22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

12 HAZÎRAN 2005 / SAYI 1003 Leticia, kaç hayatyaşadın? Gözaltına alındığında hamileydi Arjantinli Leticia Sourigues. Altı ay sonra salıverildiğinde ise ne çocuğu vardı, ne hafızası. Diktatörlük sona erince o da hafızasının peşine düştü. 23 yılda bir hayli yol aldı, ama bedeli ağırdı... iı okumuştuk. Juan (eşi) kapıda birisi var galiba, dedi. Kapıyı kapatmayı unutmuşum, gidip baktım. Oradaydılar. Hepsi maskeliydi, ellerinde kocaman silahlarla eve daldılar ve bizi bir et kamyonunun içine attılar." Juan sarhoş olsa da otoyola çıkınca PRT'lilerin tutulduğu Camp Mayo'ya doğru götürüldüklerini anlıyor. Leticia iki aylık hamile. Ona hiç vurmuyorlar, "Yolda ölmemden korktular galiba" diyor. 200 kişinin tutulduğu, tuvalet niyetine bir tenekenin verildiği, konuşmanın şiddetle cezalandırıldığı kampa götürülüyor. Kimseyle konuşmuyor. Kamp doktoru travma geçirdiğine karar veriyor ve altı ay sonra bir gece yarısı kendini bir otoparkta buluyor. Arük çocuğu da yok. Düşürdü mü, doğurdu mu? Doğurduysa bebek nerede? "Asla çocuğumun kaçırıldığını düşünmüyorum, sanırım ölmüştü" diyor. Leticia, yaşadıklarını hatırlamakta zorlanıyor. Oysa onun otoparka bırakıldığı günlerde, Arjantin'in Dünya Kupası'nı kazanan takımının antrönörü Carlos Menottı hiçbir şeyin unutulmayacağını göstermek için cuntanın lideri Videla'nın elini sıkmadı... TECRİTTE 11 YIL Angelika anlatıyor.. Alper Turgut O BİR MUCİZE! Hafızasının peşindeki Leticia önce Brezilya'ya gidiyor. Insan Hakları Örgütleri'nin desteğiyle kurulan bir kampta tedavi görmeye başlıyor, ama koşulların yetersizliği, doktorların uzun süreli yoğun tedavi gerektiğini söylemesi Leticia'nın Brezilya'da kalmasını güçleştiriyor. Şu an 27 yaşında olan Facundo'yu Brezilya'da doğuruyor. Mutual Sentemiento (Diktatörlük yıllannda birçok kurbanda görülen karışık his, hafıza yitimi ile tanımlanan bir senfptom) teşhisi konulan Leticia daha iyi tedavi olmak, çocuğunu daha iyi yetiştirmek için Fransa'ya kaçıyor. 1985 yılına kadar Fransa'da kalıyor, ama sağlığı da giderek bozuluyor. "Her gün saatlerce suyun altında kalıyordum. Banyoya niye gittiğimi, neden sürekli yıkandığımı dahi bilmiyordum" diyor. Bir çocuğu daha oluyor, Malayka. Gaz kaçağından çıkan bir kaza, büyük sonuçlar doğurmuyor, ama birlikte olduğu, Malayka'nın babasmın onu suçlamasına yetip de artıyor bile. Leticia'ya hiçbir zaman tedavi olamayacağını, Arjantin'e dönmesi gerektiğini söylüyor. O da, çocuklarını Fransa'da bırakarak artık "demokrasi"ye geçen, diktatörlük yıllannın suçlarını yargılamaya çalışan, sokaklarda "sin olvidarunutmayacağız" seslerinin yükseldigi Buenos Aires'e dönüyor. Yedi yıl EATIP'de Arjantin Psikososyal Araştırmalar Ekibi doktor Lario Lagos'un gözetiminde tedavi görüyor. Lagos'a göre Leticia bir mucize. Çünkü, yaşadığı travmalara rağmen hayatta kalmaya, geçmişini yeniden kurmaya çalışıyor. EATIP'de ilaçtan çok arkadaşlarınm psikolojik desteğiyle ayakta kalan Leticia yaşamı yeniden öğreniyor. Arkadaşlarınm sayesinde geçmişini de öğreniyor; şiir yazan, bitki yetiştiren, yazdığı şiirler basılsın diye çaba sarf eden genç bir kızın hikâyesiyle karşılaşıyor. 2002'de bir ev kiralıyor. Ailesinin suçlamalarına, Fransa'daki çocuklarıyla konuşmasını yasaklayan kocasına rağmen geçmişine ait ne varsa yeni baştan öğreniyor. "Hayatımm en mutlu anı çocuklarıma kart attığım gündü. Fransızcam çok iyiydi, ama şu anda bir ilkokul çocuğu gibi yeniden öğreniyorum" diyor. 13 yıldır görmediği çocuklarıyla internet üzerinden yeniden ilişki kuruyor, ne kadar büyüdüklerini bir web cam aracdığıyla öğreniyor ve kendini onlara kahvaltı hazırlayacağı güne hazırlıyor... • A ngelika Goder, 11 yıl süreyle Alman cezaevlerindeki tecrit koşullarında ayakta kalmış. Artık kendini tasfıye etmiş "iki Haziran Hareketi" adlı illegal sol örgütün eski bir üyesi olan Goder, Türkiyeli sivil toplum örgütlerinin organize ettiği "Tecrit Işkencedir" konulu foruma katılarak deneyimlerini paylaştı. Cezaevinde sağlığı bozulduğu için erken tahliye edilen 55 yaşındaki Goder, Alman devletinin kendisine vermesi gereken sosyal yardımı erken kesmesi nedeniyle artık resim yaparak yaşamını kazanmaya çalışıyor. "Tecrit ve izolasyon sosyal bir yok oluştur" diyor Goder ve ekliyor: "Tecridin etkılerini tecritten uzaklaştıkça anlayabiliyorsun ". Siyasi mücadeleye ne zaman başladınız ve cezaeviyle nasıl tanıştınız? Politik mücadeleye bundan 32 yıl önce "İki Haziran Hareketi" saflarında başladım. iki yıl sonra 1975'te yeraltına geçtim. Hareketımiz ismini tüm Almanya'ya aynı yıl Berlinli bir politikacıyı takas amacıyla kaçırarak duyurdu. Politikacının serbest bırakılması karşılığında cezaevinde kalan 5 yoldaşımız kurtarıldı. Hareketimizin silahlı bir gerilla grubu da bulunuyordu. Yakalanışım Almanya'da olmadı. Yanımdaki iki yoldaşımla birlikte Bulgaristan'da gözaltına alındım. Yıl 1978 idi. Aynı gün bizi Almanya'ya iade ettiler. Tutuklandım. Mahkemem, 1982 yılında sonuçlandı ve 15 yıl hapis cezasına çarptırıldım. Nuh Köklü T utuklanmadan önce şiir yazıyordum, ama şimdi hatırlamıyorum bile, diyor Leticia Sourigues. Arjantin'de diktatörlük yıllannın kurbanlarından yalnızca biri. Yine de şanslı, çünkü kaybolan 30 bin kişiden biri olabilirdi. Bugün 50 yaşında, ama hayata her gün yeniden başlıyor, üstelik gerçek manada... Çünkü Mutual Sentemiento yani diktatörlük yıllarında birçok kurbanda görülen karışık his, hafıza yitimi ile tanımlanan bir hastalıkla boğuşuyor. PRT'nin 40. yılı kutlamalarında karşılaştığımız Leticia'nın hikâyesi 17 Ekim 1977'de başlıyor yani askeri darbeden bir yıl altı ay 29 gün sonra. Arjantin, gece baskınlarıyla tutuklamalara, her perşembe günü Puerto Madera Li manı'nın üstünde turlayan helikopterlerden insanların atılmasına, çocukların kaçırılmasına alışmış. "Kalemlerin Gecesi"yle filme de konu olan, ücretleri protesto eden 7 öğrencinin işkenceyle öldürüldüğü operasyon ve katliamın gecesi devlet terörünün gücünü sınamış. HİÇBİR ŞEY UNUTULMAZ Leticia, veterinerlik eğitimi görürken PRT'ye (Partido Trabajodores Revolucionar Devrimci Işçi Partisi) katılmış. Şimdi niye gittiğini hatırlamasa da "Okuldan çıktıktan sonra her gün fabrikaya çalışmaya gidiyordum" diyor. Ta ki, kapısı 17 Ekim'de çalınanakadar... "Ogeceçokiçmiştik, şarapiçipşi OSMAN BAHADIR bahadirosman@hotmail.com 00 yıl önce miktarını 500 bine çıkarabiliriz. 15 milyon nüfusta 500 bin kari, 30 kişide bir kari demektir. Otuzda bir, %3 eder ki, hakiki oranın bundan fazla olması pek zayıf ihtimaldir. Artık birtakım meçhuller (bilinmeyenler), faraziyeler, hayali oranlar üzerine dayandıracağımız okuma ihtiyacının şiddeti derecesini başka bir ölçü ile araştırmak lazımdır. En çok okunan, kitaplar değildir. Çalıkuju gibi üçer bin nüshadan iki defa tabba (basılmaya) mazhar olan eserler yok gibidir. Edebiyatı Cedide Kütüphanesi'nin Meşrutiyet'teki ikinci tabları (baskıları) ikişer bin nüshaydı. Bunlardan hâlâ satılmakta olanlar vardır. Ilmi kitaplar, her yerde olduğu gibi bizde de pek az satılır. Demek ki, bilhassa yüksek fikirleri, duyguları ihtiva eden (içeren) kitaplar, hatta edebi de olsalar, pek az okunuyorlar... Gazeteler, en çok okunan kâğıtlardır. Gazeteleri, mizahi mecmualar takip eder.. Halkın fikrini açmak, duygusunu inceltmek için ona anladığı lisanla, sezdiği imajlarla hitap etmek lazımdır. Tercümelerde nasıl başarılı olunamıyorsa, telif eserlerde de bir tercüme üslubu var. Böyle eserlerin okuyanı az olursa halkın değer bilmezliğine, zevkinin kabalığına mı hükmetmek icap eder? Hayır! Karilerin ciddi, kıymetli eserler okumaya ihtiyacı var; kariler bu ihtiyacı düşünecek müellifler (yazarlar) ister. Bunu düşünmek de kâfi değil, halkı cezbeden (çeken) konulan yine öyle bir lisanla, öyle bir edebiyatla ifade etmek lazım. Türkiye Cumhuriyeti halkının fikri ve hissi terbiyesini bu yazarlar üstlenecekler. Haftalık mecmualar da, gazeteler de bu yola dökülecekler. Madem ki kitap yok, madem ki halkı marazi (hastalıklı) bir hale koyan saçma yazılar artıyor, halkı aydınlatacak ve eğitecek yazıların,fciçolmazsa gazete sütunlannda yer bulmasını istemek kadar tabii bir şey olamaz. Gazeteler, ucuz satılan, her yere kolayca giren, her eve uğrayabilen, her çeşitliliği gösteren, küçük kitaplar gibi binbir faydalı bilgiyle, hissi, ahlaki cazip makalelerle Cumhuriyet halkına çok iyi hizmet edebilir, ciddi kitaplann yazılıp basılmasına zemin hazırlayabilirler. 7 Kazım Nami 31 Ekim 1925 Okuma ihtiyacı I stanbul'da 5 esaslı kitap tabevlerinden(yayınevlerinden) birinin fihristini açtım; mektep, asker kitapları hariç olmak üzere 16 sene zarfında yayımladığı irilı ufaklı kıtapların toplamı 180 küsurdur. Bunların içinden yalnız 1617 kadarı mütarekeden sonra yayımlanmıştır. Bu 180 küsur kitabın içinden birçoğu aktüalitesini kaybetmiştir. Bundan başka fikri tenvire (aydınlanmaya), terbiyeye yarar yanları yoktur. Her vakit zevk ile, istifade ile okunabilecekleri azdır. Türkiye nüfusunul5 milyon olarak tahmin ediyorlar. Bu tahmini miktarı esas kabul ederek, okuma yazma bilenlerin oranını bulabilir miyiz? Mümkün değil. Bu oranı %2 farz edersek, Türkiye'de okuryazarların miktarı nihayet 300 bini bulur. Acaba Türkiye'de 300 bin kari (okuyucu) var mıdır? Istanbul'da çıkan yevmi (günlük) Türkçe gazetelerin bütün satış miktarı azami (en çok) 50 bin olsa, bir gazeteyi nihayet 10 karinin okuduğunu farz ettiğimize göre, Türk karilerin Yüksek güvenlikli cezaevinin ilk uygulayıcılarından biri diye bilinen Almanya, aynı zamanda bu uygulamayı dünyaya pazarlayan ülke olarak da tanınıyor. Siz de cezaevinde tecrit koşullarında kaldınız mı? Tutuklandıktan sonra ilk 3 ay Köln'deki bir cezaevinde kaldım. Sonra 10 yıl süreyle yatacağım, Berlin'deki cezaevine sevk edildim. Burada Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) üyeleriyle birlikte bizi ayrı bir bölüme koydular. Bu bölüm, hapishaneden izole edilmiştı. 6, 5, 4 ve 3 kişilik tecrit hücrelerinde kalıyorduk. Çok katı koşullar altında yaşamaya çalışıyorduk. Sağlık nedenleriyle 1989 yılında serbest bırakılmadan önce bir yıl süreyle de bir yoldaşımla birlikte yüksek güvenlikli cezaevinde tutuldum. Cezaevinden tahliye edilen ve yaşadıklarımızı kamuoyuna aktaran ilk mahkumlardanım. 1990'ların sonunda yoldaşlarımızın büyük bir bölümü tahliye edildi. Dışarı çıkınca hepimiz tedavi gördük. Cezaevinde yaşam nasıldı ve tecrit uygulamaları karşısında mahkumlar kendilerini nasıl savundu? Cezaevinde öğleden sonraları bir araya gelebiliyorduk. Dışarıyla bağlantımız koparılmıştı Ancak iki haftada bir ailelerimizle görüşebiliyorduk. Güvenlik görevlileri ziyareti denetliyordu. Mektuplarımız kontrol altındaydı Psıkolojik ve fiziksel sorunlar ortaya çıkmaya başladı. Tecrit duvarını yıkabilmek için RAF'taki kadın tutsaklarla birlikte ortak açlık grevi eylemleri yaptık. Dışarıdaki yakınlarımızın da bir örgütlenmesi vardı. Kamuoyu yaratmaya çalışıyorlardı. Içeridekı ve dışarıdaki mücadele sonunda birleşti ve tecridin kısmen kırılmasında etkisi büyük oldu. Almanya'da cezaevinde yaşananlara karşı bir kamuoyu oluştu mu ve sizin içeride kaldığınız dönemle şu an arasında ne gibi farklılıklar var? Bizim hareketimiz 1982 yılında kendini tasfiye etti. Hareketten kalanlar RAF'a geçtı. RAF ise 1996 yılında kendini feshettiğini açıkladı. Şu an cezaevlerinde 4 politik tutsak var. 1970'li yılların kadrolarından hiç kimse kalmadı. Almanya'da yeni yeni gelişen politik hareketler var. Bunlar küreselleşme karşıtı örgüdenmelerle ortak hareket ediyorlar. Almanya'da son dönemlerde yaşanan sosyal yıkrmın ardından politik hareketler ivme kazanmaya başladı. •Dışarı çıkınca topluma uyum sağlamakta zorlandınız mır Sağlık sorunum nedeniyle erken tahliye edildiğim için 3 yıl devlettin sosyal yardımıyla geçindim. Dışarıya uyum sağlamak hiç de kolay olmadı. Sokakta ne yapabilirim, insanlarla nasıl ilişki kurabilirim, düşüncesinden uzun süre kurtulamadım. Insanlarla deneyimlerimi paylaşamıyordum. Yoldaşlarımızla esas olarak gündeme getirdiğimiz kendi ilişkilerimizin ne kadar değiştiğiydi. Ama insan bunu da aşabiliyor. Içerideki tutsakların yaşadığı deneyimler ileride bir şekilde kamuoyuna açıklanacak.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear