29 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

‘Kaplıcada Son Yaz’ Bu romanı okurken içimden yazma heveslilerine seslenmek geçti: Evliya Çelebi’den Yaşar Kemal’e anlatıcılar, Dede Korkut’tan Sait Faik’e öykücüler, Yunus Emre’den Nâzım Hikmet’e şairler, Hacı Bektaş’tan Şeyh Bedreddin’e düşünürler, insanımızın arasından çıktı. Dize sıralamayı şiir sayanlar, romana olay anlatımı deyip öyküye yönelenler yazmaya kalkmasınlar, kalemlerini dinlenmeye alıp, okumaya klasiklerden, böyle iyi kitaplardan başlasınlar... OLAY ÖRGÜSÜ Yaşadıklarımla beslenen Masalını Yitiren Dev¹ adlı romanımı yazdıktan yıllar sonra gördüm Camus’nün “Bilmece” başlıklı denemesini². Camus yazısının bir yerinde “Bir insanın yapıtları, çoğu kez, onun özlediği, heveslendiği şeylerin öyküsüdür. Yapıtınız hiçbir zaman kendi öykünüz değildir, hele yaşamöykünüz olduğu savındaki yapıtlarda. Hiçbir insan, hiçbir zaman, kendini olduğu gibi anlatmayı göze alamaz” diyor. Bir iki sayfa sonra, onu öteleyecek yargıda bulunuyor: “Her sanatçı, kendi doğrusunun peşindedir.” “Kendi doğrusunun peşinde” koşan Feridun Andaç’ın, üç ayrı kitaptan oluşacak romanının ilki olan Kaplıcada Son Yaz’da3 Camus’nün bu sözünü gerçekleştirdiğini sanıyorum. O nedenle 405 sayfalık romanı elimden düşürmeden iki günde okudum. Deneme türünde yapıtlarıyla tanınan Andaç, telefonda romanını gönderdiğini söylerken, sevda uğruna dağ delen Ferhat gibi sevinçliydi. Neredeyse otuz yıldır, benim kardeş saydığım, onun beni ağabey yerine koyarak onurlandırdığı bütünleşme duygumuzla hep birlikte olduk. En başta mektupları, yazdıklarından emeğini esirgememiştir Andaç. İyi bir okur, “Bir yere, zamana ve bir döneme bakışın anlatısıdır” diye tanıttığı nehir roman oylumundaki yapıtı Kaplıcada Son Yaz’da bu emeğin ayrımında olacaktır. Roman, içeriğiyle, “Yaşanan zamanlarla akıp giden günlerin kesişme noktalarında buluşanların öyküsü... Değişen, dönüşen her şeye tanıklığı içeren İğdebeli Hoca’nın yalnızlığında, ülkenin yakın dönemine bakışla başlayan bu öykü yurdun en ücra köşesindeki kaplıcaya, oradan yaşanan dünyanın sessizliğine uzanır.” Andaç, romanını hangi kaynaklardan beslenerek yazdığını, abartılı yargılardan kaçınarak, “Öndeyiş”te de açıklıyor: “Adımın dışında her şeyi yazdım. İşittiklerimi, gördüklerimi, hatırladıklarımı, hatta bana anlatılanları. Elbette kendi yorumlarımı da! Yazamadığım anlarda ise çizdim. Dilim dileğim oldu çizgilerim de.” ÇATI Stendhal, “Roman, yol boyunca gezdirilen aynadır” der. Andaç, KeremÖmerAnlatıcı (yazar) bileşkesinden doğan dostluklara, sevda ilişkilerine, birbirlerini bütünleyici ya da öteleyici tutumların üzerinde aynasını gezdiriyor. Çatıyı oluşturan olaylar, bu bağlamda Kerem’in, Ömer’le Anlatıcı’nın da öğretmeni olan İğdebeli’nin içtenlikli yanına tuttuğu “BANA İğdebeli deyin...” / “Böyle mi demişti gerçekten o ilk derste?” sorusuyla anılarına ayna tutuyor: “Ne zaman aklına gelse o ân, zihninde bir ışıldak parlıyor adeta.” Olay KeremAslı ilişkisinin bozuluşu, toparlanışını, ÖmerNecla ilişkisinin dengelenişiyle ayrı bir devinim kazanıyor. İnsanda iz bırakan yurt sevgisi, dostluk, değerbilirlik, özlem gibi temel duygular böylece öne çıkıyor. Anlatı, bir yerden sonra, ülkelerinin dışında tutunacak yer ararken bunalıp kişilik yıpranmasına uğrayanların gerçeğinde düğümleniyor. IŞILTILAR Çizim gücünün yanında, yazınsal türlerin her alanında, özellikle eleştirel denemede, değerlendirme uçlarını en derinlerde işler kılan Andaç, bu birikimlerini 84 bölümden oluşan romanına da yansıtıyor. Ayrıca anlatısına duyarlılıkları, düşünceleri beyinlere kazınan 130 yazarın, düşünürün özdeyiş değerindeki sözlerini de eklemiş. Okurun, romanın girişindeki “Öndeyiş” / “Gidememek” bölümlerini okumadan olayların fırtınalı havasına giremeyeceğini, çizimin nasıl bir hüner istediğini kitabın 224’üncü sayfasındaki resmi incelikleriyle kavramadan çözemeyeceklerini anımsatmış olayım. Şu yaklaşımıyla romanın düşünsel içeriğini açıklarken okurla da bağlantı kuruyor Andaç: “Yazınca dönüşüyor her şey... Bir sesten başka bir sese, bir sözden bitimsiz sözcüklere, bir kişiden farklı kişiliklere dönüşüp duruyor anlatılan her şey. Evet, tıpkı hayat gibi. / Nerede olursak olalım, hangi durumlarda yaşarsak yaşayalım değişen biziz, zaman değil. / İnsan özlediği yere aittir, benimsediği toprağa kök salabilir ancak” diyor. Andaç’ın, Cervantes’ten seçtiği şu söz, çağrışımıyla, yazı heveslilerinin yaratıcı dünyasına ışık tutuyor: “Dikkatli davran, iyi bir kitap yaz, iyi olmak istiyorsan. Ne yaptığını bilmiyorsun diyemez sana akılsızlar o zaman!” n ¹ Adnan Binyazar / Masalını Yitiren Dev / Can Yay / İstanbul (24. Basım) 2020 / 339 s. ² Albert Camus / Denemeler / Çev.: Sabahattin Eyuboğlu, Vedat Günyol / Say Yay. / İstanbul (5. Basım) 1983 / 128 s. 3 Feridun Andaç / Kaplıcada Son Yaz / Eksik Parça Yay. / İstanbul 2021 / 405 s.. (Kaplıcada Son Yaz, Sandım ki Göğün Cennet ek adıyla çıktı. İkincisi Dünyayı Saran Sessizliğin, üçüncüsü Arzen’de Zaman ek adlarıyla çıkacak.) AYŞE REİSOĞLU’NDAN Mutlu bir TürkAlman evliliğini konu alan Hatırlıyor musun? ‘Hatırlıyor musun?’ (Yeni İnsan Yay.), Reisoğlu’nun yaşamının izini sürüyor. Roman, Hamburg’da başlayan, İstanbul ve Ankara’da süren bir yaşam öyküsünün belki de en güzel tesadüfünü; bir aşkı anlatıyor. ÖZGE KABAK Ayşe Reisoğlu’nun romanı Hatırlıyor musun? iki bölümden oluşuyor. İlk bölüm Ayşe (Ursula) ve eşinin Almanya günlerini anlatıyor. Hamburg’da bir “Merhaba” ile başlayan sevgi dolu günler ilk buluşmalarda tiyatrolara giderek, Alster Gölü’nde sandal gezileri ve göl kenarında romantik yürüyüşlerde filizleniyor. Yazar, “Nasıl olduğunu anlamadan birbirimize âşık olmuştuk.” diyor. Tüm güzel anılar “Hamburg’a Veda” bölümünden sonra Türkiye’ye taşınıyor. Ayşe’nin evlenme kararını vermeden önce İstanbul’u görmesi ve Türkiye’de yaşamak isteyip istemeyeceğine karar vermesi gerekiyor. Tam bu noktada okurun önüne harika bir “eski İstanbul” çıkıyor: Büyük avluları olan, avlunun ortasında reçel yapmak için hazır bekleyen incirlerin olduğu, kumsalı olan ve Süreyya Plajı’ndan denize girilen bir İstanbul... Pera Palas’ta yılbaşı balolarının yapıldığı bir İstanbul... Hemen ardından Ankara’da Türkiye’nin yakın tarihine tanıklık eden bir Alman’ın anılarını okuyoruz. “Dün gibi hatırlıyorum,” diyor İsmet Paşa’nın naaşının Anıtkabir’e getirilişini. O an hissettiği duyguları, “Gözlerim doldu.” diyerek anlatıyor. Dinler arasında adlı bölüm, başka bir dine mensup olma sürecini aktarıyor; Türkleşiyorum bölümünde yavaş yavaş dil ve gelenek öğrenerek bir Alman’ın Türkleşmesi sürecini, değişen Türkiye’yi sunuyor: Merdaneli çamaşır makinelerinden, Arap sabunu kokusuna alışma sürecine ve 31 Ocak 1968’de televizyondan yapılacak ilk deneme yayınına, telefonun yaygınlaşmasına... Her birini sanki bir günlük, yazarımızdan eşine gönderilen aşk dolu bir mektup okur gibi okuyoruz. Altmış yıllık bir evliliği böylesine ilk gün heyecanıyla okumak sevdiklerimize sımsıkı tutunmak için inancımızı tazeliyor. Ayşe (Ursula) Reisoğlu capcanlı bir tarih gibi duruyor karşımızda; dinamik, sevgi dolu. Aynı zamanda tüm okurlarına hem Türkiye’nin hem Almanya’nın geçirdiği süreçleri ilk elden dinleme olanağı sunuyor. n 19 8 Nisan 2021
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear