23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

31EKÎM2004/SAYI971 T1YATR0 BENIM SIGINAGIM Tilbe Saran, "Fernando Krapp Bana Mektup Yazmış"taki rolüyle 2004 Tiyatro Ödülleri En îyi Kadın Oyuncu Ödülü'nü aldı. Dizilerde oynamıyor, çünkü tiyatrodan zaman çalmak istemiyor. Çekimden çıkıp oyuna yetişmek, yani hızlı yaşamak ona göre değil... Nilüfer Zengin •eslek aşkının en şiddetli yaşandığı alantn tiyatro olduğu bilinir. Hatta o kadar çok söy.lenir durur ki, bazen insanda takılmış plak etkisi yaratır. Söyleşi için Aksanat Kültür Merkezi'ne gittiğimizde, Tilbe Saran, birazdan başlayacak oyunun hazırlıkları içindeydi. Tam da anlatıldığı gibi, o daracık kuliste, hiç de konforlu olmayan bir yerde oyun öncesi hazırhk gerilimini yaşıyordu. Ve sanki o halinden daha mutlu olamaz gibiydi. Elbette, "Fernando Krapp Bana Mektup Yazmış" oyunuyla aldığı 2004 Tiyatro Ödülleri En lyi Kadın Oyuncu Ödülü'nü konuştuk, ama oyunculuğa dair diğer konulan da... Bu arada anımsatalım, oyun, Akbank Kültür Merkezi sahnesinde sahnelenmeye devam ediyor. M X YXı Oyunculuk kariyeriniz nasıl başladı? 1980'de konservatuvara, 89'da Şehir Tiyatroları'na girdim. O sırada başlamak üzere olan Kral Lear için acil bir oyuncu gereksinimi olmuş, çağırdılar, hemen gittim. Işıl'la (Kasapoğlu) o dönem tanıştım, o günden beri beraber çalışıyoruz. Çok güzel bir 6 yıl geçirdikten sonra sanatsal bir çekişme nedeniyle Şehir Tiyatroları'ndan ayrıldım. Kurumu, insanları yeteri kadar tanımıyor olmaktan, çok genç olmaktan kaynaklanan bir hayal kırıklığı yaşamıştım. Sonra birdenbire önümüze Akbank Kültür Sanat Merkezi çıktı. Bize verilen bu imkânı en iyi şekilde değerlendirdik. Tiyatro metinlerini, oyuncuları titizlikle seçtik, iyi bir repertuvar ve iklim oluşturduk. Bu yıl en çok istediğimiz şey gerçekleşti, kardeş tiyatrolarımız oldu. Oyunculuk eğitimi de veriyorsunuz... Eminönü Halk Eğitim'de ve konservatuvarların farklı bölümlerinden öğrencilerle çalışıyoruz. Danstan, Türk halk müziğinden olanlarla, hiçbir bağlantısı olmayanlar da var. Yaratıcı drama çalışması yapıyoruz. Küçük çocuklarla Şehir Tiyatrosu öncesinde başladığım tür bir çalışma. Genç insanlara şunu da hatırlatmak gerekir; iş göründüğü kadar panltılı değil. Televizyonda her şey yaldızlara bulanmış görünüyor, ama o yaldızlara ulaşabilmek için çok çamura batıp çıkmak gerekiyor. Stanislavski'nin bir sözü vardır: "Maden işçiliği kadar ağırdır tiyatroda çalışmak". Sahne, bu mesleğin er meydanıdır. Çünkü sahnede, sizden başkası size yardım edemez. Sesiniz, bedeniniz, her şeyinizle o an, bir kereliğine seyirciyle çok özel bir birliktelik yaşıyorsunuz. Bu sevgili olmak kadar özel bir şey. Dizilerde görünmüyorsunuz... Tiyatrodan zaman çalmak istemediğim için dizilerde olamıyorum. Gönlümün yattığı bir projede yer almayı ben de isterim. Ama, görüşmelerde söylediğim bir tek şey var, o da, benim için birinci sıra naklanıyor. Bu ekip, Işıl Kasapoğlu, Duygu Sağıroğlu, Zeynep Avcı ve en başta da Cüneyt Türel, eşi benzeri olmayan bir şey oluşturdu. Hiç oynanmamış oyunlar oynayalım, diye düşündük. Sahnelediğimiz her metin, Türk tiyatrosu için önemli metinler oldu. Harcadığtmız emeğe zaman zaman "aferin"ler alıyoruz. Kimi özel tiyatrolarda genelde tutmuş, dolayısıyla risk taşımayan oyunlar oynuyor... Ama hiç itirazınız olmasın. Tiyatro kültürünün olmamasından kaynaklanan birşey bu. Herhangi bir Batı ülkesine baktığınızda bir anda beş tane Macbeth oynuyor. Ben Devlet ve Şehir tiyatolarının yeteri kadar klasik oynamadığını bile düşünüyorum. Geçen seneye kadar Devlet Tiyatrosu'nda Hamlet görmedim, bilmem kaç yıl önce oynanmış. Şehir Tiyatrosu daha geçen sene oynadı. Her alanda olduğu gibi taş üstüne taş koymak gerekiyor. Biz de konan taşlar hep birileri tarafından örtülüyor. Yeni yönetim geçmiş yönetimin işlerini kapatır anlamında söylemiyorum. Her alanda böyle. Yeteri kadar tortu olmadığı için büyük sıçramalar olmuyor, kişisel sıçramalar oluyor. SANATIN İŞLEVİ NEDİR? Klasiklerin yeri ayrı tabii, bir de tekrar tekrar oynanan çağdaş metinler var... Izleneceği kesin olan... Aslında bu da olabilir, hepsi biribirini destekleyen şeyler. Tiyatro eğitimin bir parçası. Reşat Nuri okuyan bir çocuk, Reşat Nuri'nin bir yapıtını sahnede görse daha iyi anlayacak, hissedecek. Savaş ve Barış'ı, Anna Karenina'yı görse, merak edecek. Hespi birbirini etkileyen şeyler. Kültürsüzleşmenin özendirildiği bir dünyada yaşıyoruz, her şeyden bir haber olma durumu katlanarak devam ediyor. Politik olarak da duyarlı bir yanınız var... Kendinizi sakınmak gibi bir derdiniz olmadığım söyleyebilir miyiz?.. Sakınmak ne kelime, aksine kimi şeyleri altını çize çize söylemek lazım. Sanatın işlevi nedir zaten? Niye YazıTura herkesin yüreğinin tellerini titretti? Hepimiz kafamız rahat rahat otururken, birdenbire gündemimize düştü. Sanatın en önemli işlevi de bu zaten. Bu sene Amerika'daki bütün televizyon ödüllerini toplayan "Angels in America Amerika'da Melekler" bir tiyatro metni. Belli ki orada kazandığı işlev ve toplumsal sorumluluk onu televizyona taşımış. Sahneden baktığımız yer karanlık bir kuyu. O kuyudan gelen sesleri duyuyoruz, çünkü beraber şarkı söylüyoruz. Işte bu şarkı da ortak duyarlıklara dokunmalı. Çok bayatladı, ama Shakespeare'in sözünü hatırlatacağım "Tiyatro insana ayna tutar". Oyunculuğu, rol yapmayı, oynamayı nasıl tanımlarsınız? Mevlevilerin dönmesi gibi geliyor bana, hani orada alır ve verirler ya. Bu dünyadan bir sürü şey alıyoruz ve sonra geri veriyoruz. Ben böyle bir geriye verme gibi görüyorum oyunculuğu. • DİZİLERDE YOKUM, ÇÜNKÜ... 9596 yıllarında sizi tstanbul Ünİversitesi Edebiyat Fakültesi koridorlarında görüyordum... Ben girdiğimde konservatuvar henüz üniversite kapsamında değildi, Istanbul Belediyesi'ne bağh yüksekokul statüsündeydi. Mezun olduktan sonra üniversitede istediğim bir şey okumak istedim. Sanat tarihi bölümüne girdim. Ancak tiyatro öylesine cazibeli bir alan ki, üniversiteyi yarım bıraktım. Sonra, Şehir Tiyatroları'ndan aynldıktan sonra ne yapacağımı bilemediğim bir zamanım oldu. Üniversiteye yarım bıraktığım yerden devam ettim. iyi oldu, çünkü çok daha verimli ve keyifli bir zamandı benim için. Hızımı alamadım, yüksek lisansa girdim, tez aşamasında bıraktım. da tiyatronun geldiği. Öyle olduğunca herkes benden kaçıyor, çünkü televizyonun çok ayrı bir ritmi var. Ben bütün hayatımda o ritme karşı koymaya çalışıyorum. Yavaş olmanın tadını çıkartmak istiyorum. Şu oyuna herhangi bir yerden koştura koştura gelmek istemiyorum. Hayatımı da o kadar hızlı yaşamak istemiyorum. Burası benim en mutlu olduğum yerlerden biri, bir sığınak gibi. Oyuna 5 dakika kala girip, alelacele sahneye çıkmak istemiyorum. Reklamlarda da görünmüyorsunuz... Ama çok seslendirme yapıyorum, çün kü herkes gibi ben de bir yerlerden para kazanmak zorundayım. Yüzünüzü pek göstermemeye özen gösteriyorsunuz diyebilir miyiz? Aslında reklamlarda oynadım, ama çok aralıklı olduğu için unutuluyor. Televizyon çok aç gözlü bir hayvan... Kocaman bir fınn hep daha yenisini, hep daha gencini istiyor. O yüzden süreklilik zor. Ses öyle değil ama... Bakmayın, çok yeni sesler de var, çıkıyor... Öyle olması da normal. Kime sorsak, kimse sizin oyunculuğunuza toz kondurmuyor... Ben yaptığım işten o kadar keyif alıyorum ki, insanlar da o keyiften etkileniyorlar diye düşünüyorum. Kendinden geçmiş oynayan bir çocuğa nasıl kıyamazsanız, bu da öyle bir şey sanırım. "Fernando Krapp Bana Mektup Yazmış"la 2004 Tiyatro Ödülleri En lyi Kadın Oyuncu ödülünü aldınız... Daha önce de pek çok ödiil almışsınız... Benim şansım ardı ardına çok iyi metinler bulmuş olmam. Bir tek konuda alçak gönüllülük etmeyebilirim, o da metin bulmak. Bu da kurumun bize sağlamış olduğu ekonomik rahatlıktan kay Tilbe Saran oyunculuğu bir "geri verme" olarak görüyor... Fotoğraf: Vedat Arık Televizyon dizisi 'Omuz Omuza'nın barmen Cem'i Sinan Albayrak Kelimeler değil, beden dili... Öznur Oğraş S inan Albayrak, beğenilen televizyon dizisi "Omuz Omuza"nın Barmen Cem'i. Sokakta "Aaaa, siz o musunuz" diye sorduran bir rol bu, yani şöhretin kapısını aralayan... Ankara Sanat Tiyatrosu'da başlamış oyunculuğa Albayrak. Dizilerde küçük, ama temiz rollerde oynamış ve Levent Kırca Çadır Tiyatrosu'yla devam etmiş. Hacettepe Üniversitesi Tiyatro Bölümü'nde okumuş, Istanbul Üniversitesi'ne geçiş yapmış. Bu geçiş öncesinde Almanya'ya gitmiş, bir dönem orada Antagon.Yıkık Tiyatro grubuna girmiş: "Orada zamanın sol eğilimli gruplanndan biri bir fabrika alanını istila etmiş ve bu fabrikaya yerleşmiş. Devlet onlan buradan çıkartamadığı gibi bir yıllık ödenek de veriyor. Orada 'Yıkıcı Tiyatro' yapıyorlar. Daha çok beden dilinin kullanıldığı, sahnede değil yollarda, yıkık bina larda, dağlarda oynanan daha çok tariklann, vinçlerin, kamyonların, motorlann kullanıldığı bir tiyatro. Fabrikada yaşıyorlar, bahçede karavanlan var. Atölyeleri, marangozhaneleri, bilgisayar odaları tiyatro için her şeyleri mevcut. Doğumlannı bile kendileri yapıyorlar." Albayrak, uzun süre onlarla yaşamış ve tiyatro yapmış. Kelimelerin inandıncılığına inanmıyor, doğruyu anlatanın beden düi olduğunu düşünüyor: "Kelimeler yanlış yola saptınr ve karşındakini de yanlış yola götürür. Ama beden dili dediğimiz şey ikna etmek ve inandırabilmek için kullanabileceğimiz en güzel dilimizdir. Bu eğitimi iyi aldığıma inanıyorum. O yüzden Türkiye'deki klasik anlayıştaki tiyatroda ben kendi adıma zorlanıyorum. Bedenimi hareket ettiremeden duramıyorum." Türkiye'ye döndüğünde Bakırköy Be lediye Tiyatroları'nda beş yıl oyunculuk yapmış, "Rumuz Goncagül", "Ölümsüz Aşk", "Ivan Ivanoviç Var mıydı Yok muydu?" ve "Ikinci Caddenin Mahkumu" oyunlarında rol almış. Son olarak Haldun Dormen ile "Nerede Kalmıştık", "Siz Ne Dersiniz" ve "Şehnaz" adlı oyunlarda oynamış. Bir yıl önce Eskişehir Şehir Tiyatroları kadrosuna katılan oyuncu, kenti Türkiye'de izleyici ortalaması en yüksek il olarak tanımlıyor. SİZ O MUSUNUZ? Albayrak'ın idolü "Cyrano de Bergerac" oyununda rol alan Bülent Emin Yarar ve Haluk Bilginer geliyor. "Oynamak istediğin bir rol var mı?" sorusuna "Oyuncular kendilerine zıt rolleri oynamak isterler bende de var o, bir eşcinseli oynamak isterim. Oyuncu kendisi dışmdaki bir karakteri muhakkak oynama lı, kendisini yontabilmek için, bu bizim toplumda damga yemek olsa bile" diye yanıtlıyor... "Omuz Omuza"ya 13. bölümden itibaren girmiş. "Karakter tuttu herhalde" diyor. Ama kendisini tatmin edecek bir rolde daha oynamadığını ve tepkiler karşında kendi adına utandığını söylüyor: "Yolda beni tanıyan insanlar parmaklarını uzatıp ünlü diyorlar. Geçenlerde kızlar koştular yanıma Tan Sağtürk diye, daha sonra yolda neşeli bir kadın siz osunuz di mi diye geçti karşıma. 'Kim' dedim, Iskender Paydaş dedi. Bizim insanımız için, Türkiye' de nasıl bir rolde oynarsan oyna televizyonda görünmüş olman yeterli, bu da seni yanlış bir şeye yönlendiriyor. Yani ben 'oldum' dedirtebilir insana, ama özünde daha iyi iş yaptığıma inanmıyorum ve tepkileri gördüğüm zaman kendi adıma utanıyorum. " •
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear