Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Fikret Ürgüp'ün “Bütün Hikâyeler”i üzerine... Lodos’un savurduğu hikâyeler Fikret Ürgüp'ü ismen tanıyordum, ama ne var ki, metinleriyle henüz tanışmamıştım. Sağ olsun, yayıncı bir arkadaşım, Fikret Ürgüp'ün toplu hikâyelerini yayımlayacakları haberini verince sevindim. Çünkü bir dönem, Ürgüp'ün ismi kulağıma çalındığı dönem, yayımlanan iki kitabına ulaşma çabam sonuçsuz kalmıştı. Ürgüp'ün hikâyelerinin yeniden yayımlanmasıyla, beklenen buluşma gerçekleşmiş oluyordu. bilÜrgüp dostluğuyla karşılaşıyorum; konuya dair bir anekdot aktarıyor Soygür: “29 Temmuz 1970'de özlem ve sevgiyle Yeni Foça'dan atılan bir posta kartıdır dostluk. Leyla Erbil ve Fikret Ürgüp, kim bilir hangi kahvede oturdular ve konuştular. Bir hikâye anlattı Ürgüp Amerika'nın derinlerinden. Erbil dinledi ve yüreklendirdi. Gel bunu yazalım dedi. Sen ayrı yaz ben ayrı yazayım. Olur dedi Ürgüp. Ayrıldılar…” (Bu hikâye Leyla Erbil'in “Eski Sevgili” kitabında Fikret Ürgüp'e ithaf ettiği “Clinton Gatson” adlı hikâyedir. Fikret Ürgüp'ün “Çivili Sandıkları”na ulaşıp da Clinton Gatson adıyla yazılarak sonra üstü çizilip “Sefer Aydın” olarak değiştirilen ve yayımlanmayan hikâyeyi bulup, okuduğumda, gecenin bir yarısı Leyla Erbil'i arayıp bu iki hikayenin hikayesini yazma arzumu heyecanla paylaşmıştım. [Haldun Soygür] ) Soygür'ün önsözünden devam edelim; Behçet Necatigil'in “Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü”nden alıntılar yaşamöyküsüne dair; oradan şu bilgileri aktarmalıyım ben de; “Yazılarını en çok Yeditepe Dergisi”nde yayımlamış olan Dr. Ürgüp, çağımız insanının yalnızlıklarını, geçerlikteki değerlere karşı yabancılaşmasını simgeleyen, mecazlı, alegorili hive özgün hikâyeler yazdı, bunlarla iki kitap çıkardı: Van (1966), Kısa Lodos Hikâyeleri (1968). Günlükleri Dosdoğru Günlük (1995) adıyla kitaplaştı. Şizofreni konulu bilimsel bir monografisi daha önce çıkmıştı (1964).” kaybolanlara.” Bir aşkın, herhangi bir aşkın, cinsiyeti belli olmasına gerek yok, safi aşkın dile gelmesi mühim olan… İşte yukarıdaki alıntı da buna güzel bir örnek teşkil ediyor hiç kuşkusuz. 'İNSAN' VURGUSU Ürgüp'ün metinlerinde göze çarpan özelliklerden biri de 'insan'a vurgu yapmasıdır. Elbetteki bir edebi metnin derdidir insanı anlatmak. Ürgüp de ise durum biraz farklı; onun gözlemlediği, insanın gün geçtikçe kendinden ödün vermeye başladığı… Bu kişilik/ değer yitiminin gözler önüne serilmesi… Tabii konuya şöyle de bir açılım getirilebilir: Umutsuz vak'a; insan. Bitirilmiş, sindirilmiş duygular arasında aşkın dimdik ayakta durması için çaba. Farkındayım, söz dönüp dolaşıp aşk'a geliyor. Ürgüp'ün ayakta tutmaya çalıştığı yegane değer 'aşk'tır sonucuna varılabilir mi öyleyse? ? Erdem ÖZTOP “Haziran Bir devre daha geçiriyoruz. Bekleme devresi. Bir şey değişecek gibi. Sokaklardan kurtulmak. Sokaklarda kalıp dikildikçe ayaklar şişer, güç tükenir. Bulaşık çukuru gibi de olur sokaklar. Gözler açılır da iyi göremezsin. Üstüste resimlerdir. Ne biçim yaşamak.” (Dosdoğru Günlük, F.Ü.) ÜRGÜP'ÜN ÖYKÜLERİNDE AŞK Okuyanus Yayınları arasından çıkan Ürgüp'ün yeni kitabı, Necatigil'in sözlüğünde yer alan, iki öykü kitabını bir araya getiriyor. Bu kitaba günlükten vereceğim bir anekdotla girmek istiyorum. Tabii yazımın başında, Ürgüp'ün günlüklerine ulaşamadığımdan bahsettim. İnternette Ürgüp'ün günlüğe dair araştırma yaparken, yazar Cahide Birgül'le yapılan bir söyleşide, yazarın sözlerinde gizli bir bilgiye ulaştım (!) Neydi peki o? Sözü aşk üzerine söylemlere getirir Cahide Birgül ve şöyle der: “Pek çok yazar aşk üstüne bir şeyler söylemiştir... Fikret Ürgüp'ün şiirlerinin, günlüklerinin toplandığı bir kitaptan, Dosdoğru Günlük'ten bir bölüm okumak istiyorum; ''...ve sevgili diş fırçasını alıp gidiyor... Onsuz yaşanamayacak kadar ona bağlanmış üç günde... Aşk budur... İnsanlık lügatinde...'' Aşk bir delilik halidir diye düşünürüm hep. Mantığın kabul görmeyeceği bir mutluluk kurumu. Acıdan da mutlu olma hali elbette… Gördüğümüz üzere, Ürgüp'ün metinlerine de delilik (!) her bir harfe hükmediyor. Üç günde bağlanmak… Sevgilinin diş fırçasını alıp evine getirmesi… Bu bile sözünü ettiğimiz deliliğe bir methiyedir aslında. Ve o diş fırçasının alıp başını gitmesi… Aşkın dile gelişi, insanlık lügatine bu güzel halde girmesi… “Sen Gideli” diye başlığını atar öykülerinden birine Ürgüp. Ve söz arasında şu nefis betimlemeyi yapar: “Dudağının arasından nefesini içiyorum. Havadan başka bir şey dalga dalga aramızda. Kalçalarının yuvarlak yamaçlarında, dizlerinde ellerimle emekliyor, en güzel yolculuğa çıkıyorum. (…) Sen gideli, unutulmuş dillerin anlamsız kelimelerinde boğulup kaldık. Sensizliği yaşıyoruz, ihtiyar kargayla ben. Düşünür gibi, duygusuz. Göğsümün içinde senin gözlerin yanıyor da ağlamıyorum 915 duğunu fark etmesinin hikâyesidir. “Herkesin alnına bir mühür vururdu başkaları. Kimisine 'bizden', kimisine 'bizden değil' diye. Aslında, hiç kimse başka bir kimseden sayılmazdı. Öyle iken kimisi damgasıyla övünür kimisi damgasından utanırdı.” Son dönemde okuduğum elli kuşağı öykülerinden çıkarsama yaptığımda, o dönem yazılan öykülerin tematiğiyle bugünün koşutluk göstermesi oluyor. Konuyu Ürgüp'ün öykülerine indirgediğimizde de bu durum geçerli. Yukarıda verdiğim öykü örneğinden de görüleceği üzere, kimlik/kişilik problemi çeken, buna verilen damgalamalarla kendi aurasını oluşturma gafletine düşen insanın portresini çiziyor Ürgüp. Öykünün sonunda verdiği ironik diyaloğu alıntılamalıyım: “Adam sıkıldı, bezdi bu eşyayı sürüklemekten. Merak edenlere bazen: Ben yaptım bu heykeli, diyordu, müzeye götürüyorum. Herkes sanat eserinin neden yapıldığını merak eder. 'Alçıdan mı?', 'Taştan mı?' dedikleri zaman, 'orası esrar' diyordu adam.” Yukarıdan bu yana okuyup geldiğinizde de göreceğiniz üzere, ölüm'ü sık sık hikâyelerinde işler Ürgüp. Öncelikle “Aşı” adlı öykünün irdelemesini burada yapmayı düşündüm, ama üzerine sayfalarca bir irdeleme gerektirdiğini, ayrı bir yazı konusu olacağından burada es geçiyorum. 'Ölüm'lü hikâyelerde, yazarın tabiriyle, 'psikiyatrik parantezler' fazlaca açılır. Tabii yazarın mesleğinden de kaynaklanan bir davranıştır bu. Öykülerinde, ölümü işleyip, bir de üzerine teorik açıklamalarla parantezler açması, okuyucu sıkabilecek de olsa, bir türsel kazanım olarak da değerlendirilebilir. Y azının başına oturmadan, ön okuma olması için, sahaflardan dahi olsa bulamadım Ürgüp'ün Dosdoğru Günlük'ünü (1995, YKY) ve Şizofreni Monografisi'ni (1964, Baha Matbaası). Ulaşabildiğim ipuçlarına internet yardımcı oldu, belirtmeliyim… Yazar hakkındaki araştırmalarımdan sonra öykülerindeki duygu yükünün ne kadar da yerine oturmuş olduğunu görüyordum. Bakın nasıl hazırlatmıştı Ürgüp kartvizitini; “ruh hekimi, hikâyeci, ressam, dansör, sağlık sok 27 ayazpaşa…” Sonra hikâyelerinin yeni basımı için bir önsöz yazan Haldun Soygür'ün metninde okuduğum o tanımlar; “hekim, dahiliyeci, ruh hekimi, ressam, yazar, alkol, ölüm…” ve önemli detaylarla buluşmam, “Sait Faik'in yakın dostu ve doktoru, Ece Ayhan'ın marjinal'i, Tanpınar'ın Doktor Fikret'i…” artık kafamda yavaş yavaş bir tablo çizilmeye başlıyordu Fikret Ürgüp hakkında. Az önce sözünü ettiğim, Soygür'ün önsözü bizi epey aydınlatıyor, buna döneceğim tekrar, ama aynı zamanda kitaba birkaç cümleyle sunuş yazan Leyla Erbil'in tanımlarına değinmeli ilk elden; “İç hastalıkları uzmanı, psikiyatr, yazar, ressam ve bir 'ExPrince' olan Fikret Ürgüp 'Deliler Teknesi'nden başka bir şey olmayan dünyamızı yazdı.” Erbil, Ürgüp'ün özünde 'insan'ı yazdığını, Deliler Teknesi olan dünyamızla örneklendiriyor. Peşi sıra gelen Ürgüp hikâyelerine dair değerlendirmesi ise şöyle: “Bu görkemli hikâyelerin hiç eskimeyeceğini ve bir daha yazılamaz olduğunu düşünüyorum. Tıpkı Sait Faik'in, tıpkı Franz Kafka'nınkiler gibi…” Leyla Erbil'in sunuş yazısından sonra, Soygür'ün önsözüne geçtiğim de ise, ErKİTAP SAYI “KISA LODOS HİKÂYELERİ” Kitabın ikinci kitap olarak da bilinen bölümü, Kısa Lodos Hikâyeleri ise şu kanıyı koymama vesile oldu: Psikiyatri alanında çalışan ve sonrasında edebi bir çalışma yapan yazarlar, mutlak hastalarının dosyalarını malzeme olarak kullanıyorlar. Tabii bu kaçınılmaz bir sonucudur işin. Aslında her meslek dalında bu böyledir ama psikoloji ve edebiyatın birbiriyle etkileşimi, okuru daha fazla bir uğraş/çalışma içine sürüklüyor çözümlemeler bakımından. Yazının başlarında örneğin, Fikret Ürgüp'ün Sait Faik'in hem doktoru, hem de yakın bir dostu olduğuna değinmiştim; işte Kısa Lodos Hikâyeleri'nde birebir ismiyle Sait Faik can bulur: “Vay lodos vay! Sabahı sırtında getiren. Beni böyle gerilere döndüren. Amma, değer yaşamış olmaya bu rüzgârlarda. Yağmur getirir, hepimiz boşalırız, rahatlarız. Sait Faik o gece: Oh ne iyi ağla demişti. Ağlayamıyordu kendisi. Bakmıştılar, ama yoktular, oradakiler. Yapıcı değildir boşalmak. Sait Faik ağlayamazdı.(…)” Sonuç yerine birkaç cümle söylemek gerekirse, Kısa Lodos Hikâyeleri'ni okurken, kâğıdın boş bir yanına düştüğüm şu notu bir genelleme içinde, Fikret Ürgüp'ün hikâyelerine yayarak söyleyebiliriz: “O enfes titreten esintisiyle lodos, bir o yana bir bu yana götürüyor hikâyeyi; yaşam(lar)dan başta bölük pörçük gibi görünen ipuçlarını sonunda bir şekle büründürüyor. Bu da Ürgüp'ün yaşamlardan gözlemlediği ve bunu edebi forma sokmadaki ustalığındadır.” ? Bütün Hikâyeleri/ Fikret Ürgüp/ OkuyanUs/218 s. SAYFA 13 Fikret Ürgüp oğlu ile... (Haldun Soygür arşivinden.) “YOLCULUK” “Alışılmış bir şeydi yaşamak” diye bir sonuç çıkarır “Yolculuk” adlı ilk öyküsünün sonunda yazar. Bu yarım sayfa süren kısa hikâyede, ihtiyar olmayan, ama birisini, bir şeyini kaybetmiş olacak ki, ölmeye karar veren eşek anlatılır. Karlı bir günde 'bakkal kâğıtları'yla sarmalanır ve yola koyulur, geri dönmek ister, utanmaktadır. Neydi peki derdi bu eşeğin? Neyini, kimi kaybetti ve ölmeye karar verdi? Tabii yola koyulduktan kısa bir süre sonra geri dönmeye karar vermesinde ve bu tavrı takınmasındaki utanma hali neyi imliyordu? Gururun yaşama yenik düşüşü, olabilir mi? Ya da alışkanlık mıydı yaşamak? Alışkanlıklarımız gururumuza baş mı kaldırıyordu? Pek çok soru imleci kondurduğumun farkındayım, ama… “ORADA” 'Orada'dır bir başka öykünün adı. Cansız bir bedeni arkasında taşıyan adamın ne kadar da duyarsız bir dünyaya tanık ol CUMHURİYET