Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
‘Yaşlanan İnsanlık, Gençleşen Kapitalizm’ İnsanlığın ömrü kapitalizmden uzundur Osman Akınhay’ın Şükrü Argın’la gerçekleştirdiği söyleşiyi içeriyor Yaşlanan İnsanlık, Gençleşen Kapitalizm. Kitap, kapitalizmin küresel çapta şiddetli bir kriz yaşadığı bugünlerde, dünyanın geçirdiği köklü dönüşümlere ve ‘sol’un önündeki güçlükler ile imkânlara odaklanıyor. Ë Füsun ÇİÇEKOĞLU ükrü Argın’ın Agora Kitaplığı’ndan 2009 Mart’ında çıkan söyleşi kitabı Krizden Önce, Krizden Sonra: Yaşlanan İnsanlık, Gençleşen Kapitalizm, pankapitalizm tespitinin etrafında örülmüş. Pankapitalizm döneminin özelliklerinden olan, şimdi ve burada olup biten şeylere bambaşka bir açıdan bakabileceğimiz bir noktaya yerleşememek, hatta öyle bir noktanın varlığını idrak yollarını tıkayan beyhudelik hissi kitabın ilk bölümünde irdeleniyor. Sadece muhalif radikal hareketleri değil, hayata dair her şeyi mecalsiz bırakan kapitalizmin küresel düzeydeki zaferi döneminde, “pankapitalizm” çağında siyasetin buharlaşması üzerinde duruluyor kitapta. Söyleşiyi yapan Osman Akınhay’ın, sorularıyla umut ışığı arayışına cevaben Şükrü Argın, ‘sonraya’ dair umut besleme zorunluluğunu tartışıyor. Kitabın kavramları arasında en çarpıcı olanlarından biri, ‘karanlığa diklenme’. Karanlığa diklenebilmek için, karanlığı görünebilir kılmak, karanlığı görmeyi göze almak belki de siyasetin, sözün, sömürünün görünmez hale geldiği bu çağda şimdilik tek umut ışığı. Kapitalizmin mecazileştirdiği ne varsa sahici adıyla telaffuz etmek, mecazı bozmaya çalışmak gerekliliği üzerinde duruluyor kitapta. Söyleşi bu akışı ile en karanlık metinlerinde bile umudu saklı tutmaya çalışan Adorno ile umutsuzluğu inançla öteleme gayretindeki Marcuse arasındaki köklü ruh kardeşliğini çağrıştırıyor zaman zaman.(1) DEVRİM ARTIK ZARURETTİR Kitabın “Reel Sosyalizmin Çöküşü ve Anarşizmin Önündeki Açık Yol” bölümünde, gelecek odaklı tarih fikrinin çöküşüne dair önemli saptamalarda bulunuyor Şükrü Argın. Reel tecrübenin ideali aşındırmış olduğu gerçeğini kabulün gerekliliği üzerine tartışıyor, güzel günler uğruna devrim ile felaketlere karşı devrim tahayyülü arasındaki farkı vurgulayarak: “‘Güzel günler’i hedefleyen bir devrim, adı üstünde ‘yapılması gereken’ bir şeydir. ‘Felaketler’e karşı devrim ise başka türlü yapamayacağımız için ‘yapmak zorunda olduğumuz’ bir şeydir. Dolayısıyla bugün devrim, yani ‘başka bir dünya tahayyülü’ ve inşası, etik bir tercih meselesi olarak da görülemez. Hayati bir ‘zarurettir’ söz konusu olan. Şüphesiz eskiden ve hâlâ bazıları tarafından algılandığı gibi, devrimin ‘kaçınılmaz’ bir şey olduğu anlamına gelmez bu. Zira kaçınılmaz olsaydı, asla zaruri olmazdı” diyor. Buharlaşmaya inat, katı bir gerçeklik olarak hepimizin ruhunu yıkayan Yunanistan isyanını, Osman Akınhay’ın sözleSAYFA 6 Ş riyle “bize hâlâ ve ne iyi ki isyan etmenin mümkün olduğunu gösteren” bu yakın isyanı, iyi okuma gereği üzerinde de durulmuş kitapta.(2) GÖÇEBE MUHALEFET Sözü buharlaşmaktan koruma sorumluluğu duyanlar, söyleşinin “‘Militan’dan ‘Aktivist’e: Soldaki Sinizm” bölümünü ve “‘Çatı Partisi’ Girişimi Vesilesiyle Solda/Siyasette Temsil Krizi” bölümlerini defalarca okuyacaklar belki de. Bu bölümlerde “sinizm” denen belanın oluşturduğu tehdide dikkat çekiyor Şükrü Argın. Neoliberal hegemonyayı sarsmaya çabalarken mecalsiz orta sınıf sinizminden kaçınmak ve sözdeki yarılmayı gidermek için ihtiyaç duyulan şeyleri doğru tanımlamak gerek: “bütünlük”, “tamlık”, “doğruluk”, “dürüstlük”. Solun ortak referans değerlerine sahip bağımsız mecraların ısrarla zorlanması tartışılırken, bir kişi ya da grubun özne olmasını imkânsız kılan bu koşullarda sözü yeni baştan kurma yollarının bulunması için muhalefetin göçebe olması gereği üzerinde durulmuş. Göçebe muhalefet, kitabın önemli kavramlarından biri ve üzerinde düşünmeye çağırıyor okuru. “Katılımcı Siyaset: Sol Kendi Adına Konuşmalı” başlığı altında Hrant Dink’in katlinin yarattığı infial halinin, solun özneleşme geçmişinden arınması için yapılması gerekenlere dair ipuçlarını içinde barındırdığına değinilerek ‘olmayarak olma’ önerisi irdeleniyor. Başkaları adına değil kendi adına konuşan ve davranan bir sol inşası bu önermenin gereği. Bu inşanın temellerinin eşit ve özgür katılım temelinde, hiyerarşik değil yatay bir örgütlenmeyi esas alarak kendisi adına sahnede yer almaya talip olarak ve sözüyle karanlığa diklenerek atılabileceği tartışılıyor. Şükrü Argın, vaadi değil itirazı dillendirmeye davet ediyor solu. Kitabın önemli bir önermesi de, “yelkenleri gözden geçirme” uğraşısını derinleştirmeye çalışma gereği. Solun kendine muhatap olarak “herkes”i alması, eğer muhataplardan ses gelmiyorsa da, kendi adına konuşmaya devam etmesi gerekliliği de tefekkürü hak eden bir başka önermesi kitabın. Kesif karanlığa diklenirken sola kılavuzluk edecek, yelkenlerin onarımına yardımcı olacak önermelerinden bazıları bunlar kitabın. SAF DEVLET Kesif karanlıktan sıkça bahsediliyor kitapta. Karanlığın kesafeti nedir peki? Kitabın “NeoLiberal İdeolojik Hegemonya: ‘Piyasa’nın Ardına Gizlenen Kapitalizm” ve “Şiddetin Özelleştirilmesi ve ‘Saf Devlet’: Faşizmden Daha Farklı, Çok Daha Tehlikeli” bölümlerinde bu kesafete dair konuşuluyor. “Saf devlet”in kendini, faşist devlette olduğu gibi, siyasetin üstünde değil ötesinde konumlandırışına bağlı olarak sözün kaybı, muhalefetin zemininin kayganlaşması bölümündeki “Hitler: Kitlenin Timsali” fotoğrafı izdüşümünü günümüzde de buluyor. Fotoğraftaki kitlenin arasında Hitler’i bulan ve o parçayı büyüten fotoğrafçı Hoffman’ı bu çaba içinde düşünürken başka bir Alman’ın, Haffner’in hikâyesi çağrışım yapıyor. Sebastian Haffner “Bir Alman’ın Hikâyesi” adıyla kitaplaştırdığı özgeçmişinde, sıradan bir insanın yaptıklarından çok yapmadıklarıyla faşizmi nasıl makulleştirebildiği naklederken şöyle der: “Sanki Almanya’da bir şeyler yapılıyordu da, yapanlar ortada yoktu... Almanlara boyun eğdirildiği söyleniyor şimdi. Bu, gerçeğin ancak bir kısmını ifade ediyor. Başka bir şeydi yaşanan, daha kötü, ifadesi güç bir şey: insanlar ülküdaş haline getirilmişlerdi, korkunç olan buydu aslında. Büyülenmiş gibiydi Alman halkı. Afyonlanmış halde bir rüya âleminde yaşıyorlardı. Çok mutluydular ama aynı zamanda korkunç derecede aşağılanıyorlardı; kendilerinden çok emindiler ama gururları yerlerde sürünüyordu; çok vakurdular ama öyle alçaktılar ki aynı zamanda. Zirvelere tırmandıklarını zannederken bir tümseğin tepesine doğru sürünüyorlardı aslında. Büyü bozulmadığı sürece bu hastalıklı hali iyileştirecek hiçbir ilaç yoktu.” İNSANLIĞIN ÖMRÜ KAPİTALİZMDEN UZUNDUR O günlerde Hoffman ve Haffner’in eliyle kuruldu aslında faşizm Almanya’da. Bugünse, kamusal olanı devre dışı bırakan saf devletin “faşizme ihtiyaç duymayan bir toplum biçimi”ni, Nazizmin kuruluş günlerindeki gibi oyun dışı kalmış oyuncular, kendini vakur sanırken alçaklaşan yurttaşlar üzerinden aklileştirmesine tanık oluyoruz. İnsansız bir insanlık ideali, saf devletin de faşist devletin de baş tacı ediliyor. İşte böyle bir karanlık içindeyiz ve ‘böyle’ derken neyi tanımladığımızı da tam olarak bilemiyoruz doğrusu. Solun böyle bir karanlıkla yüzleşebilmesi için hangi fiilin öznesi olacağını tartması gerek öncelikle. Kısır ayrışma ve tartışmalarla derinleşen uyuşukluğun, “o çocuğun büyüyüp, rüyanın bittiğini” kabullenmeden ve “içeride kimse var mı?”(3) sorusunu dillendirdiğimizde “içerideki” karanlıktan yankılanan som sessizliği dinlemeye dayanabilecek gücü kendimizde bulmadan asla bitmeyeceği belli. Üstelik, başkaları adına konuşma, başkalarına seslenme alışkanlığıyla “Hey, sen! Dışarıda kimse var mı?”(4) deyip, bir yankı bulma umuduyla “dışarıya” kulak kabartırken olduğundan daha derin bir dikkati gerektiriyor, kendi adına ko nuşurken yankı bulma çabası. Karanlıkla yüzleşmeden ona diklenebilmek mümkün değil. Birilerini değil, birlikteliği, örgütlemenin gereğini kabullenmeden, kamunun ve kamusallığın kaybının vahameti üzerine kafa yormadan, devrimin bir zaruret haline gelmiş olduğunu anlamadan yapılacakların hepsi belki de hep keskin bir cümleyle sonuçlanacak: “Devrim, vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi.”(5) Mecal azalmışken, vaktiyle ihtimal dahilindekiler haylidir epeyce uzaklaşmış gibiyken, kitabın sonundaki “her şeye rağmen umutlusun yani...” sorusuna da, “insanlığın ömrü her halükârda kapitalizmden uzundur” cevabına da çok ihtiyaç varmış meğer... Mesele dergisinin ilk sayısında Osman Akınhay kitaplara, yazarlara ve okurlara dair, “Mutlaka vardır her birimizin gözünün önünden ayırmadığı biricik kitapları, yeryüzünde bir tek kendinin anladığını zannettiği yazarları... Bizim en çok peşine düşüp basmayı dileyeceğimiz de, bu derece aziz tutulan kitaplarla yazarlar için henüz kâğıda dökülememiş yazılar” demişti. Karanlığa diklenme inadında sebat ve devrimin zaruretinde inat ederken Krizden Önce, Krizden Sonra: Yaşlanan İnsanlık, Gençleşen Kapitalizm kitabı belli ki göz önünden ayrılmayacak biricik kitaplardan olacak. ? (1) “Eleştirel Teori’nin Türkiye Mecrası” yazısında Şükrü Argın, kendisinin en uzlaşmaz karşıtlarını bile özümseyip yok eden bir dünyaya karşı ayakta durabilmek adına Marcuse’nin isyanın enerjisini reflekslere, tepkilere dek çekilmeyi önermesi ile entelektüelin bireysel varoluşunu ideolojiye dönüştürmeden, tekinsiz bir eşikte salınımını öneren Adorno’nun isyandan çok boyun eğmemekten bahsedişini derinlemesine irdeler. Ş. Argın, Toplum ve Bilim, 100. sayı, 2007, “Nihayet, tam zamanında, fakat... Eleştirel Teori’nin Türkiye Mecrası” (2) “Yunanistan’da Gerçekten Ne Oluyor“ http://bianet.org/bianet/dunya/111307yunanistandagercektenneoluyor (3) Pink Floyd, ‘Comfortably Numb’, “The child is grown, the dream is gone./I have become comfortably numb.” (4) Pink Floyd’in 1979 tarihli “The Wall” albümündeki ‘Hey You!’ şarkısındaki ‘İzin verme ışığı gömmelerine/Savaşmadan pes etme’ sözleri, aradan geçen otuz yıla karşın hâlâ doğrudan buralara yollanmış bir mektup gibi. (5) Murat Uyurkulak, Tol Bir İntikam Romanı, Metis, Eylül 2002. Krizden Önce, Krizden Sonra Yaşlanan İnsanlık Gençleşen Kapitalizm/ Agora Kitaplığı/ Şükrü Argın, Söyleşi: Osman Akınhay/ 208 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1015