Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
R PAZAR 6 28/12/06 14:59 Page 1 PAZAR EKİ 6 CMYK 6 31 ARALIK 2006 / SAYI 1084 Anna’yla 129 tutkulu yıl... Tolstoy’un 1800’ler Rusyası’nda tutkulu bir ilişki etrafında devleti, toplumu, düzeni, ikiyüzlülüğü sorguladığı “Anna Karenina”sı Kenter Tiyatrosu’nda sahneleniyor. Başrollerde ise Yeşim Koçak ve Hakan Gerçek var. Onlara göre bu oyun, bir oyuncunun başına gelebilecek en güzel şey… Bengü Çetinkaya 1. Sayfanın devamı Peki, kendi Anna Karenina’nız ile oynadığınız Anna Karenina arasında farklar var mı? Y. Koçak: İlk başta düşündüğüm, Hollywood filmlerinin etkisiyle, Greta Garbo’nun soğuk, buz gibi Anna Karenina’sıydı. Halbuki kadın hayat dolu, hayatından da memnun. Elbette mutsuzlukları var, ama başta onların mutsuzluk olduğunu bilmiyor. Bir ailesi var, Tanrı’ya inanıyor, her şey kontrol altında. Fakat sonra “Vronski” diye bir tutkuyla, ateşle karşılaşınca içindeki güç ortaya çıkıyor. Mesela oyunun bir yerinde, “Ben de mecliste kalkıp unutulmaz bir konuşma yapmak, bir kahraman olmak istiyorum” diyor. Sonra karşısına Vronski ile bu ihtirası yaşayabileceği bir alan çıkınca bütün gücüyle kendini ona veriyor. Oyunda da dediği gibi, “Elinde değil onu yapmamak”... Vronski bir araç mı o zaman? Y. Koçak: Araç değil, ama karşısına çıkan bir şans ve şansızlık aynı zamanda. Yani içindeki potansiyeli somut olarak ortaya çıkaran şey. H. Gerçek: Vronski, kadının hayalindeki güzel resim olarak da düşünülebilir. Güzel olan hangimizi etkilemez? Ve tabii ki, tutku… Onu sürükleyen de bu. Levin, bir anlamda Tolstoy’u temsil eden, yazarın kendisini en fazla kattığı karakter. Onun hakkını verebilmek için Tolstoy’a ilişkin ön araştırma yaptınız mı? H. Gerçek: Tabii ki araştırdım, okudum. Özellikle de Tolstoy’un fotoğraflarından çok etkilendim. Yola, biraz da o fotoğraflardan çıktım. Hayata bakış açısı, sola yakın görüşleri, Anna Karenina’dan farklı olduğu noktalar değil mi? H. Gerçek: Evet, Levin’in Anna’yla koşut giden hikâyesinin yanı sıra gerçekleşmesini istediği bir toplumsal düzen de var. İkisi de aşk yaşıyorlar, ama Levin’in yaşadığı başka aşklar da var, çiftliğe, yi, gülüşü, somurtmayı, bakmadan görür hale geldik. O zaman ne oluyor? Siz bir şey yapıyorsunuz, o, onun üzerine bir şey katıyor. Böylece yükseltiyorsunuz oyunu. Her ikiniz de Kenter Tiyatrosu’nun kadrolu oyuncularısınız, nitelikli eserlerde yer aldınız, ödülleriniz var, özellikle Hakan Gerçek 1986’dan beri işin içinde. Yine de bu oyun oyunculuğunuza artılar getirdi mi, oyunu bu anlamda aşama olarak değerlendirebilir misiniz? Y. Koçak: Oyunculuk çalışması olarak çok büyük idman oldu benim için. H. Gerçek: Burada yönetmen Mehmet Birkiye’nin de hakkını teslim etmek gerekir. Çalışırken bizi çok iyi yönlendirdi. Bugüne kadar yaptığım en sağlıklı tiyatro provasıydı diyebilirim. Ben bu oyunda ayrı bir keyif hissediyor, keşfetmenin güzelliğini daha iyi yaşıyorum, ama Türkiye şartlarında yaptığımız bu güzel işin çok önemi yok ne yazık ki… Oyunda bilinen, tanınan kahramanlara hayat verecek olmak size büyük bir sorumluluk getirmiş olmalı… Y. Koçak: Klasik bir eser oynamanın, hem avantajı hem de dezavantajı var. Dezavantajı; herkesin kafasında bir Anna imajının olması. Bunu yenebilmek için, sadece bir fotoğraf değil, yaşayan canlı bir karakter yaratmak gerekiyordu. H. Gerçek: Şöyle bir gerçek de var, Anna Karenina herkesin önyargıyla geldiği bir oyun. Genelde uyarlamaları, kafamızdaki haliyle bulamadığımız için beğenmeyiz. Bir yandan da klasik bir oyun izlemekten zevk alırız. Oyun, çok yeni olmasına rağmen seyirci çok ilgili. Umarım böyle gider. Y. Koçak: Evet, avantaj kısmı da bu. Ne olursa olsun, bildik bir hikâyeyi seyredecek olmanın güveni ve keyfiyle geliyor seyirci. H. Gerçek: En çok ihtiyacımız olan şey, daha çok seyirci. Daha çok destek olunmasını istiyorum. Şehir Tiyatroları’nın fiyat politikasından sonra, şu anda 1 liraya, 50 kuruşa karşı savaşıyoruz. Tiyatro, bir merak, popüler bir sanat değil ve bu merakı kimse parayla satın alamaz. Bunun adı hizmet değil, başka bir şey. Ben bu uygulamayı özel tiyatrolara karşı bir savaş gibi de algılıyorum. Yeşim Koçak Anna Karenina’yı (en üstte sağda) Hakan Gerçek ise Levin’i (üstte) canlandırıyor... çalışmaya duyduğu aşk mesela… Moskova’daki ahlaksız ilişkilerinden tiksinip, köye sığınması, mutluluğu orada araması bu yüzden. Yine de, ikisi için de hep koşut giden bir şey var ki, o da tutku. 19. yüzyılda yazılmış eserin ahlak anlayışı bugünün seyircisi için ne anlam ifade ediyor, ona ne kadar yakın? Y. Koçak: Kocası hep şöyle söylüyor Anna’ya; "Yaşa, yaşayacağın şeyi, ama insanlar bilmesinler, dış görünüşü kurtarman gerektiği konusunda ısrar ediyorum sana”. Bu, büyük bir ikiyüzlülük. Ben, aynı şeyi seyircinin, televizyona ve tiyatroya bakış açısında görüyorum. Televizyonda bir şovmen küfür ettiğinde reyting rekorları kırılıyor. Fakat aynı seyirci tiyatroya hasbelkader geldiğinde, iki küfür duyunca rahatsız oluyor. Tolstoy, inanılmaz dehasıyla toplumun ikiyüzlülüğünü anlatıyor. H. Gerçek: Biz, bir şeyi, sadece seyircinin hoşuna gitsin ya da ilgisini çeksin diye yapmıyoruz. Tiyatroda, tekst neyi gerektiriyorsa, o yapılır. Burada seyirci biraz daha katı bakıyor, aslında yöneticiler de öyle. Tiyatroyu ayrı bir yere koymak güzel, ama bu yaklaşım bana çok gerçekçi gelmiyor. Birbirinizle, aynı sahnede olmakla ilgili neler söyleyebilirsiniz? Y. Koçak: Bu oyunda, oynadığımız roller gereği, sanki bir kafanın içindeki çeşitli sesler, renkler olarak birbirimizle paslaşıp, birbirimizin yüzünü hiç görmeden, birbirimize bakmadan, 2.5 saat boyunca sahnedeyiz. Bu çok eğlenceli. H. Gerçek: Biz “Inishmorlu Yüzbaşı”da birlikte oynamıştık, o da çok hoş bir çalışmaydı. Yeşim’le çalışmaktan keyif alıyorum. Birlikte sahnedeyken bakınca göreceğimiz her şe Gülmediklerinde duyulan acı Esra Açıkgöz ezir Kılıç, bir yıldır stand up yapıyor. Üstelik bazen üç, bazen 70 seyirciye. Seyirci bulamadığı için iptal etmesi gereken gösteriler de olmuş. Bunu söylemekten de çekinmiyor. “Sabır değil, ama bir inatlaşma var” diyor, “aslında inatlaşmak zorunda kaldık, çünkü oyunu tanıtamadık. 34 kişiye oynamaktan da gocunmadım, çok da hoş oldu. Yılmak gibi bir lüksüm yok. Kalabalık seyirci karşısına çıkabilsem ve onları güldüremesem, o zaman başaramadım derdim. Çok büyük seyirci ile karşılaşamasam da, bugüne kadar gelen seyircilerin hepsi çok da memnun kaldılar”. Kılıç, şimdi her Salı Galatasaray’daki Oldcity’de. Neler mi anlatıyor? “Alışılmışın dışında demek saçma olur, ama yine de diğerlerinden farklı. Espriler kadınerkek ilişkileri üzerinde yoğunlaştı. Günlük yaşamda çok kullanmadığımız kelimeleri, özellikle de felsefi terimleri oyunda çok kullanıyorum. Bunlar insanları iten şey N ler, ancak oyunu anlatabilmem ya da espriyi yapabilmem için gerekli. Belden aşağı espriler yapsam da, argo kullanmıyorum, çünkü esprinin kendisi argodan daha komik. Seyirciyle dalga geçtiğim de oluyor, ama bunun için önce kendinizle dalga geçebilmelisiniz. Yoksa seyirci bunu affetmez”. Seyircileri daha çok 1825 yaş arasındakiler. Aslında İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi öğrencisi Kılıç. Tiyatroya, 2003'te derslerden bunaldığı için Tiyatro Anka’da başlamış. “Oyuncu olmak için gitmiştim” diyor, “bazı oyunlar sergiledik, ancak seyirciyle bir iki kere buluşabildik, çünkü ‘Hamlet’ gibi oyunlardı. Daha sonra Kaan Basmacıoğlu ile oyunculuk eğitimine başladım. Bir sürü şey öğretmeye çalıştı, ne kadar başarılı oldum bilmiyorum.” NEZİR GELDİ, ŞİMDİ EĞLENİRİZ... Peki, neden oyunculuk? “Kendimi göstermeyi seven biriyim. Kıyıda köşede duramıyorum, çıkmak istiyorum bir yerlere”. O yüzden de stand up daha çekici gelmiş Kılıç’a. Bunda, maliyetinin az olması da etkili olmuş tabii. “Üstelik stand up kelimesinin kendini satan bir tarafı var. Yine de asıl çıkış noktası, espri yapma, insanları güldürme isteğim. Yaşamım boyunca mizahla çok ilgilendim. Sahneye çıkıp insanları güldüreceğimi hiç düşünmedim, ama her zaman mizahçılar, karikatüristler çok çekici geldi, hep takip ettim. Bu stand up, hayatımın biricik ereği demek anlamına gelmiyor”. Yine de Fotoğraf: Vedat Arık Stand up, Nezir Kılıç için kıyıda köşede kalamamanın bir sonucu. Bir de insanları güldürme isteğinin. 2003’ten beri stand up yapıyor. Şimdi her salı Oldcity’de çıkıyor. Anlattıkları alışılmışın dışında değil, ama yine de farklı. “Nezir geldi, şimdi eğleniriz” durumları olduğunu da sanmayın. “Arkadaşlarıma stand up yapacağımı söylediğimde bana güldüler. İşte o zaman insanları güldürebileceğimi anladım” diyor, “Arkadaşlarımı güldürürüm, ama uzun süreli dostluklar kurabilen bir insanım, galiba gülüşleri de ondan. Arkadaşlarınız arasında çok eski bir olayı tekrarlamanıza rağmen, kahkahalar kopabiliyor, ancak sahnede kimseyle bir geçmişiniz yok. Doneyi siz vermek zorundasınız, güldürmek zorunda olan da sizsiniz. Bazen espriyi yapıyorsun, çok komik olduğunu düşünüyorsun, acayip de gülüyorsun, ama insanlar gülmüyorlar. Bunun acısı sahnedeyken yüzünüze bile yansıyor. Birçok sürprizle karşılaşabiliyorsunuz. Bu insancıl bir durum. Tam tersi de olabiliyor, esprinin biraz komik olduğunu düşünüyorsun ve zamanı doldurayım diye yapıyorsun, birden kahkahalar kopuyor. Bunu hiçbir zaman algılayamıyorsun. Bu galiba zamanlama ile ilgili bir sorun. Bir keresinde, sahneden indikten sonra biri, 'Esprinize şimdi gülmeye başladım' dedi. Zamanlaması kötüymüş demek ki...” Seyirciye hazırlıksız yakalandığı da oluyor Kılıç’ın, “Seyirci baskın çıkabiliyor. Sonuçta sen oraya bir iddia ile çıkıyorsun ve seyirci senin zeki olmanı bekliyor. Bir rekabet alanı oluşuyor, onlar bir şey söylediğinde, sen onların üstüne çıkmalı, onlardan daha iyi bir espri yapmalısın ki, sana inansınlar. Yoksa seni oradan indirebilirler. Seyirci bazen söylenilenleri çok ciddiye alabiliyor. Bunun bir oyun olduğunu unutuyor. Salon dolu olduğunda insanlar daha çok gülüyorlar, çünkü gülme ayin gibi hep beraber yapılan bir şey” diyor. Bu işle hayatını sürdürüyor, en azından karnını doyurabiliyor, “Bu işte önemli tek şey, bunu yapıyor olmanız. Bu sadece stand up’la ilgili bir durum değil. Bir anda her şey olabilir ya da olmayabilirsiniz. Bu riski göze almalısınız” diyor. Program hakkındaki bilgiyi, 0555 457 32 56 no’lu telefondan öğrenebilirsiniz.