28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

19 ARALIK 2004 / SAYI 978 Beş yıl önce bugün cezaevlerinde Operasyonun rfdı "Hayata Dönüş"tü, ama arkasında 32 ölü bıraktı. Alp Ata Akçayöz de ölenler arasındaydı. Ailesi olayın peşini bırakmadı, tazminat davası kazanıldı, ama acı hiç eksilmedi... Esra Açıkgöz nayasanın 17. maddesi şöyle diyor: "Devletin, bireylerin yaşam hakkını koruması yükümlülüğü ceza ve tutukevlerinde bulunanlar için de geçerlidir." Ama... 19 Aralık 2000. Saat sabaha karşı 5. Kimilerimiz belki bu tarihte olanları hatırlamıyor, ancak bazılan hiç unutmadı. Çünkü 20 hapishanede başlatılan "Hayata Dönüş Operasyonu"yla sadece hapishane duvarları değil, pek çok kişinin hayatı da yıkıma uğratıldı. 2'si jandarma 32 kişi hayatım kaybetti. 11 aydır Ümraniye Hapishanesi'nde örgüte yardım ve yataklıktan tutuklu yargılanan Alp Ata Akçayöz gibi... 24 Ekim'deki duruşmasında savcı ve mahkeme başkanı tahliyesini istemiş, ama iki üye reddedince dava ocak ayına ertelenmişti. "O gün salıverilse... Olmadı, ocaktaki davaya çıkabilse kesin tahliye edilecekti" diyor babası, emekli savcı Kemal Akçayöz. Annesi Günay Akçayöz ise öğretmen. îki oğlundan sonra daÜmraniye'ye. Hapishaneyi kordon altına almışlardı, saatlerce bekledik. Savcılığa "hayatından endişe ediyoruz" diye dilekçe verdim. Savcı ilgileneceğini belirtti. Pazar günü de arayıp ölüm haberini verdi. Asltnda hapishanedeki ust teğmene, "Oğlumuz sağ mı?" diye sorduğumda, "Benim de evladım var, ben nasıl...?" deyip arkasını dönmüştü, ağlıyordu. Ata'nın öldüğünü o zaman anlamıştım, ama kabullenemedim. G. Akçayöz: Çaresizdim, her tarafı araştırdık, bulamadık. Adli Tıp'a gittim. Bir liste açtılar, oğlumun adı ordaydı. Kriz geçirmişim. Hatırladıklarım kopuk kopuk. Elbiselerimi parçaladığımı, kendimi yerlere attığımı, kafamı defalarca duvara vurduğumu hatırlıyorum, bir de kafamın bir arabanın tekerliğinin altında olduğunu... Sonra çantamdaki bütün haplan içtim. Ama yerlerde yuvarlanırken, 6 kişinin oluşturduğu bir çemberin beni izlediğini unutamıyorum. HALA ÎNANAMIYORUM... Dava açmaya nasıl karar verdiniz? G. Akçayöz: Bir şeyler yapmalıydık. Dava para için değil, haklılığımızı kanıtlamak içindi. K. Akçayöz: Otopsi sonucunu uzun müddet elde edemedik. Bilgi edinme hakkımızı kısıtladılar. Ceza davamız reddedildi. Gerekçe olarak da delilleri karartacağımız gösterildi. G. Akçayöz: Elimizde ne kanıtı var ki karartalım? Savcı, "içerde silah vardı" dedi, ama "Silahlar kullanılmış mıydı?, Cezaevinde silah olmasıntn sorumluluğu kime ait?" sorularımı yanıtlaydmadı. Ceza davamız kabul edilmedi, ama peşini bırakmayacağım. Ölümü kadar, ölüm şekli de acı veriyor. Sokakta öldürülse, trafik kazası geçirse... K. Akçayöz: Üstelik mahkemesi hâlâ devam ediyordu. Anayasaya göre, suçu sabit oluncaya kadar herkes masumdur. Bu 5 yılda hayatınızda neler değişti? G. Akçayöz: Bir yere yemeğe gitsek, yarım saatten fazla kalamıyoruz. Kafamız öyle karışık ki... Oğlumun mezarına gidemiyorum, "hâlâyaşıyor, yurtdışında, bizden uzakta" diye düşünmeye çalışıyorum. "Hayata Dönüş Operasyonu" adı altında hayatını yok ettiler. Bizim de hayatımızı kararttılar. 5 yıl oldu, hâlâ onun niçin, ne zaman, nasıl öldürüldüğünü, bilmiyorum, anlamıyorum. K. Akçayöz: Bu hayata dönüş değil, hayattan göçürülüş operasyonuydu. Mahkeme bile bizi haklı buldu. Cezaeviyle, bir tapu dairesinin farkı yoktur, ikisi de devlet dairesi. Eğer bir suç işlenirse, disiplin cezası verilir, Hitler vari bir uygulama yapılamaz. EYÜP BAŞ Kan, çamur, morluk... Eyüp Baş, Çankırı Cezaevi'nden 3 Kasım'da çıkmış. 19 Aralık'ı da yaşamış, F Tipi'ni de. Operasyonda tanık olduklarını şöyle anlatıyor: "Sabah 5'te uyarı yapmadan gaz bombası atmaya başladılar. llk saldırı olüm orucundaki 16 arkadaşımızın koğuşuna yapıldı. Onları koruyabilmek için alt kata indirdik, bayılmışlardı. O sırada ölüm orucunda olan Hasan armez, durmazlarsa kendini yakacağını söyledi. Durmadılar, o da yaktı. Yıllardır her şeyimi paylaştığım arkadaşımın, bizim için kendini yakmasını izledim, et kokusunu soludum. Çoğumuz yaralandı, kiminin kafası yarıldı, kiminin parmağı koptu, kolu kırıldı... 12. koğuşa girdiğimizde duvarları yıkmaya başladılar. Bu sefer Irfan Ortakçı, çekilmezlerse kendini yakacağını söyledi. Alevi olduğu için yanarken semah döndü. Hepimiz öleceğimizi düşünüyorduk. "Onurumuzla ölelim" dedik ve dışarı çıkıp halay çektik. Ateş açıp, gaz bombası attılar. Insanların çoğu bayılmıştı. Hava arıyor, nerede nefes alabiliriz diye düşünüyorduk. Direniş 13 saat sürdü, bu süre boyunca hiç ara vermediler. Alırken sürekli dayak atıyorlardı, ama hiçbir şey hissedemiyordum. Bizi gardiyanlar bile teşhis edemedi. Öyle değişmişiz yani, kan, çamur, morluk... Vücudumdan 22 saçma parçasıçıkanldı." A birini kaybetmenin acısını ilaçlarla gidermeye çalışıyor, "Zanax bağımlısı oldum. Yaşamımı ilaçlar olmadan sürdüremiyorum." Acüannı az da olsa azaltabilmek ve yapılanın yasal olmadığını kabul ettirmek için Adalet ve Içişleri Bakanlığı'na açtıkları 55 milyarlık tazminat davasını kazanmışlar. Ancak tazminatları henüz ödenmemiş. Açtıkları ceza davası ise reddediltniş. Ama işin peşini bırakmayacaklarını söylüyorlar: Oğlunuzla en son ne zaman görüş miiştüniiz? Günay Akçayöz: 19 Aralık'tan 15 gün önce. "Bir operasyon fısıltısı var, kendini koru" dedim. "Anne, panik yapma, Ben kendimı koruyorum" dedi. Kemal Akçayöz: Ben tavır almıştım, görüşüne gitmiyordum. Ama arkadaşlar "O senin oğlun" diye baskı yapınca, gittim. îyi ki gitmişim, gitmeseydim ne yapardım? Nasıl yaşardım? Kahrolurdum. Ya 19 Aralık günü... K. Akçayöz: Önce savcılığa gittim, Kemal ve Günay Akçayöz tam beş yıl uğraştılar oğullarını öldürenlerin yargılanması için. YURDANUL [ŞIK Ben üst koğuştaydım Yurdanul Işık, Uşak Cezaevi'nden bir ay önce çıkmış. 19 Aralık'ın Uşak'ta nasıl yaşandığını şöyle anlatıyor: "Aramızda analar vardı ve Ramazan olduğu için oruç tutuyorlardı. Sabah 5'te kalktıklannda tüplerin kesildiğini görmüşler. Bizde tüpler dışarıda durur, içeri gaz verilir. Durumu gardiyanlara haber vermeye çalışırken, bir anda askerler hiçbir uyarı yapmadan, silahlarla koğuşa girmiş. Ben üst koğuştaydım. Olayı haber alınca, kendimizi koruyabilmek için kapının arkasına dolaplarla barikatlar kurduk. Ölüm orucundaki arkadaşlarımız "îçeriye girerseniz kendimizi yakarız" diye uyardılar. Ama askerler dinlemediler bile, bir arkadaşımız kendini yaktı. Bizleri döverek havalandırmaya çıkardılar. Kadın polisler, saldırarak, döverek, çırılçıplak soydular, arama yaptılar. Daha luyafetlerimizi düzeltemeden askerlerin üstüne aayorlardı. 21 Aralık'ta hücredeyken, tekrar askerler silahlarla gelip, teslim olmamızı istediler. Daha neyin teslimiyetini istiyorlardı? Bu saldırı 19 Aralık'takinden daha şiddetliydi. Alp Ata'nın düğününde çekilen fotoğrafı. OSMAN BAHADIR bahadirosman@hotmail.com 80 yıl once **».W Darülbedayi'de Kamelyalı Kadın'ın temsili K amelyalı Kadtn, klasikler arasına girmiş ve son zamanlarda Comedie Française'e de kabul edilmiş bir eserdir. Size tasvir ettiği şey bugünkü telakkilerden o kadar uzaktır ki, temsilinde biraz hata görseniz, ağlayacak yerde gülersiniz. Bu itibarla Darülbedayi pek tehlikeli bir tecrübeye girmiş, fakat gülünç olmak felaketine düşmemiştir. Kemal Ragıp Bey tarafından yeniden tercüme edilen piyesin geçen akşamki temsilindeki bütün muvaffakiyet sadeliğindedir. Bilhassa Eliza Hanım Kamelyalı Kadın 'ın aşkmı herkese duyurmak için fazla heyecan göstermek isteseydi muhakkak ki bu kadar muvaffak olamayacaktı. Tabiilik, sadelik ona daha fazla yaraştı. Yalnız birinci perdede daha ziyade şuh olabilirdi. Raşid Rıza Bey, üçüncü perdeye kadar saf, hassas, daha yumuşak bir Arman olsaydı da, dördüncü perdede biraz daha ziyade heyecan gösterseydi daha iyi olurdu. Eseri sarsmadan temsile çalışan bu iki sanatkârdı. Arman'ın babası ise sahneye girdiği dakikadan itibaren muhatabına muhabbet veren bir şahsiyettir. Temsilde bu, çok düşüktü. Fakat şurası muhakkak ki Darülbedayi sahnesinde Kamelyalı Kadın her sene Istanbul'a uğrayan Fransız turnelerinin pek çoğunda gördüğümüz temsülerden daha canü oldu. Erkek Muallim Mektebi'nin 79. senei devriyesi I 8Nisanl925 stanbul Erkek Muallim Mektebi'nin 79. senei devriyesi münasebetıyle dun mektepte hususi merasim yapılmıştır. Mektebin konferans salonu saat ikide davetlilerle dolmuş, kutlama merasimine eski mezunların Istanbul'da bulunanları da iştirak etmiştir. Tam saat ikide Abdülhak Hâmid Bey salona girmiş ve medid (dinmek bilmeyen) alkışlarla istikbal edilmiştir (karşılanmıştır). Merasime, ayakta dinlenen istiklâl ve mektep marşlarıyla başlanmış ve müteakiben mektep müdürü Alaeddin Bey nutuk irad etmiştir. Alaeddin bey, nutkunda mektebin tarihçesinden, müdürlerinden, muallimlerinden bahsetmiş ve son 38 sene zarfında 2195 muallim yetiştiğini ve o tarihten evvelki kayıtların mevcut olmamasına binaen, yetiştirilen talebenin adedinin malum olmadığını, fakat tahminen 2000 kadar bulunduğunu söylemiştir. Alaeddin Bey muallimlerin memlekette ifa ettikleri hizmetleri zikretmiş ve sözlerine şu suretle son vermiştir; "Temenni edelim ki, mektebimiz, Abdülhak Hâmid gib'ı namdâr olsun." Daha sonra senei devriye münasebetiyle Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey'den ve mebusandan bazı zevattan gelen telgraflar okunmuş ve alkışlanmıştır. Müteakiben muallim namzedlerinden bir efendi (öğrenci) nutuk irad ederek mektepten çıkan i ? muallimlerin vazifelerinden bahsetmiş ve muallimleri "tütmeyen bacalara ateş verenler" diye tavsif etmiştir (nitelemiştir). Bundan sonra Darülelhan (Musiki Mektebi) müdürü Süreyya Bey ile talebeden bir efendi tarafından alafranga birkaç parça çalınmış, talebe bir komedi temsil etmiş, mektep şarkılan, zeybek raksları yapılmış, birkaç tablo gösterilmiş, beden terbiyesi icra edilmiş, müteakiben hep birlikte mektep ziyaret olunmuştur. Mektebin her tarafı gezildikten sonra davetliler salonda thzar olunan (hazırlanan) büfeye getirilmiş ve orada çay ve pastalarla izaz ve ikram edilerek merasime nihayet verilmiştir. 20Martl925
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear