” diye ekliyor... Yoğun bir günün stresini doğada atıyor Taylor, gerekçesi ise kendisinden güçlü bir şeyle ilişki kurmanın verdiği rahatlık. Ona göre yaşamdaki en büyük başarısızlık kendini dinlememek, yeteneklerine göre oynamamak, yakın çevresine, içgüdülerine güvenmemek... Lili Taylor, Juliette Lewis ve Valeria Golino… Sinemanın bu üç genç ve yetenekli oyuncusu 47. Selanik Uluslararası Film Festivali’nde oyunculuğun ne olduğunu, bir karakteri nasıl yarattıklarını anlattılar… İşte üç oyuncu, düşleri ve rolleri. Aslı Selçuk BEN JULIETTE LEWIS yuncu Geoffrey Lewis’le grafik tasarımcısı Glenis Duggan’ın kızları Juliette Lewis (33), oyunculuk düşü kurmaya altı yaşında başlıyor, 12 yaşında da kamera karşısına geçiyor. İlk sinema filmi “Üvey Annem Bir Uzaylı1988”dan sonra “Too Young To Die1990”da birlikte oynadığı Brad Pitt’e âşık oluyor. Martin Scorsese’nin yeniden çevrim “Korku Burnu1991”nda Robert de Niro, Jessica Lange, Nick Nolte gibi güçlü oyuncularla birlikte oynarken, masumiyet halinden çocuk kadın konumuna geçiyor. “Kalifornia1993”, “Katil Doğanlar1994”, “Tuhaf Günler1995”, “Gün Batımından Şafağa1996” gibi ilginç yapımlarda oynadıktan sonra uyuşturucu bağımlılığı yüzünden setlerden uzaklaşıyor. Scientology tarikatının yardımıyla 1998’de yeniden sinemaya dönüyor, Juliette and the Licks adlı rock grubunu kurarak şarkıcılığa yöneliyor. Sela BEN VALERIA GOLINO heo Angelopoulos’un “Ağlayan Çayır”ının ardından 21. yüzyıl üçlemesinin ikincisi “Zamanın Tozu”nda oynamaya hazırlanan Valeria Golino(40), yaşamı ABD ile Avrupa arasında geçen bir oyuncu. Yönetmen Lina Wertmüller’in onu keşfedip “A Joke of Destiny/1984” filminde oynattığı 17 yaşına dek mankenlik yapıyor. Seksenlerde Francesco Maselli (Aşk Öyküsü), Alexander Arcady (Tanca’da Son Yaz) gibi seçkin sinemacılarla çalıştıktan sonra Tom Cruise ve Dustin Hoffman’lı “Yağmur Adam1988”la Hollywood’a adım atıyor. “Year of the Gun”, “Hot Shots” gibi büyük yapımlarda oynarken bir yandan da Margarethe Von Trotta (Üç Kızkardeş/1988), Jerzy Skolimowski (Bahar Selleri/1989), Sean Penn (Indian Runner/1991) gibi yönetmenlerle çalışıyor. “Harem Suare1999” ve “Frida2002”da küçük rollerde izlediğimiz oyuncu, dünya vatandaşı deyiminden hoşlanmıyor. Kendisini İtalya’dayken Yunanlı, Yunanistan’dayken de İtalyan gibi duyumsadığını, düşlerini her ikisi olarak kurduğunu söylüyor. 17 film yaptığı ABD’nin sinema yaşamındaki önemini gizlemiyor. “Orada çalışmayı seviyorum, fakat tek amacım bu değil. Amerika’da çalışırken ilk kez bir Yunan filminde oynamayı düşündüm. Uçağa atlayıp doğru Andreas Patzis’in ‘Slaughter of the Cock1996’ filminin setine, bana getirisini düşünmeden katıldım. İşler kolaylaşınca sıkılır, o mekânı terk ederim” diyor. Golino için Angelopoulos’la çalışmak son derece özel ve önemli. “Sonsuzluk ve Bir Gün’de birlikte çalışacaktık, ama olmadı” diyor. “O, sinemadaki son üçdört ustadan biri. Onun filminde yer almak onun sanatının bir parçasına dönüşmek demektir. Beni en çok bu ilgilendiriyor, onun özgün tablosunda ufacık bir figür olmaya razıyım. Üstelik hiçbir zaman onun sizi yakın plan çekmesini bekleyemezsiniz. Oysaki salt bana odaklanan çok sayıda filmde oynadım.” T O nik Film Festivali’ne de yeni albümü “Four on the Flour”un tanıtımı için katılıyor. “Müzikle, özellikle rock and roll’la ilgilenmek beni korkusuz yaptı. Selanik Festivali’ne de müzik grubumla geldim, filmlerimle değil. Geçmişteki gibi çok film çevirmek istemiyorum” diyor Lewis, “Ben sürekli duygularımla davranıyorum, yaşamdaki arayışım sürüyor ve bu arayışta en büyük yardımcım müzik. Sahnede coşuyorum. Canlı yorumlarımız enerji, ritm dolu, film karakterinin tam karşıtını, tümüyle size ait olan bir şey yaratıyorsunuz. Film yönetmenin yaratımıdır, siz oyuncu olarak ancak yönetmenin yeteneği doğrultusunda bir yorum sunabilirsiniz, canlı etkinliklerdeyse seçim sizindir, kendi rolünüzü oynayabilirsiniz”.