Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
msaslankara@hotmail.com.tr Yazınımızda çoğulcu çokseslilik; çoğunlukçu tek seslilik... Bilgiye sırt dönmüş çoğunlukçu kitleler, ilkel eğilimle yazınımıza doğru uzanırken seçkinciliğe karşıymış gibi tutum sergileyip bir baskılama evresine geçmiş bulunuyor. Küresel çıktılarla da beslenen bu zorba güç, bir yandan aykırılıkları budamaya öte yandan karmaşık çoğulcu verim zenginliğini talan ederek alandaki birikimi dağıtıp yok etmeye kararlı görünüyor. B avul, Ot vb. dergilere farklı bir açıdan baktığı anlaşılan Necati Tosuner, “Niçin Bavul’da Yazıyorum?” başlıklı yazısıyla görece özetlediği bir yönsemeyi tartışmaya açıyor (Bavul, Temmuz 2016). 1960 sonrasında yaşamımıza girip 68’de serpilen çoksesli ivmeyle daha da yükselen bir dinamizmin, kendileri için tehlikeli olduğunu görenler, 12 Martla, 12 Eylülle bu gücü yönlendiren vektörel eğride makas değişikliği yaratarak kendisine yabancılaşmasını sağladı denebilir kaba bir özetlemeyle. Yazınımız bundan pay almakta gecikmedi elbette. Dönemin 68’li gençleri, Gezi’yi hayal edebilirdi kuşkusuz ama kendilerince uygun bir biçemi yeğlerdi sanırım… Ya Gezi’deki gençler? Kendilerine sorulduğunda, su katılmadık 68’li değil miydi tümü de? Bu gelişim eğrisi üzerinden hesap tutanlar, yazının, sanatın çoğulcu yapısıyla işleyişini bozundurmayı, bu alanları da ötekiler gibi çoğunlukçu, tek sesli bir anlatımcılığın peşine takmayı hedefliyor olmalı… Nitekim yem torbasıyla beslenen çoğunlukçu vahşi taraftar kitlesinin, asker adımlarıyla ilerleyip kükreyerek topluma birörnek ezber dayatmaya giriştiği apaçık görülebiliyor artık. Tosuner, bunları böyle söylemiyor ama tehlikeye karşı söz konusu dergilerle kazanılabilecek yazınsal mevzilere, sütrelere dikkati çekiyor… YAZINSAL ELEŞTİRİDE TURNUSOL ARAYIŞI SONA ERERKEN… Geçmişte Nurullah AtaçFethi Naci imzasıyla yayılan çoksesliliğe dayalı çoğulcu yazın havalandırmasına rastlanmayışına bakarak kimi görüş sahipleri bu tür eksikliği “eleştiri boşluğu”na bağlıyor günümüzde. Nurullah Ataç da Fethi Naci de eleştirileri, eleştiri anlayışları yanında yazınımızda birbirinden farklı dönemleri dile getiren birer ad, ötesinde kavramdı kuşkusuz. Fethi Naci’yi unutmayanların başında Kaan Arslanoğlu geliyor. Yazınımızda taşıdığı öneme, değere vurgu getirirken onun, eksikliğinin yol açtığı olumsuzluğu anımsatmadan da edemiyor. Erendiz Atasü’nün, Ataç’la Fethi Naci’ye dönük sözlerine göz atalım mı: “Cumhuriyet Çağı, Ataç ve Fethi Naci gibi… sesini duyurabilen iki edebiyat eleştirmeni yetiştirebilmiştir. Bugünse edebiyat eleştirmeninin, yabancı diller ve edebiyatlarının uzmanı olup Türk edebiyatındaki eleştirmen boşluğunu doldurabilmek için uzmanlık alanlarının bilgilerini güncel edebiyatımıza sunan birkaç iyi niyetli çaba dışında zayıf bir figür olarak kalmasına şaşmalı mı?/ Hayır, eleştirmenin silik çizgileri giderek büsbütün silinecek ve yok olacaktır. (…)/ Acaba iş, amatör ruhunu yitirmemekte direnenlere mi düşmektedir? Onların omuzları bu yükü kaldırabilir mi?” (Erendiz Atasü; Saldırganı Hoş Tutmak, Can, 2016, s.72, 73). Farklı bir gözle bakarak yazınımızdaki bu yeni yönsemenin izini sürmeyi düşleyelim bu bağlamda… YAZINSAL ELEŞTİRİ; BİTTİ Mİ, BİTMEDİ Mİ?.. Orhan Bursalı, Cumhuriyet Bilim Teknoloji’den sonra Herkese Bilim Teknoloji’de, gazetedeki yazılarında bilimde başarım ölçütlerine, bilimcilerin yayınlarıyla bunlara yapılan atıf sayılarına, çalışmalardaki özgünlüğe, benzerliğe yanı sıra elbette yapılan bilimsel çalıntılara yer açmayı sürdürüyor. Farklı imzaların katkısıyla ortaya çıkan incelemelerde yazınbilime dönük veriyle pek karşılaşamasak da öteki alanlardan sızan ipuçlarından kalktığımızda kimi sonuçlar üretilebilir sanısı uyanıyor insanda. Buna göre genelde yazınbilim çalışmalarının da aktarmacı, hatta yer yer kopyacı bir yaklaşım yansıttığı, bunların benzerlikler sergilediği, özgünlükten uzak durduğu gibisinden görüş üretmek olası hale geliyor öteki bilim dalları için öne sürülen öncüllerden sonra. Yazına gönül veren insanların, giderek nihilistleşen, bireyi rasyonel bağlardan koparıp kendine dönük sanal evrenler kurmasına neden olan bir dünyada eleştiriye gönül indirmesini beklemek gerçekçi olmayabilir. Ama bu olgu, eleştirinin bittiği vargısına mı götürmeli bizi? Bilim, sanat gibi alanlar popüler olma, ün ya da para kazanma vb. hangi hayalleri beslerse beslesin yine de kendi yasaları, kuralları içinde yapılmak zorunda değil mi? Eleştiri de öyle. Herkes eleştirinin bittiğini, eleştirmen kalmadığını söylüyor, sonuçta eleştiri diye bir yazı türünün bile ortadan kalktığını, kalkacağını öne sürüyor, ama yazarlar, kendi adlarına kurduğu sitelerin ana sayfalarında, eleştiri yazısı olarak nitelenebilecek her veriye kapısını açıyor. Hatta yazı bekliyor eleştirmenden. Böyle bir ikiyüzlülük yaşanmadığı söylenebilir mi yazınımızda? Oysa Erendiz Atasü’ye göre, “[g]enç yazarların da kendini kanıtlamış yazarların da önünde aynı engel dikilmektedir: Edebiyat dünyasının ticarete teslim olması. Ve sanata yakışır bir tutum olmayan bu teslim oluşun belirsizliklerle, suskunluklarla örtülmesinin yarattığı bulanık, kaotik durum! Sorun buradadır!” (a.g.y., 70). Eleştiri tarihimize öncü adlar olarak kazınmış Nurullah Ataç ile Fethi Naci’nin başlattığı çoğulcu kavrayışa dayalı yazınsal yaklaşımın geliştirilerek sürdürülmesi zorunlu. Bavul, Ot vb. dergilere biraz da bundan ötürü bakmak, böylesi bir kav rayışın yazınsal açıdan ileri karakolları bağlamında bunları değerlendirmek belki daha doğru… Bunu yazınsal eleştiri türü için değilse de söz konusu bu dergilerin yazınımıza dönük getirdiği eleştirel tutum, üretmeye giriştiği eleştirel değerler için söylemiş olayım. Nitekim kimi yazarlarca sürdürülen internet sitelerinin, blogların da bu bağlamda alınması olası. Söz konusu dergilerde görünen ya da yazılarıyla bu kavrayışı perçinleyen Seray Şahiner, Emrah Serbes, Onur Caymaz, Nejat İşler vb. yazarların sinerjiye dönüştürdüğü yansıtım verimleri de bu çerçeveye yerleştirilebilir pekâlâ. Nitekim Can’ın 2016’da yayımladığı Seray Şahiner’in Reklamı Atla, Nejat İşler’in Gerçek Hesap Bu! başlıklı kitaplarında yer alan eleştirel yazılar, adına eleştirel deneme, eleştirel metin vb. ne dersek diyelim böylesi bir işlevsel niteliğin taşıyıcısı görünüyor. Bu iki kitabı da adlarını andığım anamadığım öteki yazarları da heyecanla, tat alarak okuduğumu söyleyebilirim. Çoğunlukçu dayatmaya karşı farklı biçimde ortaya çıkan, yazınsal genetiğiyle oynanmış gibi görünse de ana omurgası sapasağlam yerinde durduğu için panzehire dönüşen bir atılımdır belki de bu, kim bilebilir bunu… BİTERKEN KÜLLERİNDEN DOĞAN YAZINSAL ELEŞTİRİ… İşte böyle bir aşamada Faruk Duman, Tom Sawyer’ın Kitap Okuduğu Kulübe (Can, 2015) adını verdiği yapıtıyla çıkageldi yazın dünyamıza. Yazar, bunlara “deneme” diyor ama aynı zamanda heyecanla okunan bir dizi “yazınsal eleştiri” örneği bu. İnan Çetin, Tahsin Yücel, Füruzan, Erdal Öz, Ferit Edgü, Yaşar Kemal, Sait Faik… Bu yazarlar, verimlerinden kalkılarak öylesine can evinden kapsayıcılıkla konu ediliyor ki Faruk Dumanca sayılabilecek bir vargı dizisi çıkıyor âdeta karşımıza. Andığım adlar da değil yalnız, bizden, dışarıdan daha pek çok ada, konuya, olguya yönelik farklı açılımlar getiren yazar, bir Faruk Duman almanağı koyuyor denilebilir okurun önüne… Nitekim biz, ama deneme ama yazınsal eleştiri bunları okurken kendisinin yazarlığına, yapıtlarına, bunları var edip besleyen çocukluk anılarına, okumalarına, dil yapılandırmalarına, sonra da bunların süzüldüğü belleğine dönük derinlikli ilişkiler kurabiliyoruz… Demek ki yazınsal eleştirinin hep aynı kalıpla akmasını beklemek doğru değil. Öyküde, romanda, oyunda, denemede nasıl birbirinden farklı biçemler çıkıyorsa önümüze, eleştirel yazılarda da böyle çoğulcu bir karmaşa zenginliğine açılıyor yazınımız… Faruk’un diliyle söyleyelim: “Zihnimiz edebiyat metinlerini tamamlıyor, değiştiriyor, eksiltiyor, çoğaltıyor ya da azaltıyor. Bence iyi bir okurun yapması gereken, bir romanla ya da bir öyküyle baş başa kaldığı zaman tüm özgürlüğünü verebilmektir ona. Yapıta verilen özgürlük, okurun kendi kendine verdiği özgürlük olacaktır sonunda” (20); “Hele iyi edebiyat, meyvesini saklar çoğu kez” (88). Tom Sawyer’ın Kitap Okuduğu Kulübe’de görüldüğü üzere… Ama Faruk’a “Hoş geldin!” diyecek kimse yok ne yazık ki! n 18 21 Temmuz 2016 KItap