26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Mustafa Balbay’dan ‘Heyecan Yaşlanmaz’ lu dilsel ürünler için de böyledir. Nerdeyse her tür yazıda türler arası kesişmeler, örtüşmeler oluyor. Heyecan Yaşlanmaz’daki yazılar, büyük ölçüde eleştirel denemeye özgü nitelikler taşıyor. Ömrü yirmi dört saatle sınırlı olmayan, yüzü ve yönü hem şimdiki zamana, hem geleceğe dönük, daha doğrusu her zaman okunabilirliği olan yazılardır bunlar. Balbay’ın da yazılarını seçerken, “her zaman okunabilirlik”i ölçüt aldığı görülüyor. Yazılarını konusal, izleksel açılardan kümelendirmiş; aralarında düşünsel bağıntılar, çağrışımlar ve göndermeler bulunanları belirli başlıklar altında toplamış: “Cumhuriyet ve Aydınlarımız”, “Medya”, “Atatürk ve Aydınlanma”, “Siyaset ve Toplum”, “ Küreselleşme”, “Yaşam”, “Ağaçlama”. Salt bölüm başlıkları bile kitabın konu ve kavram haritasının, düşünsel örüntüsünün ne denli geniş bir alanı kuşattığını gösteriyor. Öyle ki, bu bölümlemede, ayrıntılara inilmeden, şöyle bir yüzeysel taramayla “cumhuriyet”, “demokrasi”, “fikir gazetesi”, “Atatürkçü düşünce”, “halk”, “bağımsızlık”, “ulusal değerler”, “aydın”, “yeni ortaçağ”, “beyaz karanlık”, “kara mizah”, “dil”, “iktidar”, “eğitim”, “tek bakışlılık”, “ küreselleşme”, “tek kutupluluk”, “sol”, “beyin göçü”, “beyin gücü”, “eşitsizlik”, “ulusal onur”, “heyecan”, “doğa”... türünden kavramlar zincirinin varlığını görürsünüz. Bilmem söylemeye gerek var mı? Bir dilsel ürünün değerini belirleyen, onun konusu ya da konunun kuşatım alanına giren kavramlar kuşağı değildir. Önemli olan, bunların işleniş, sözcüklere dökülüş biçimidir; neyin anlatıldığı değil, nasıl anlatıldığıdır. Balbay’ın kitabındaki yazıların okunurluğu, etkileyici gücü de buradan geliyor bana göre. Dili ustaca kullanmasından, kendine özgü bir anlatış biçimi yaratmasından geliyor. Yazarlığın baş koşulu, biçem yaratabilme gücüdür. Kişi ne yazarsa yazsın, ister roman, öykü, anlatı; ister, deneme, eleştiri, gezi yazısı, röportaj, kendine özgü bir biçemi yoksa, anlatımına kendi sesinin tınısını katamıyorsa yazar sayılmaz. Gerçek yazar, sözcükleri seçerken, istiflerken, tümce düzenine dönüştürürken alışılmışlığın, sıradanlığın sınırları dışına çıkar, bir söz ve sözcük kuyumcusu gibi çalışır. Balbay da bu gerçeğin ayrımında. Bunun için dilin sunduğu anlatım olanaklarını yazılarında açmaya, geliştirmeye yöneliyor; şöyle desem daha doğru olacak, “Balbayca bir söyleyiş” yaratma çabasına giriyor. Bunu başarıyor da. BALBAY’IN DİLİ Balbayca bir söyleyiş, neleri içeriyor? Soruya, yazınsal, dilbilimsel terimler doğrultusunda yaklaşacak değilim. Kitaptaki yazılardan biri, “Balbay’ın Dili” başlıklısı, bir ölçüde bunun ne olduğunu açıklıyor. Bir bilim adamımız, Prof. Dr. Tahir Balcı, “Dil Oyunları ya da Dil Mühendisliği: Mustafa Balbay’ın Dil Kullanımı” adlı bildirisinde ayrıntılarıyla ele almış bunu. Ben, kısaca, “denemenin soluğu” bu yazıların dilsel örüntüsüne nasıl yansımış, ona değineceğim. Balbay’n yazılarında ben odaklı, söyleşisel bir hava egemen. Bu da konusunu denemeci mantığı, denemeci: yaklaşımıyla ele almasından kaynaklanıyor. Söyleşisel hava derken şunu hemen be ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 944 Eleştirel denemeler Kitabı hazırlarken “fıkralar”ı, bugünkü adıyla “köşe yazıları”nı ayırmada, adlandırmada çok zorlanmıştım. Yazılanlara bakıyordum, bu tür yazılar “Pencere”, “Şeytanın Gör Dediği”, “ Açı”, “Gözlem”, “ Ankara Notları”, “ Evet Hayır” gibi adlar taşıyan belirli köşelerde yayımlanıyordu. Bir bölümü, yazınsallıkla güncelliği birbiri içinde eriten türdendi; bir bölümü güncel bir sorun üzerine temellenen yorumsal yazılardı; bir bölümü de konusal, söylemsel yönden değişik yazı türlerine özgü nitelikleri içeriyordu. Ancak bunların tümüne türsel bağlamda fıkra deniyordu.. Oysa belirleyici bir adlandırma değildi bu. Aziz Nesin, “Bizim İşimiz” adlı yazısında buna değinerek şöyle diyordu: Bu bizim işimizin daha adı bile konulamamıştır. “fıkra yazarlığı” diye bir ad uydurulmuştur. Fıkra, güldürücü, nükteli, küçük hikâye demektir. Türk gazeteciliğinin ilk fıkra yazarları genellikle edebiyatçılar olduğu için, onlar daha çok fıkra yazarlardı. İçilmesi zor acı haplar nasıl şekerli bir maddeyle kaplanırsa gazete fıkrasının öğretici ve uyarıcı özü de kolay okunur, kolay anlaşılır eğlendirici niteliklerle örtülürdü. Ahmet Rasim, Ahmet Haşim, Nâzım Hikmet gibi edebiyatçılar, fıkra yazarlığını hep böyle yapmışlardır. Ama zamanla, gazetecilik, edebiyatçılıktan ayrılmış, edebiyatçılar gazetelerden itilmişlerdir. FIKRA YAZARLIĞI Andığım yazısında Aziz Nesin, fıkra yazarlığının bize özgü olduğunu, başka ülkelerde böyle bir yazarlık türünün bulunmadığını söylüyordu. Bir genellemeye giderek fıkraları, günü birilik, yaşarlığı, kalıcılığı olmayan, etkisi yayımlandığı günle sınırlı yazılar olarak nitelendiriyordu. Bu nitelendirmesini somutlamak için de fıkralarla kelebekler arasında bir anıştırma yapıyordu: “Kelebek gibi renkli, parlak, göze çarpan bir şeydir (fıkra); ama yine kelebek gibi yaşamı ancak bir günlüktür.” Bu niteliklerini sınırlarını aşan köşe yazıları da vardı. Salt “açıklayıcı ve tartışmacı” anlatım biçimiyle yetinmeyen, bunları “betimleyici”, “öyküleyici” anlatım biçimleriyle harmanlayan yazılardı bunlar. Gazetelerin belirli köşelerinde yayımlandığı için biçimsel bağlamda köşe yazısıydı elbette. Öte yandan dilsel, söylemsel dokuları yönünden denemeye daha yatkın bir özellik taşıyorlardı. Bu tür yazılara terimsel bir ad vermek gerekirse “eleştirel deneme” ya da “denemesel köşe yazıları” denebilirdi; ben de Yazı ve Yazınsal Türler’de bunları öyle adlandırmıştım. Çok söylenmiştir ya, bir de ben söyleyeyim: günümüzde yazıları birbirinden ayıran kesin sınırlar, aşılmaz duvarlar yoktur. Bu, hem roman, öykü, anlatı gibi kurmacasal hem de eleştiri, deneme, köşe yazısı, röportaj gibi öğretici boyut Heyecan Yaşlanmaz’daki yazılar, büyük ölçüde eleştirel denemeye özgü nitelikler taşıyor. Ömrü yirmi dört saatle sınırlı olmayan, yüzü ve yönü hem şimdiki zamana, hem geleceğe dönük, daha doğrusu her zaman okunabilirliği olan yazılar bunlar. Balbay’ın da yazılarını seçerken, “her zaman okunabilirlik”i ölçüt aldığı görülüyor. Yazılarını konusal, izleksel açılardan kümelendirmiş; aralarında düşünsel bağıntılar, çağrışımlar ve göndermeler bulunanları belirli başlıklar altında toplamış. SAYFA 10 Ë Emin ÖZDEMİR albay’ın, “Cumhuriyet Kitapları” arasında yayımlanan Heyecan Yaşlanmaz adlı yapıtını okuyorum. Kitap, yıllar öncesine, İletişim Fakültesi’nde öğretmenlik yaptığım günlere götürüyor beni. Gazete ve dergi yazılarını da kuşatan “Yazı Çeşitleri” başlıklı bir ders okutuyordum. Öğrencilerime kaynak göstereceğim, yararlanabilecekleri belirli bir kitap yoktu. Yazılanların, türsel adlandırılması tam yapılmamıştı; bu yüzden yazılar birbiriyle karıştırılıyordu. Birinin, “makale” dediğine bir başkası kolayca “fıkra” ya da “deneme” diyebiliyordu. Çünkü yazıları birbirinden ayırmaya, adlandırmaya yönelik ölçütler belirlenmemişti. Uygulamada açıklanması gereken sorunlarla karşılaşılıyordu. Gazete ve dergilerde yayımlanan yazıları öğrencilere inceletiyor, bunların birbiriyle örtüşen ya da birbirinden ayrılan yanlarını buldurtmaya çalışıyordum. Yazı ve Yazınsal Türler adlı kitabım bu yolla, üç yıllık bir çalışmadan sonra oluştu. B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear