24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

değil, doğallığından. Duygular doğumla başlar. Bildiklerimizi sonradan öğreniriz. öğrendiklerimizi de inanç halinc getirir, sonra da karşısında secde ederiz. Oysa, yeryüzünde katılaşmış her inanca karşı binlerce bebek gülümsemektedir. Büyütece farklı mercckler taktıkça, inançların duygular karşısında yetersiz kaldığını gördüm. Hele taktığım merceğe duyguyu yerteştirmediğim zaman her şeyin flulaştığını, inançların sadece harflere dönüştüğünü farkediyorum. Üstelik yanyana geldiğinde bilc bir anlam ifade etmeyen harfler. Kendime olan güvenimi mi kaybediyordum yoksa? Ve bir kez daha hissettim ki, büyütecimin merceğinde sadece duygu varsa, her şey deniz dibindeki pınltıya dönüşüyor, kendime olan güvenim pekişiyordu. Renkler cümbüşünde soluklanıyordu herkes. Duygularla, inançları neden karşı karşıya getirdiğim sorulabilir. Yaşarken karşı karşıya geliyorlar çünkü. O zaman birinin diğeri karşısında yetersiz kaldığını yazmaktan kendimi alamadım. Bir söyleside "incmen insanları yazmayt seçtint ve baddım olmayarak ordan dentz dtbindeki sessizlikle korumaya kalktjtım." diyorsun. Inctnen ve ıncıten insanlar ayrımında ktstaslar neler olabilir? Incinen msanlan koruyup, kdlayarak taraflı bir roman yazmıs olmuyor musun? • O söyleşide Romain Gary'den bir alıntı yapmıştım. "Insan, gözleri gökyüzünde biri tarafından yetiştirilir de incinmez olur mu hiç?" diyordu Gary, "Uçurtmalar" adlı kitabındaki amcayla ilişkisinden sözederken. Gözleriniz gökyüzündeyse incinirsiniz. I Iele sizi o amcaya çok benzeyen biri yetiştirmişse daha da çok incinirsiniz. Kıstas, pekâla "gökyüzü" olabilir. Düşler, hayaller, bu dünyadan öte olan her şey... Dünyaya sığamayan insanlar değil midir hep incinen veya kaybeden? Parayı, ünü umursamayan, gözlerini gökyüzüne, yıldızlara dikmiş insanlar. Veya denizin dibindeki pırdtıyı seyredip, sessizliğin sesini dinleyenler. Içindeki şeytanla sevişerek dolaşanlar için tatlı birer yem olmaktan kurtulamayan insanları yazmak istedün. Onlarıkorumakistediğimdedoğru. "Taraflılığa" gclince, bildiğin gibi Metin, bir ronıan kahramanı yaratddığı an, yazarından kopar ve alır başını gider. Yazar, onu ne kadar koruduğunu sansa da, o kendigerçeğini yaşar. Nitekim ben de onları deniz dibindeki sessizlikle korumaya kalkıştım. Evet taraflıydım ama görüyorsun başaramadım. İncindiler, hem de fena incindiler. Yem olmaktan kurtulamadılar. Isyanın Bin Yüzü "nan bclketniğinı ölum ve hayatla hesaplaşma oluşturuyor, diyebilir miyizPEg'er roman kahramanı Sevgı, ölrceğıni bilmeseydi böyle bir hesaplasmaya girer miydı? Diyebiliriz. Sevgi, öleceğini bilmeseydi belki bu kadar derinden bir hesaplaşmaya girmezdi ama yine de soyut kavramların peşinde koşan, onları didik didik etmeye uğraşan biri olurdu. Yine aynı çözümlemeleri yapar ama belki de daha az acı çekerdi. Neden, beni varsayımlar üzerine konuşturııyorsun Metin? • Bir başka varsayıma geçelim istersen. RoC U M H U R İ Y E T K İ T A P SAYI 1 9 1 manında sık sık karsımıza çıkan "sualtı duygusu " nedir? Böyle bir dunyada sualtı duygusuyla ne kadar yasantr? • tşte o varsayım değil. Çok iyi bildiğin gibi roman boyunca anlatmaya çalıştığım farklı ve özelbir duygu. Böyle bir dünyada o duyguyla, kahramanlarım suyun altında soluk alıp verdiler. Paradoks gibi gelebilir ama değil. Kahramanlarım deniz dibinde soluksuz kalacakları yerde açık havada bulamadıkları oksijenle doldular. Roman boyunca anlatmaya çalıştığım, gözleri yddızlara çevrili insanların, dünyanın sözcüsü olan avcılar tarafından incitilen insanların, kaçıp kurtulabildikleri tek yer. Sığınak. Dünyadayken yıldızları, deniz dibindeyken büyülü bir mavilik içindeki kumları ve taşları seyrediyorlar. Balıldar, yosunlar, kumlar... Yeni bir roman yazart olarak gunumuz Türk romamm nasıl değerlendiriyorsun? Kendıne nasıl bir yer seçıyorsun? • Günümüz Türk romanının iyi bir izleyicisi ve okuru olarak, kendime has ukalalıklanmı burda sıralamak istemiyorum. Ama çok sevdiğim şu örneği burda tekrarlayacağım. ükuduğum birçok romanda, filin bacağını yakalayıp sayfalarca filin bacağını anlatan yazarlarımıza tahammül edemıyorum. Beni bağışlasınlar, çünkü ben onları bağışlıyorum. Filin bacağı da bir şeydir eninde sonunda. Yine de insan fili dört bacağıyla ve bütün haşmetiyle görmek istiyor. Kendime bu dünyada nasıl bir yer seçtiğim sorusuna gelince... Ük romanımda seçilmiş yerin işaretlerini verdiğimi sanıyorum. Zamanla ben de o yerin neresi olacağını göreceğim. I Edebiyatımızda yeni bir kapı ZEYNFP ANKARA Edebiyat trenine ilk kez binenler için, kimdir Ülkü Karaosmanoğlu?... 1955'te başlayan bir yaşam; tstanbul'da tamamlanan ilk orta ve lise öğreniminden sonra Gazetecilik ve Halkla Üişkiler Yüksck Okulu'yla bugünlere doğru yol alınır. Alanda çalışmaya, öğrencilik yıllarında Politika gazetesinde başlanır. Dergilerin çeşitli basamaklarında alınan görevlerin yanı sıra, TVdizileri ve özgün film senaryoları yazılır. Bazı televizyon programlarına da metin yazarı olarak imza atılır. Edebivata yakın çevreler, Karaosmanoğlu'nun bu ilk kitabının, ilk romanının, yetişmiş bir kalemin elinden çıktığını, belli süzülme aşamalarını tamamladığını göreceklerdir. Zaman zaman şiirsel anlatıma dönüşen diliyle, zaman zaman görsel efektlere dokunan kurgusuyla, şimdiye kadar böylesi ele alınmamış tipleriyle, öznel duyguların da başarılı anlatımıyla, konusuyla Isyanın Bin Yüzü, edebiyatımızda yeni bir kapı aralıyor.Hangi birikimlerden sonra çıkmıştır Isyanın Bin Yüzü? Bu romanı "ne" yazdırmıştır?.. Türkiye'deki aydın kesiminin en son kökten savruluşunun tarihi 1980'dir. Izleyen yıllarda kıyıma uğramaktan kurtulmak için gidilen o başka ülkelerde, yarısı memlekette bırakılan yürek, cılız atışlarını sürdürme çabasındadır. Korkutucu bir kimliksizlik, kimliği elinden alınmışlık, kişiliği parçalanmışlık içinde varlığı sürdürmenin geçerli bir yolu bulunmalıdır. Yaşama, içinde kıyısında yaşanan ve bırakılan/ bıraktırılan topluma ve kendine (sonutça insan/okura) yolculuklar.birgörelilik ilgisiyaratacaktır. Köklerinden sökülmüş, dalları budanmış, çiçekleri koparılmış bir ağacın varoluşunu belirlemesi, "Ben de varım" diyebilmesi için gereksinimi olan dayanak, bir şeylere göre ilinti kurma sürecidir. Sürecidir çünkü hiçbir ağacın yaprağı kendi toprağmdan başka bir yerde aynı yeşillikte; meyve aynı tatta olamaz. Bunun için de o süreç hiçbir zaman istendiği gibi tamamlanmaz. Diyelim ki, Hoeppner Cadesi'nin sonunda oturulan bankta, gittikçe hızlanan yağmurla birlikte bir ilinti kurma sürecine başlanacaktır. "Ne kadar an ve anım varsa, ölüme vereceğim. Bakalım alacakmı? Ben Sevgi." Gurbettesiniz. Gri bir kentte. Mesela Berlin'de bir Şili lokantasında. Sizinle birlikte savrulan başka Türklerle. Artık yurdunuz burasıdır. ö z yurdunuza gitmek, bir düşün insafına kalmıştır.Berlin'desiniz ama memlekettesiniz. Sitare, o en sevdiklerinizden, gittikçe yaklaşan düş kuşunun büyük kanatlarında, işte şimdi yanı başınızda. Başkaları gibi. Başka sevdiklerinizgibi.Türkiye'denuzaklardasınız. Sürgün uzaklığında,sıla yakınlığında. Memleketteyken varlığından habcrsiz olduğunuz Harmandalı, içinizi şızlatmaktadır. Kolların iki yana açıl ması, dizlerin yere usulca dokunması, doğrulduktan sonra ahenkli adımlar atıLrken başın hafifçe omuza devrilmesi... Ya çocuklar? Bu yapay depremden nasiplerini nasıl almışlardı? "Bir çocuğun altı yıl annesini görmemesi? Ya bunun adı ne? O çocuk kayıp, anlıyor musun kayıp! Onun gibi niceçocuk kayıp. Bu insafsızlık değil mi? Yüce amaçlar... Işçi smıfı yüce, çocuk daha azyüce!" Çok uzaklardasmız. Boş olan bir telefon kulübesinden mesela Istanbul'u aramak, işten bile değildir. Belki orada oturan bk roman kahramanını aramak. "Hep açık ve kestirmeden" konuşan, "söyledikleri sevindiren veya acıtan ama mutlaka iz bırakan" roman kahramanlarından birini... Bu yaban elde bir Bruno'ya aşık olmanız da mümkün. Yoklayın kendinizi, onun Sitare'yle tanışmasmı ne çok isterdiniz. Ama yazık ki, iki sevdiğinizin birbirleriyle tanışmaları belki de "her şey"le "hiçbir şey"in tanışması olacaktır. Belki bunun ikisi de aynıdır. Bu aynılıkla bir hiçliğe karışmanız da mümkündür. "Ne kadar an ve anım varsa, ölüme vereceğim. Galiba alacak. Ben Sevgi." Artık memlekettesiniz. Hiçbir ayrıntıyı kaçırmamalısınız. "Gözlerim ne varsa ezberine al! Istanbul'u gözlerimle yutabilirim.ona ellerimle dokunabilirim. Bu şehri dudaklarımla öpebilirim. Gözlerim kaydet. Gördüklerini ve göremediklerini. F.şyaları, hayvanları, insanları vedoğayı. Yağmuruda..." Ama makaranın sonu gelmiştir, ipliğiniz tükenmededir. "By by life"ın zamanı geldiği söylenmiştir. Minareler, o "mahşere saplanan oklar" gibi "saplanıp yitilecektir hayatın ortasında." Üstelik, bir başka iliği tükenmede olan, hem de bir yangında yüzünü bırakmış güzel Sitare'ye gidilecektir. O "kasetler ters sarmaya başladığından beriçok yalnız" kadına. Ama... Görüşmeyi kabul edecek midir? "Ne kadar an ve anım varsa, ölüme vereceğim. Bu gece alacak." Başka bir yerlerde, Köln radyosunda haberler biter, Türkiye'de çok popüler olan bir parça başlar: Domates, biber, patlıcan... Oysa siz Bruno'ya aile gazinolarınızı, Mediha Demirkıran'ınızı anlatmak isterdiniz. Seni Sevda Çiçeğim şarkısı, hica/ makamını... Bruno anlayacak mıdır? O ansızın Kanada'ya giden Bruno? O gitmektedir ve sizin bir aşklık ömrünüz kalmıştır. Her şey buraya kadar mı olacaktır? Berlin'de çanlar çalar, tstanbul'da ezanlar okunurken; Manyas'ta binlerce bembeyaz kuş bulutlara dalarken, siz tenhalarda menhalarda sessizce öleceksinizdir. "Tenhalarda menhalarda..." "Sessizce. Hiçbir şey yapmak elinizden gelmiyorsa, mektuplar yazdmalıdır anık. Sizden sonra okunmak üzere. Ancak, sizden sonra bile, saçlarınızda çıkan o isyan hiç dinmeyecetir. • Isyanın Bin Yüzü/ Ülkü Karaosmanoğlu I Bilgi Yaytnlart. S AY F A
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear