Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
YİĞİT BENER’DEn “ÖTEKİ DÜŞLER” ‘Edebiyat ve kara mizah olmadan bu dünyada nasıl yaşanır!’ Yiğit Bener’in öykülerini bir araya getirdiği yeni kitabı “Öteki Düşler”; yaşanmışlıklarla örülü bir öykü coğrafyasına taşıyor okurunu. Bener’le yeni öykülerini ve öykünün sınırları üzerine konuştuk. eray ak erayak@cumhuriyet.com.tr K aç yıllık bir çalışma sürecini kapsıyor Öteki Düşler’de toplanan öyküler? Bazı öykülerin altında 1991 ve 2016 tarihleri arasında yazıldığı belirtildiğinden bunu sorma ihtiyacı duydum... n En eski öykü 1991 tarihli ‘Dönüş’, en yenileri ise geçen yaz tamamladığım ‘Randevu’ ve ‘Gazozuna Maç’; diğerlerinin bir kısmı 2005/2008 arasında, gerisi son dört yılda yazıldı, ama hepsi elden geçti. Öykülerden üçünü ‘Neden?’, ‘Güllerin Getirdiği’ ve ‘Seçilmek’ Türkçe değil Fransızca yazmıştım ve önce Fransa’da yayımlandılar. Ama Öteki Düşler yarısı telif yarısı çeviri bir kitap da değil! Fransızcalarından aktardıklarım için klasik anlamda “çeviri” denemez; Türkçelerini bir bakıma yeniden yazdığımı söylemek daha doğru olur. Ayrıca on bir öyküden beşi, daha önce altı farklı yayınevinin derlemelerinde kitap formatında yayımlandı ve bunlardan dördü o yayınevlerinin ortak temalı kitapları için özel olarak yazılmıştı. Bu katkıların hakkını vermek için, en sona bunları anlatan bir “Öykülerin Öyküsü” kısmı ekleme ihtiyacı hissettim. “METİNLERE BİÇİM ATAMAYALIM” n Heyulanın Dönüşü romanınız için “antiroman” gibi bir nitelemede bulunulmuştu. Bu tabii metnin, imkânları dahilinde, romanın biçemi üzerine yeniden düşünme gücünü belirtmek için yapılmış bir yorum. Öteki Düşler’e dönersek, bu tavrı öyküye de taşıdığınızı söyleyebilir miyiz? n Bizde roman ya da öykülerin ille belli şablonlara göre yazılması gerektiğine dair tuhaf, skolastik bir inanç vardır. Eserin içeriği, düşüncesi, duygusu, biçemi, yazarın neyi, nasıl ve neden yapmaya çalıştığı değil de bu kalıplara uyup uymadığı sorgulanır. Metnin dili bile içerdiği sözcüklerin (ya da kelimelerin!) etimolojisi perspektifinden ele alınır. Oysa yazarların ille basmakalıp ve ilelebet değişmez şablonların cenderesinde kalmalarını kim, ne hakla isteyebilir? Bu yaklaşım geçerli olsaydı, günümüzde şiir bile hâlâ aruz vezniyle yazılıyor olurdu... Yazarların geleneksel kalıpların sınırlarını zorlaması kaçınılmazdır. Başarılı olurlar, olmazlar, o ayrı mesele ama denerler... Ben de gerek romanlarımda, gerek öykülerimde bunu kendimce deniyorum, haklısınız. Şu da var aslında: Dünya edebiyatının klasikleri, bizdeki skolastik “roman” ya da “öykü” tanımlarına hiç de uymayan melez biçimlere sahip... Örneğin modern romanın atası sayılan Cervantes’in Don Kişot’unda sayfalarca şarkı sözü yer alır. Romanın daha başlarında, kütüphanedeki rahip dönemin tüm önemli kitaplarının adını sayar, kıyasıya eleştirir, beğenmediklerini ateşe atar. Burada Cervantes’in roman içinde “çaktırmadan” ama düpedüz eleştirmenlik yaptığını söyleyemez miyiz? Victor Hugo’nun Sefiller’ine bakalım. Daha “klasik” roman az bulursunuz. Oysa yazar romanın ortasında birden ve altmış beş sayfa boyunca tam bir tarihçi edasıyla Waterloo Savaşı’nı anlatır! Derken hızını alamaz, ‘Argo’ başlıklı bölümde yirmi beş sayfa boyunca argonun tarihini, sosyolojisini, felsefesini ya da dilbilimsel yönlerini anlatan bir deneme yazmaya koyulur. Eee, yoksa Sefiller’i de mi “antiroman” ilan etmeliyiz? Proust ya da Henry Miller’deki otobiyografik boyuta ne demeli peki? Hele Céline! Son romanlarında kahramanının adı bile Céline’dir. Üstelik bol bol “dönem analizi” yapar, sayfalarca teknolojik buluşlarından söz eder... Ya Nabokov? Solgun Ateş’te yaklaşık kırk sayfalık bir şiir ve ardından yorumu can erok yer almaz mı? Peki Koestler’in Gün Ortasında Karanlık’ı? Roman mıdır yoksa Marksizm üzerine bir siyasi polemik mi? Öykü derseniz, Cortazar’ın Kronop öykülerinin (Historias de cronopios y de famas) Çehov’un öykülerinin biçimiyle yakından uzaktan alakası var mıdır? Bu öykü kitabında yer alan toplam ‘dört’ satırlık ‘Hikâye’ başlıklı metni hangi şablonun neresine sokacağız? Morg Sokağı Cinayeti’nde Edgar Allen Poe, baştan birkaç sayfa boyunca gözlem, akıl yürütme ya da analiz üzerine kuramsal denebilecek düşüncelerini anlatıyor diye buna da “antiöykü” mü demeliyiz? Vüs’at O. Bener’in Mızıkalı Yürüyüş’ünde hiç mi anı boyutu yoktur? Erhan Bener’in hem de çifte ödüllü ‘Alabalık’ öyküsü, bir yönüyle de müzik üzerine bir deneme sayılamaz mı? Bilinen hiçbir kalıba ya da tanıma sığmayan yeni, melez biçimleri, örneğin Enis Batur’un “roman denemesi” olarak tanımladığı Elma ya da Acı Bilgi’si hangi şablona sığar? (Enis’le birlikte yazdığımız Simültane Cinnet”i nasıl tanımlayabileceğimiz üzerine şakalaşırken, UFO tanımından yola çıkarak yeni bir tür önermeyi düşündük: “Tanımlanamayan Edebi Nesne”). Öteki Düşler’e gelirsek, öykü kitabı olarak tanımladık gerçi ama öykülerin belli bir alt metne göre sıralanmalarını, aralarındaki gönderme ve bağlantıları, şiir alıntılarının sağladığı sürekliliği dikkate alarak bu kitabın aslında “örtük bir roman” olduğunu iddia eden olursa, ben hiç karşı çıkmam! Aslında belki de bu dar tanımlar, şab lonlar bizim okuma zevkimizi ve tüm algılarımızı şekillendirip esir almadan, biz onları bir kenara bırakmalıyız. Metinlere “biçim” atamayalım, onları sadece okuyalım. “TÜM O ANLATIM BİÇİMLERİ SONUÇTA HİKÂYE ANLATMAMA YARIYOR” n Öteki Düşler bir öykü toplamı, evet ama aynı anda mektup, şiir, roman, deneme, anı, hatta yer yer makale dahi okuyoruz kitap boyunca. Diğer yandan okuduğumuz mektup da olsa düpedüz öykü kitaptakilerin hepsi. Öykü, tür olarak bu tür açılımlara izin veriyor elbette ama tüm bu türleri, sizin kaleminizde öyküye dönüştüren ne? n Az önce söylediklerimin devamında şunu diyebilirim belki: Tüm o anlatım biçimleri sonuçta melez ya da karma bir biçimle de olsa, özünde metnin bütününde bir hikâye anlatmama yarıyor; yani metnin bütününde, tüm bu katmanlar aslında o öykü için tasarladığım kurguya hizmet eden birer araç oluyor. ‘Şair’e Mektup’ metnini alalım. Bu öyküde ölüm ve ölümle baş etme yolları üzerine felsefi demek belki iddialı olur ama en azından kapsamlı bir sorgulama var. Ayrıca burada Necatigil’in “ölüm” temalı tüm şiirleri belli bir perspektifle irdelendiğine göre, bu metnin “şairin ölüme bakışı üzerine bir tür edebi inceleme” olduğu bile iddia edilebilir. Üstelik bu aslında ölmüş şaire yazılmış bir mektup. Gel gör ki mektup da bir tür hayali diyalog olarak kurgulanmış. Peki tüm bu biçim melezlemesine kar >>şın metin hâlâ bir öykü mü? Evet, çünkü bütününde okura bir hatta 12 9 Şubat 2017 KItap