Catalog
                    Publication
                
                - Anneler Günü
 - Atatürk Kitapları
 - Babalar Günü
 - Bilgisayar
 - Bilim Teknik
 - Cumhuriyet
 - Cumhuriyet 19 Mayıs
 - Cumhuriyet 23 Nisan
 - Cumhuriyet Akademi
 - Cumhuriyet Akdeniz
 - Cumhuriyet Alışveriş
 - Cumhuriyet Almanya
 - Cumhuriyet Anadolu
 - Cumhuriyet Ankara
 - Cumhuriyet Büyük Taaruz
 - Cumhuriyet Cumartesi
 - Cumhuriyet Çevre
 - Cumhuriyet Ege
 - Cumhuriyet Eğitim
 - Cumhuriyet Emlak
 - Cumhuriyet Enerji
 - Cumhuriyet Festival
 - Cumhuriyet Gezi
 - Cumhuriyet Gurme
 - Cumhuriyet Haftasonu
 - Cumhuriyet İzmir
 - Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
 - Cumhuriyet Marmara
 - Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
 - Cumhuriyet Oto
 - Cumhuriyet Özel Ekler
 - Cumhuriyet Pazar
 - Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
 - Cumhuriyet Sokak
 - Cumhuriyet Spor
 - Cumhuriyet Strateji
 - Cumhuriyet Tarım
 - Cumhuriyet Yılbaşı
 - Çerçeve Eki
 - Çocuk Kitap
 - Dergi Eki
 - Ekonomi Eki
 - Eskişehir
 - Evleniyoruz
 - Güney Dogu
 - Kitap Eki
 - Özel Ekler
 - Özel Okullar
 - Sevgililer Günü
 - Siyaset Eki
 - Sürdürülebilir yaşam
 - Turizm Eki
 - Yerel Yönetimler
 
                        Years
                    
                    
                
                    Our Subscribers Can Login And Read Original Page
                    I Want To Register And Read The Whole Archive
                    I Want To Buy The Page
                
            
                15. BURSA KİTAP FUARI “ONUR YAZARI” CEMİL KAVUKÇU  ‘Öykü beni bırakmadı’  On beş yıldır düzenlenen TÜYAP Bursa Kitap Fuarı bu yıl ilk kez bir “Onur Yazarı” ağırlıyor; Cemil Kavukçu’yu. Öykücülüğümüzün usta ismi ile ‘çocukluğunun başkenti Bursa’ ve otuz yıllık öykü birikimi üzerine konuştuk.  melİsa bulut 1980’lerin ortasından beri öykü verimlerinizi sürdürüyorsunuz; otuz yılı aşkın bir zaman dilimi... Bu yıllar nasıl geçti sizin için? Bununla birlikte o dönemden bugüne öykü dünyamızı da anlatmanızı istesem sizden... n Geriye dönüp baktığımda zamanla ilgili hız kavramı ortadan kalkıyor; otuz yılla otuz saat arasında bir fark kalmıyor. Burada zaman ölçerim kitaplarım oluyor. Geçen yıllar, okuyarak edinmeye çalıştığım edebi birikim ve üretimim açısından verimliydi diyebilirim. O günden bu güne öykü dünyamız da deniz gibiydi; sakin, dalgalı, fırtınalı, sonra yine sakin, ardından dalgalı... Yer yer duraklamalar yaşansa da öykücülüğümüz gelişimini sürdürüyor. Genç ve yetenekli kalemlerle sürekli yenileniyor. n Öykü kitaplarınızla nitelikli edebiyat ödüllerine de değer görüldünüz. Bugünü de işin içine katarak yanıtlamanızı isteyeceğim: Bu ödüllerin bir yazarın niteliğini ortaya çıkardığını, öne çıkmasına yardımcı olduğunu düşünüyor musunuz? Yolculuğunuzun ilk dönemlerinde ödüllü ama kitabını bastıramayan bir yazarın, bu sorunun gerçek muhatabı olduğunu düşünüyorum doğrusu. Yoksa bu konu, o dönemde öykünün gördüğü değerle mi ilgili? n Bugüne dek aldığım ödüllerin seçici kurullarına çok teşekkür ediyorum. 1987’de Patika başlıklı dosyama Yaşar Nabi Nayır Ödülü verildiğinde bunu, edebiyat dünyasına bir giriş, yazdıklarımı rahatça kitaplaştırabileceğim bir diploma gibi algılamıştım. Ama öyle olmadı, ödül sonrası hazırladığım öykü dosyamı yine kendi olanaklarımla bastırmak zorunda kaldım. Yani aldığım ödül, o yıllarda ne öykülerimi ne öykülerimin niteliğini ne de beni ortaya çıkardı. Bunda 12 Eylül sonrası baskı altında yaşamanın, öykü edebiyatımızın kan kaybetmesinin de payı var kuşkusuz. Seksenli yıllar öykü denizinin en kıpırtısız olduğu dönemdi. Ödüller kısa bir süre için yazarın adını öne çıkarabi  lir ama onun yolunu aç  mak gibi bir işlevi bana  göre yoktur.  n Bazı kaçamaklar  dışında hep öyküde kal  dınız. Bu yazıyı alımlayış  biçiminizle mi ilgili yok  sa öykü sizin için bildiği  niz topraklar, güvenli bir  liman mı?  n Bana en fazla yazma  coşkusu veren, kurdu  ğum atmosferle bütünle  şip içinde yaşadığım tür  olduğu için öyküde kal  dım. Dediğiniz gibi bazı  kaçamaklarım oldu. Örneğin roman o coşkuyu  necati savaş  Cemil Kavukçu  veremedi bana. Deneme  yazarken öyküden izin alıp onun bahçe kopmamak üzere yazıya bağlanmam üç  sine girdim hep. Çocuklar için yazdıkla yıl sonra; 1995’te oldu. Can Yayınları’na  rımı bütün bunların dışında tutuyorum. gönderdiğim Uzak Noktalara Doğru  Oradaki coşku, yazarken yeniden çocuk başlıklı dosyamı Özdemir İnce okumuş,  olmamla ilgili.  yayımlanmaya değer bulmuş. Telefonla  “İNŞALLAH MAKÛS TALİHİN DEĞİŞİR”  arayıp bu haberi verdi ve şu cümleyi ekledi: “İnşallah makus talihin değişir.” Dediği gibi de oldu. Erdal Öz kapılarını  n Yazı yolculuğunuzun kırılma nok bana açtı. Kitabım o yılın sonlarına doğ  taları neler peki? Pes etmek üzere oldu ru yayımlandı. Çok uzakmış gibi gelen  ğunuz ya da tamamen yazıya tutunma hayallerim gerçekleşmişti. Ertesi yıl da  ya karar verdiğiniz...  Sait Faik Hikâye Armağanı’nı getirdi  n İlk kırılmayı 1992’de yaşadım. Biri Uzak Noktalara Doğru. Uzun süre inan  ödüllü üç öykü kitabım yayımlanmıştı. makta güçlük çektiğim yolculuğun ikin  Sayfalarında görülmeyi çok istediğim  ci bölümü Can Yayınları’nda başlamıştı.  bazı dergilerin kapıları bana hâlâ kapa Yirmi iki yıldır da oradayım.  lıydı. Varlık Yayınları arasında çıkan Patika’yı kısa süreliğine de olsa kitapçı raflarında görebilmiştim. Bu on yıllık  “ÇOCUKLUĞUMUN BAŞKENTİ BURSA”  süreçte okur edinemediğim gibi edebi  n Biraz da Bursa’dan bahsedelim  yat dünyasında da kabul görmemiştim. istiyorum; İnegöl’den... Çocukluğunu  Bu bir heves miydi? Kendimi mi kandı zun başkenti değil sadece Bursa, aynı  rıyordum? Daha fazla ısrar etmek beni  zamanda öykü dünyanızın da başkenti  yıpratacaktı. En doğru olanı yaptığımı  oldu uzun süre değil mi? Bu paralelde  düşünüp yazmayı bıraktım. Sık sık  yaşam ve kurgunun sınırlarını belirle  kapımı çalan öyküler de bu kararıma  yen ne sizce?  saygı duyup uzaklaştılar benden. Bir  n ‘Çocukluğumun başkenti Bursa’,  bisiklet almıştım. Hafta sonları yanıma ne güzel bir saptama, bugüne dek hiç  yiyeceğimi de alıp Ankara çevresinde  böyle düşünmemiştim. Gerçekten de  günlük geziler yapıyordum. Bir tür  öyle. Ama önce İnegöl’den söz edeyim.  terapi yani. Bu duruma bir yıldan fazla Fethi Naci’nin, “Cemil’in Çukurova’sı  dayanabildim. Sonra yine yazmaya baş da İnegöl,” yakıştırmasını unutamam.  ladım. Öykü beni bırakmamıştı, sürekli Yemyeşil doğası, kirlenmemiş dereleri,  zorluyordu. Bu kez kendim için yaza  piknik alanları, geniş arka bahçesi ve  cak, ne dergilerin ne de yayınevlerinin meyve ağaçlarının olduğu müstakil  kapısını aşındıracaktım. Bu konuda  evleriyle çocukluğumun sınırsız bir  istikrarsız olduğumu düşünüyorum  oyun alanıydı. İlkgençlik döneminde ise  çünkü aldığım kararı bozdum. İkinci kı parkları öne çıkıyordu. Bunun yanı sıra  rılmam noktam, daha doğrusu bir daha içinde kıstırıldığımı düşündüğüm sınır  lar da netleşmeye başlamıştı. Ayrılmam, dışına çıkmam, bir anlamda da kaçmam gereken bir yere dönüşüyordu İnegöl. 1972’de İstanbul’da üniversite okumak üzere ayrılmıştım İnegöl’den. Tatilde kasabama dönsem de oradan çıktığımı düşünüyordum artık. 1976 sonunda Ankara’da MTA Genel Müdürlüğü’nde işe başladığımda İnegöl iyice uzaklaşmıştı benden ya da öyle olduğunu sanıyordum. İlk öyküm “Pazar Güneşi” ile yeniden oraya döndüm. Bu bir labirente giriş gibi oldu benim için ve uzun yıllar oradan çıkamadım. Bir yandan çocukluğumu ve ilkgençliğimi yeniden yaşamaya çalışıyor, bir yandan da kabuk değiştiren kasabamı o yıllardaki hâliyle kurmaya çalışıyordum. Anılarımı yazmıyordum. Yaşadıklarım ve tanık olduklarım kurgu dünyamda yeniden biçimlenirken farklı bir gerçekliğe bürünüyordu. Ben orada olmak istemiyor ve hep dışında kalmaya çalışıyordum. İşte, yaşam ve kurgunun sınırlarını belirleyen de bu iki farklı gerçekliği anlamamla oldu. n Öykülerinizin bir şekilde doğayla iç içeliği de İnegöl’ün çocukluk ve gençlik hafızanıza yerleştirdiği manzara ya da duygularla mı ilgili? n Tamamen öyle. Yazdıkça, bir tür ‘kayıp zamanın peşinde’ye benzer kendi izlerimi sürdüğümü fark ettim. Bu da bir yere kadardı. O labirentte kaybolmadığımı ve açık alana çıktığımı düşünüyorum. Arada yine de küçük kaçamaklar yapıyorum İnegöl’e. Ama bu kendim ve geçmişimle bir hesaplaşmaysa bittiğini sanıyorum. n Şimdi o Bursa’nın kitap fuarına “Onur Yazarı” olarak geri dönüyorsunuz. Duygularınızı merak etmemek elde değil... n On dört yıl önce TÜYAP’ın Bursa’da kitap fuarı düzenleyeceğini öğrendiğimde çok sevinmiştim. Her yıl aksatmadan katıldım fuara. Bu yıl da martın kaçında başlayacak acaba, ilk hafta mı, son hafta mı katılsam diye düşünürken “Onur Yazarı” olarak belirlendiğim haberini aldım. İnsan hiç beklemediği güzel bir haber karşısında şaşırır ya, ben daha çok şaşırdım. Bursa gerçekten çocukluğumun başkentiydi. 1960’ların başında çevre köyleriyle birlikte nüfusu yirmi beş bin olan İnegöl’de binek otomobil sayısı öylesine azdı ki hangi arabanın kime ait olduğunu herkes bilirdi. Ticari taksi diye bir şey yoktu. Halalarım ve amcamın yaşadığı Bursa’ya gitmek, o yıllarda bir masal ülkesine gitmek gibiydi. Dipsiz bir uçuruma bakıyormuşum izlenimi veren Setbaşı Köprüsü, Kapalı Çarşı’sı, belediye otobüsleri, Kültürpark’ı ve her seferinde mutlaka bindiğim çarpışan otolarıyla hayal dünyamın da ötelerine götürürdü beni. Ertesi gün yola çıkacağımız gece bitmek bilmezdi. Çok sık uyanırdım ama bir türlü sabah olmazdı. Üstelik bir saatten fazla süren eski benzinli otobüs yolculuğu tam bir eziyetti benim için. İçim dışıma çıkardı. Ama hedefte Bursa vardı. Şimdi ise onur yazarı olarak Bursa’ya davet edildim, duygularımı nasıl ifade edeceğimi ben de bilmiyorum. n  KItap  1916 Mart 2017   
            
    
