29 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

8 KAPAK 15 ŞUBAT 2004 / SAYI934 Brüksel, Fener, Klee, Komet... Kentleri var Deniz Bilgin'in, Venedik, Brüksel, New York... Ve elbette Îstanbul... Fener, Balat, Pera, Çengelköy, Üsküdar'daki tütün depoları... lster bir yabancı ister içinde yaşadığı kenti tamma merakhsı, kim düşerse peşini işte bu semtlerde dolaştırıyor. Ressamları da var, Klee, Miro, Picasso... Dali ise sevmediklerinin başını çekiyor, ona göre Dali izleyiciye kurgusunu dayatıyor. Türkiyeli ressamlardan ise Ömer Uluç, Komet, Selim Cebeci var işlerini beğeniyle takip ettiği... Deniz Bilgin değişik zamanlarda, değişik mekânlarda... Bilgin, eşi İhsan Bilgin ile... Gökten düşmüş gibi... DENİZ BİLGİN, Karşı Sanat Galerisi'nde açılan retrospektif sergisiyle resim severlere, ölümünden dört yıl sonra kendini anımsatıyor. Defterleri, batik ve guvaş çalışmaları, yağlıboya resimleri "Deniz Bilgin/Ressam" adıyla da kitaplaştırıldı. Sergi 13 Mart'a kadar açık tutulacak... Bastarafı 1. sayfada Anne, "Bekleyin beni, ben de geliyo" Jeyjp yanlarına yaklaşıyor ve ikisini rum de bellerinden kavrayıp düşmeye çeyrek kala balkona çekiyor. ENÇOKDANSI SEVtYOR... Bütün bunlara tanık olan, Teşvikiye'deki üç katlı müstakil, ahşap ev. Evin çıkardığı sesler bile yeni hayallerin yolunu açıyor, amabuhayatı.gerçekliğiaksatmıyor. Deniz on beş yaşlarındayken parmağını falçatayla kesince, annesi dikiyor. Aynı gerçeklik Deniz'de de var, gördüğü her şeye, ağaca, kaldırım taşına, insana, gökyüzüne dair öyküler yazsa da, okulların bitirilmesinin gerektiğinin farkında. Teşekkürlerle, takdirlerle üniversiteye kadar uzanıyor. ŞişliTerakki'degeçenliseyıllarında, sergide de yer alacak olan defterler dolusu resim y apıyor... Kız kardeşi bu yılların Deniz'ini şöyle anlatıyor: "Ortahktaki en güzel kız ablamdı, en popüler olan, en iyi dans eden oydu. Nereye giderse gitsin, beni de yanında götürürdü. Yazları Kumburgaz'da 1015 kişilik grupla diskoya gidilir, eğer beni içeri almazlarsa, 'bizdegirmeyiz' derlerdi. Müzik başladığında ablam kendisini piste atar, çok zevk alarak dans ederdi. Slow şarkılarda değil, kendi başına, hızlı dans etmeyiçokseverdi." Liseden sonra bir yıl edebiyat fakültesinde okuyan Deniz, 1973'te Londra'ya dünyanın en iyi grafik okullarından birinin grafik bölümüne (London Collegeof Printing) yazılıyor. Ikinci yıl, eşi İhsan Bilgin'in tanımıyla "psikolojik bir zaaf" sonucu Istanbul'a dönse de, bu altı ay sürüyor. Okul bitiriliyor. Londra Deniz için bir "kendini bulma" kenti. "Türkiye'dekistandartlara göre biraz uçuk veya rahat bir insandı" diyor kız kardeşi; "Lond ra'da bunun hayatın doğal parçası oldu ğunu gördü. Sokakta ayakkabılarını elim alıp yürüdü, kaldırıma oturup sigara içtı. tiyatrovari giyindi"... Aileden uzak ve ba ğımsız yaşamak, başka kültürlerden yaşıt larıyla aynı evi paylaşmak, sabahlara uza nan konuşmalar, tartışmalar Deniz'e yeni deneyimlerin kapısını aralıyor. Deniz'in ikinci "kendini bulma" noktası Singapur. Okulu bitirir bitirmez bir yıllığına bu ülkeye gidiyor, çünkü babası şimdi Singapur Havayollan'ndapilot. " Ablam olmasa biz Singapur'u tanıyamazdık" diyor Meltem," Bazen bir arabanın arkasına sıkışmış, gece kulübüne giderken bulurduk annemle kendimizi, bazen Hint mahallesinde on kişinin yaşadığı bir odada sofrada yemek yerken. Ablam asla ilişkilerin mışmiş gibi yaşanmasına izin vermezdi. Bırisiyle tanışır, bir süre sonra da kopabilirsin, ama önemli olan orada gerçekten kendin olarak kalmandır... Bu onun için çok önemliydi." ENDONEZYA'DA BÎR AY... Londra ve Singapur. Hiç ara vermeden yapılan bir geçiş bir şiddet, şaşkınlık, çelişki yaşatmaz mı? Eşi İhsan Bilgin, hemen bir hatırlatma yapıyor: "Deniz'de batı hayranlığı hiç yoktu, ama kötülemezdi de. Singapur'da da köklü zanaat ve sanat geleneğinden etkilenmiş. Bizim kuşağın yetmişli yıllarda politik hareket içinde anladıklarını anlayarak, hayatı daha iyi tanıyarakdönmüş". Singapur'da edindiği arkadaşlarıyla bir aylık bir Endonezya yolculuğu var ki, daha sonra resimlerine de, hayatına da yön veriyor. Motosikletlerle çıkılan bu yolculuktan, Singapur'da öğrendiği batik bilgisini de pekiştirerek dönüyor. Sırada yeniden îstanbul var. Kabul etmekte zorlanmasa da, kent şaşkınlıkla karşılıyor, başında Singapur şapkasıyla,elbiseleriyledolaşan, sokakları evi gibi kullanan bu genç kadını. 12 Eylül darbesi henüz yeni. O içinden geçmediği bir kuşağı, yetmişleri saygıyla kabullenirken o kuşaktan mimar İhsan Bilgin'le tanışıyor. Bir akşam Bilgin gözaltına alınıyor, ertesi gün de Deniz. Polis o güne kadar karşısına çıkanlara pek benzem eyen genç kadın a " sen kimlerden sin" diye soruyor, Deniz önce bocalıyor, sonra "Atatürkmilliyetçisiyim" deyince okkalı bir küfürle kovuluyor... Karikatürist Behiç Ak, Deniz'i Îstanbul'a döndüğüilkyıllardan tanıyor. "Türkiye'ye gökten düşmüş gibiydi" diyor "Şemsiyesiyle, şapkasıyla bizim ilişkilerimizin içine girdi ve orada çok renkli bir figür oldu. Çok kısa zamanda herkes birbirine alıştı". Gittiği her yerde bir yandan konuşurken bir yandan bir şeyler çizen, ayrılırken de yaptığı resmi oraya bırakan bir Deniz var Ak'ınanlattıklarıarasında. O Deniz için resim, hayatın kendisi. Bu resimlerde Deniz'in iç dili var, Ak'a göre. Bu dilden ortaya dökülenler ise dürüstlük, alçakgönüllülük, insanların kendilerine bile sahtekârlık yapmalarına izin vermeyen, amaincitmeyenmüdahaleler... "Küçücük bir tutarsızlıkyakalasın, hemen söylerdi" diyor, "bunu doğal bir hareket olarak yapardı, bu yüzden hiç kimse alınmazdı". Deniz'in resimleilişkisiniıse, "Birbireyin sanatla kurabileceği en samimi, en dürüst ilişki" olarak tanımlıyor Ak. Işçiliği de var Deniz'in. Iletişim Yayınları'nın Sosyalizm ve Sosyal Mücadeleler Tarihi Ansiklopedisi'nin grafik bölümünde çalışıyor. Arkeoloji Müzesi Müdürü Dr. Nuşin Asgari 'nin sekreterliğini yapıyor. Işlerinden biri de yokluğunda Asgari'yi arayanları not etmek. Arayan var mı, diye sorulduğunda şöyle yanıtlar veriyor: Uzun boylu, orta yaşlarda, biraz zayıf, gözlüklübiri... PENCEREDEN AT BENÎ... Metis Yayınları'nın yayımladığı Defter Dergisi'nin kapakları Deniz'in elinden çıkma. Pek çok kitabın kapağında da onun işçiliği var, Latife Tekin, Le Guin, Murathan Mungan, AlbertoMoravia, LaleMüldür... Seksenli yılları batik yaparak ve batik sergisı açarak, doksanlı yıllan ise guvaş yaparak ve guvaş sergisi açarak geçiriyor Deniz. Yağlıboyayasırageliyorsonunda. İhsan Bilgin, bu geçişleri gerekçelendirmediğini söylüyor, bir cümleyle anlatıp geçiyor en fazla, çünkü ne bir akımın içine giriyor, ne de kendini bir kuramla tanımlıyor. Resim piyasasından da uzak duruyor. Nedenlere ilişkin büyük cümleler kurmuyor. Tuvalin karşısında sadece resme odaklanıyor, ama biri kapıyı çaldı mı, onun peşine takılmaktan da kendini alıkoymuyor. Bu gitmeler birkaç gün üst üste geldi mi, resimden uzak kalmanın sıkıntısını taşıyor. Resim yapamamak onun için yemek yiyememek gibi bir durum. Resmi satıldığında seviniyor, eğer alan da istekliyse ona tuvalin üzerinde neler döndüğünü anlatıyor, resmini öykülendiriyor... 1993 'te hastalanıyor. Tedavisi uzun sürüyor, ama tanı konulamıyor. Resim yapamadığı zamanlar uzadıkça acısı da artıyor. Meltem'in çocuğıı Çakıl'ın ve arkadaşı Hür Yumer'in ölümü, bir de deprem acıyı derinleştiriyor. "Pencereden At Beni, İn Aşağı Tut Beni" ismini verdiğiyağlıboya tablosu henüz kurumamışken ölümü seçiyor. Tarih: 8 Kasım 1999 Madonna ve çocuk... Ursula Le Guin'in Mülksüzler kitabının kapak resmi de Bilgin'e ait... Defter dergisi kapak resmi.. Kendini iyi hissetmeyen kasetçalar. Tansel Tüzel (gazeteci): Deniz bir yabancıydı, bizden olmayan ve gönüllü tebaası olmaya hazır olduğumuzdu. Dokunmaya kıyılamayacak incelikte bir çiçek, bir Küçük Prens'di. Çocuksu yüzü ve parlak gözleri ile aynı resimlerine benzerdi. Resimleri ile benzerliği elle tutulur ve gözle görülür nitelikteydi. Ama yabancı olmak zordur çok sevilseniz de, sanıyorum o da buna dayanarak kendi ayrddı. Meltem Ahıska (Yazar): Eşya ya da makine ile insan arasındakı sınırların bulanıklaşmasından söz ederken eğlenmiştik. Tamirci öyküsünü anlatmıştı. Tamirciye kasetçaları uzatıp "kendini iyi hissetmiyor" demiş ve adamın şaşkın bakışlarıyla karşılaşmış. Bedenin, özellikle de kadın bedeninin sınırlarının makine ile olduğu kadar, canavarlarla, hayvanlarla, toprağın dokusu ile iç içe geçtiği, organik insan gözünün perspektifini genişleten resimler yapıyordu. (DefiesKıs/1999) Bejan Matur (Şair): Deniz'in resmi bana hep tanıdık bir ürperme duygusu yaşatır. Unutulmıış, arkaik dünyamızda kökleri bulunabilecek motifleri çağrıştıran figürleri belkı de bilinç dışımızda depoladığımız bir dünyayı hatırlatıyordur bizlere. Orhan Koçak (Yazareleştirmen):... Her defasmda kendi kendini şaşırtmaya, kışkırtmaya ve büyülemeye yönelen bir girişimdir Deniz Bilgin'inki: Her resim, harikuladeyle ve bilmecemsi olanla yeni bir karşılaşma fırsatı olarak başlamış ve ilerlemiş gibi durur. Gözün, gözlerin kazandığı merkezi rol de bir bakıma bu büyüle(n)meyle ilişkilidir: Birdenbire ortaya çıkan tılsımlı görünümün, kendi kışkırtmasının ürünii olan görünümün karşısında ürpermiş ve sonra da donup kalmış bir öznenin varlığını hissettirir... (Deniz Bilgin/Ressam kitabtndan)
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear