26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Doğan Ergun’dan “Türk Bireyi Kuramına Giriş” “Türk insanı bir yerlere götürülmek isteniyor” Doğan Ergun, “Türk Bireyi Kuramına Giriş”te, Türk kültürünün olanaklarını ve Türkiye kamu iktisadının kültür kökenlerini inceliyor. Türk insanı, kendisi tanınmadantanınmak istenmeden, neden bir yerlere götürülmek isteniyor ve kimler götürmek istiyor? Bu soruların yanıtlarını araştırıyor. Türk toplumunu açıklayacak bir bilimsel gerçeğin gereği ve sonucu değildir. İç ve dış güçlerin bireyci siyasal ideallerini zorla hayata geçirme girişimleridir.” Türkiye kendi tarihinden gelen bir ülkedir ve bu tarihin biçimlendirmesinden tamamen sıyrılmış bir ülke değildir. O halde ilerlememiz gerekirken, sanayileşmemiz gerekirken bu biçimlendirmeyi yok sayarak ne kadar yol alabiliriz? “Bugün Türkiye’de bir birey sorunu vardır. Türkiye’de bireyliği geliştirme sorunu vardır. Fakat Türkiye’de bireyliği geliştirme süreci Batı toplumlarındaki süreci izlemeyecektir, izlememelidir. Zaten bu 150200 senedir başarılı olamadı.” TÜRK İNSANINI TANIMAMA İNADI ve TAKLİT DAYATMASI Türk insanını tanımamak, anlamamak için bilinçli bir tembellik, “taklit etme” alışkanlığıyla birlikte bize dayatılmaktadır. Doğan Ergun soruyor: “Türk insanı, kendisi tanınmadantanınmak istenmeden, neden bir yerlere götürülmek isteniyor ve kimler götürmek istiyor?” Eğer hepimizin ülküsü Türk toplumunun mutluluğu, geleceğinin aydınlık olması ise ilk yapmamız gereken, bakışlarımızı bu topluma ve bu toplumun insanlarına çevirmek olmalıdır. Kendi ülkenizi, insanınızı tam olarak tanıyamamışsanız, onların özelliklerini, yatkınlıklarını tam olarak kavrayamamış ve hatta bu kavramanın önemini bile kavramamışsanız, toplumunuza sağlıklı bir ekonomi öneremezsiniz, sağlıklı bir gelecek yaratamazsınız. Bunun için önce Türk toplumunun kültürüne eğilmemiz gerekmektedir. Eğer toplum bir yaşanan ilişkiler bütünüyse, kültür de “Bireylerin yaşadıkları toplumsal ilişkilerin çekirdeğidir”. “Toplumlar ne kadar değişirse değişsin, bireylerin toplumsal ilişkilerinin çekirdeği olan kültürden, yabancılaşmaksızın kalan nitelik, bireylerin toplumsal kişiliği olacaktır.” (s.21) Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, Beş Şehir’de söylediği gibi: “Asırların hazırladığı bu kadeh, olduğu gibi kalacak, içine dökülen her şeye kendi hususi lezzetini verecektir.” Doğan Ergun, bunun için “varsayım”ını kanıtlamaya, kültür tanımı üzerine tartışmalardan başlıyor. Sonra kendi kültür tanımını açıklıyor. Hilmi Ziya Ülken’den Mümtaz Soysal’a, Tarık Buğra’dan Cemil Meriç’e, Sedat Veyis Örnek’ten Ziya Gökalp’e kadar değişik yazarların görüşlerini tartışıyor. Bugün hepimizin, ülkemiz ve toplumumuzda siyasal ve ekonomik alanda olan bitenler için söyleyebildiğimiz tek şey büyük bir şaşkınlık içinde olduğumuzdur. Bir yandan “Batılı” olma inadımız, bir yandan paçamızdan asılan “Doğu” gerçeği, bizi helak etmiş gözükmektedir. Oysa Mümtaz Soysal, “Türk’ün ille de ‘Batılıyım’ ya da ‘Doğuluyum’ deme kompleksinden kurtulması, ikili kimliğini şu ya da bu yönde bir utanç nedeni olmaktan çıkarıp sağlıklı bir yeni kimliğin başlangıç noktası sayması gerekiyor” derken, bir çıkış yolunu da gösteriyordu. Ama bu, gerçekten çetin ve sancılı bir yol. Türk olmak belki de bunun için zordur. Türkiye’deki kültür oluşumunun Batımızdaki ve Doğumuzdaki dünyaların her ikisini de kapsayan “müthiş bir enginlikte” olması şarttır. Hilmi Yavuz’un vurguladığı gibi, “Türk aydınının Batı kültürü ile ilişkisi, tek yanlılıktan, eleştirel süzgeçten geçiril ? Ahmet YILDIZ TÜRK BİREYİ KAMU İKTİSADINA DAHA YATKINDIR ir “Türk bireyi” olabilir mi? Bizler daha bu sorunun karşısında şaşkınken ve doğal olarak yanıtını verecek durumda bile değilken, Doğan Ergun “varsayım”ını kanıtlayacak bir kitap bile yazmış: Türk Bireyi Kuramına Giriş. Doğan Ergun, bu kitabında, Türk kültürünün olanaklarını ve Türkiye kamu iktisadının kültür kökenlerini inceliyor. Bence kocaman bir “gerçek” olduğuna inandığım, değerli sosyolog Doğan Ergun’un bu “varsayım”ının özü, yazarın bilgi, deneyim ve sezgilerinin karışımının ürünü, “Türk kültürü, kamu iktisadı ağırlıklı bir toplum düzeni için elverişlidir” önerisidir. Türk kültürü, “özel’e değil, kamu’ya; kişisel girişimciliğe değil, kamu girişimciliğine; bireye değil, topluma öncelik veren” niteliktedir! Tam da 1980 yılından bu yana “neoliberal” fırtınanın içinde yaşatılmaya çalışıldığımız ve “küreselleşme, özelleştirme, küresel kapitalizm, serbest piyasa, pazar ekonomisi, rekabet...” gibi kavramların ve olguların hiç tartışılmadan kalkınmamız ve mutluluğumuz için temel, zorunlu gerçekler olarak ezberletildiği, birey/bireycilik en yüksek değer olarak dayatıldığı yıllarda, Ergun’un bu iddialı varsayımı, bir çığlık gibi algılanmalı, bir isyan olarak bayraklaştırılmalıdır. Bir türlü başımızı beladan kurtaramayan, Türk insanını ve toplumunu bir türlü mutlu edemeyen, sürekli alan ama vermeyen bu çıkmaz sokağın (liberal kapitalist bir ülke olma dayatmasının!) ayırdına varmak ve bunu acı bir gerçek olarak kavramak kolay olmasa gerekir. Bu dayatmanın temelinde öncelik “toplum”a verilmemektedir. Ergun’un vurguladığı gibi “Bireylerden önce, toplumsal yapısıyla, toplumsal süreç ve evrimleriyle” bir toplum vardır. Doğan Ergun varsayımının temelini işte bu çatışma ekseninde kurgulamaktadır. “Türk toplumu gibi çoğunluğunun bireyliği gelişmemiş bir toplumda, gelişmenin yükünü bireylerin etkinliklerine yüklemeye kalkışmak gerçekçi bir yaklaşım olabilir mi?” “...Bireyci ideoloji, meden olduğu gibi aktarımdan” uzaklaşmalıdır. Ziya Gökalp’in, “medeniyet” ve “kültür”ü birbirinden ayırmasını “yöntembilimsel” açıdan büyük bir yanlış olarak niteleyen Doğan Ergun, kültür kavramının içeriğiyle ve bu birliktelikle ilgili tanımdan önce “medeniyet” kavramına eğiliyor. “Medeniyet” Ergun’a göre bir “Maddi gelişme bilincidir.” Maddi gelişmeyle ilgili bir bilinçlenmedir. Başka bir deyişle “Medeniyet maddi dünyayı değiştirme bilincidir.” (s. 34) Medeniyetin kültürle ilişkisini ise şöyle kuruyor: “Medeniyet maddi gelişmedir ve maddi gelişme bilincidir; kültür öğrenmedir ve kültür öğrenmeyle elde edilir.” (s.39) “Medeniyet ne kadar maddi bir olgu ve maddi bir gelişme ise, kültür de o kadar manevi bir olgu ve manevi bir gelişmedir.” (s. 41) “Medeniyet sınıflı toplumlarda kültürün maddi koşuludur; medeniyet ve kültür iç içedir, bir aradadır.” (s. 42) KÜLTÜR, ÖĞRENİLMİŞ YAŞAYIŞ TARZIDIR Doğan Ergun, sınıflı bir toplumda yaşadığımız gerçeğini temel almaktadır. Bunun için kültür tanımını uçuk kaçık, maddi hayatın uzağında bir yerlerde aramaz. Üretim araçlarının mülkiyetine sahip olan sınıf, doğal olarak kendi çıkarlarını korumak, kendi egemenliğini sürdürmek için üretim ilişkilerini kendine göre belirlemek, biçimlendirmek ister. Bu noktada Ergun’un kültür tanımı şöyledir: “Bu isteği gerçekleştirmek için, kendi ideolojisinden kaynaklanan bir yaşayış tarzı oluşturur ve bu yaşayış tarzını toplumun tümüne yaymaya çalışmak ister; yani topluma bir yaşayış tarzı öğretmek ister ki, işte bu kültürdür. Biz de bu yüzden, kültürü öğrenilmiş yaşayış tarzı olarak düşünüyoruz. Ve bu yaşayış tarzını, belirli bir toplumdaki toplumsal inançların, toplumsal düşünüşlerin, toplumsal duyuşların, toplumsal davranışların bütünü olarak görüyoruz. İşte bu yüzden, kültürü bir manevi gerçek, bir ruhsal gerçek olarak algılıyoruz. Kültürü bir manevi iklim, (öğrenilmiş) bir ruhsal iklim olarak düşünüyoruz.” (s. 4243) Kapitalist üretim biçimi Türk toplumunun yarattığı bir kalkınma yolu değildir. Ama böyle bir kalkınma gerçekleştirmiş ülkeleri taklit edeceksek, “er ya da geç kapitalizmin bireye bakışını da, bireyi bireyci olarak değerlendiren ideolojisini de” taklit etmiş olacağız. Oysa “bireycilik” Türk insanının kültüründe yoktur. O “kamucu”dur! “Tarihsel özgüllük” ilkesine uyulunca, yani “birey, toplum, tarih sorunları bir bütün halinde” incelendiğinde de zaten bunu görüyoruz. Doğan Ergun, bu noktada “evrensel kültür” deyimine de şiddetle karşı çıkıyor. Selahattin Hilav’ın “Evrensel kültür deyimi açık ve kesin bir anlam taşımaz” saptamasına sert eklemelerde bulunuyor. “Evrensel kültür” deyimini “bilimsel bir gerçek” değil, bir “saptırma” olarak nitelendiriyor. “Evrensel kültür” deyiminin Batı kültürüyle eş anlamlı kullanılmasının ideolojik bir saptırma olduğunu söylüyor: “Evren Batı’yla mı başlıyor ve Batı’yla mı bitiyor? Yani evrenin sınırları Batı mıdır?” KİTAP SAYI B ? SAYFA 18 CUMHURİYET 918
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear