25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

ğil. Metinde Tahsin Yücel'in kişisel ve borçsuz üslubu öne çıktığı için içeriği sürükleyici bir anaanlatı ekseninde geliştiği için de postmodern bir roman değil Peygambcrin Son Beş Günü. Roman yapısından ve bu yapının zorıınlıı kurgusundan yoksun, kişisellikten uzak bir kolektif dilin ürünü olan ve bir anaanlatıyı reddeden her metne postmodern etiketinin yapıştınldıği; yeteneksizliğin bir yetenek gibi sunulduğu bir ortamda Tahsin Yücel'in romanı bir ders olanağı olarak ortaya çıkıyor. Kesinlikle, bir postmodern roman olamaz, postmodern roman iyi olamaz demiyorum. Bir modern roman varsa postmodern roman elbette olacaktır. Bildiğim kadanyla, onun da bir yöntemi, estetik kuralları var. Nerede? Önce ABD'de, son zamanlarda da Avrupa'da da bunun başarılı örnekleri görüliiyor. Okurıınu da yaratıyor. Benim korkum,Türkiye'degerçekçiliğin, varoluşculuğun, modernizmin başına gelen "gibüeşme"nin postmodemizmi de yozlaştırac'ağı kaygısından kaynaklanıyor. Ama bereket versin Tahsin Yücel gibi yazarlar var. D Prof. Yücel'le kitabı üstüne Romanın odağı Peygamber "Roman her şeyden önce bir dildir.Bir gazete haberi bir Flaubert romanının kaynağını oluşturabildiğine göre, romanda olay örgüsünün büyük bir önem taşımadığı bir gerçek." Peygamberin Son Beş Günü'nde Peygamber'in, devrimci ozan Rahmi Sönmez'in konumu nedir? Beninı için, Peygamber romanın odağını oluşturuyor. Kişiler, yerler, olaylar onunla bağıntıları oranında varlık kazanıyorlar. Ama anlatının sınırları içinde, söylenmeyenlerin sonsuzluğu söyleneni zorunlu olarak belirleyici kıldığıiçin. Belki de bu nedenle yakın bir tarihe kadar alabildiğinc ciddi yaklaşılan birtakım konular Peygamberin Son Beş Günü'nde traji komik bir biçimde aktarılıyor. özelliklc tabular ve inançlar. Ben size yazınsal değil, politik açıdan sorayım: Şimdi bu konularda ne düşünüyorsunuz? Evet, Peygamber'in kişiliğiyle bağıntıları içinde yansımaları böyle gösteriyor onları. Geçmiş yılların tabuları, inançları, benim bir başka yerde kullandığım deyimle söylenleri konusunda romandan bağımsız olarak ne düşündüğüme gelince, gerçekte de sizin deyiminizle traji komik bir yanları yok değil. Beninı Peygamberin Son Beş Günü'nü yazmaya giriştiğim sıralarda belirtileri bile yoktu ya özellikle şu son birkaç yılda yaşadıklarıınız da bu özelliği daha bir kcskinleştirdi. Söylemeye gerek var mı, hılmem, tabular, söylenler, inançlar gerçek düşünceyi saptırır, çürütür, solun gerçek sol düşünceyle karı^tırılan birtakım söylenleri de kimi kafalarda ve kimi loplumlarda onun sağla kııcaklaşmasına yol açtı. Deınek ki, diişünsel temtlleriyle birbirinin karşıtı olan iki siyasal akım tabularında ve söylenlerinde (beton, dinamo, sürekli ilerleıne, yeryüzü cenneti) birleşiyordu. Çoğu yerlerde olduğu gibi bizinı iilkemizde de kimileri sol dü^ütıceııin asalakları olan söylen ve tabuları sol düşüncenin kendisi sandılar. Ben bu kanıda değilim. 80'li yıllarda bir yazınsal yapıtta her K İ T A P T A N B İ R B Ö L Ü M ...Ancak Rahmi Sönmez her şeyden önce ozandı: yavaş yavaş, söyleminin gördüğü ilgi oranında, ağırhğı markscılığın önbilisel yanına verdi: ilkel insanların geleceklerini cennette, sıradan insanların çocuklarında, gelişmiş imanların kendi eUeriııde, dünyanın en geliş.miş insanlarınınsa yeni bir düzende gördüklcri ve bu yeni düzeni pek güzel bııldukları varsayımından yola çıkarak, bir zamanlar bııgün yarın Mesih'in yeryü/üne ineceğini söyleyen inanmışlar gibi, proleterya diktatoryasınm bugün olmazsa yarın, yann olmazsa öbür gün kurulacağtnı muştulanıaya başladı. Başta Feride'yle Fehmi Cîülmez olmak üzere, kinıi dostlar bu öııbiliyi lazla iyimser buldıılarsa da Rahmi Sönmez ozan inancından ödün vermedi: genellikle Feride'nin her dediğini Tanrı sözii gibi onaylama ahşkanlığında olmasına karşın, bu konuda bağınısızlığı seçeıek oııım bı/.ını toplumumuzun henüz kapitalist evreye bile gelmediği yoltındaki uyarısını kendi sözieriyle yanıtladı: "Komünizm evrenseldir, Rtısya örneği de ortada!" "Avrupa'yı saran devrim Kapıkule'de zınk diye duracak değil ya!" Daha başkaları daha başka gerekçelerle görüşünü çürütmeye kalkınca da, uzun boylu kanıtlar geliştirmektense, ilk ustası Nazım'a sığınarak "Kulaklarınızı açar da dinlerseniz, dııyarsınız: al atlarımız emperyalizmin göbeğini naUamaya başladı bile!" diye kesip atu. şeyden önce dilin değerlendirilmesi gerektiği görüşü ağır basmaya başlamış, bunun sonucıı olarak, "Ne söylersen söyle, önemli olan bir dil yaratmaktır" türünden görüşler ortaya çıkmıştı. Bir dil yaratarak roman dokusu oluşturulabilir mi? Sizce kendi başına bir dil yaratılabilirmi?"Evet"diyorsanız, nasil? Bu savlarda belli bir d(îgruluk payı yok değil, ama saltlaştırılmaları yanlış. Bir gazete haberi bir Flaubert romanının kaynağını oluşturabildiğine göre, romanda olay örgüsünün büyük bir önenı taşımadığı açık. Sonra, her yazın yapıtı gibi roman da her şeyden önce bir dildir, Roland Barthesın söylediği gibi varlığı dilin varlığıyla karışır. Ama söylediğimiz şeyin önemi olmadığını düşünüyorsak, susup oturmamız daha uygun olur. Yazınsal da olsa dilin varlık nedeni anlam iletmektir. Kendi başına bir dil yaratmak bir düşten başka bir şey değildir. Yazın belki de her şeyden önce anlatılmak istenen şevle onu dile getirecek olan söylem arasında kurulan bir uyumdur. Söylem anlatılmak isteneni, anlatılmak istenen söylemi koşullandırır. Hiç kuşkusuz, bu koşullandırtııa biçimi, bu uyum sanatçıdan sanatçıya değişir. Ancak sorulacak sorusu, yansıtılacak bir evreni olmayanın tutarlı bir dil oluşturabileceğini sanmam. Beckett'in yapıtlarında varlık yalnızca dile indirgenmiş görünür, ama bu durumda bile, taşıdığı kopuk, dağınık anlamlar bir yana, dil varlığa tanıklık eder, biz de her şeyin dile indirgenmiş oımasını bir çöküş biçiminde algılarız. Yazını yalnızca bir dil ya da yalnızca bir oyun olarak nıteleyenler onun yüzyıllardırsüregelen uyarıcı, bilinçlendirici, anlamlandırıcı işlevini unutmuş görüniiyorlar. Bir metne estetik nesne özelliğini verenşeynedirozaman? Bu soruya doyurucu bir yanıt verebileceğimi sanmıyorum, ama bunun özellikle iiç öğenin: biçimin (dilin), içeriğin (anlatılan olay ya da düşüncenin, anlanun) ve algılayan öznenin (okurun) işlevi olduğunu söyleyebilirim. Şu benim Peygamberin Son Beş Günü "estetik biı nesne" midir, bilmiyorum; ama girişinde araştırmadan bozma bir metin olduğu söylenir; tumce yapıları, sözcük seçimi, coşkıı ve alışılmış şiirsellikten uzak duran anlatımı da bıınıı doğrular. Buna karşın, kimi dostlar gibi biz de bu romanı estetik bir nesne olarak algılarsak, burada az önce sözünü ettiğimiz şu uyuma, en geniş anlamlarında alınmak koşuluyla biçimle içeriğin çakışmasına ulaşıldığını varsayabiliriz. Ancak kimi okurlar böyle değerlendirirken, kimi okurların başka türlü değerlendirmelerinin doğal olduğunu da söylemek gerekir. Öte yandan okuru yalnızca bireysel bir veri olarak görmemek ya da bireysel okurun yanına ikinci bir algılayan özne koymak gerekir, toplumsal bir algılayan özne. Çünkü yazın anlayışları metni algılama biçimleri yalnızca kişiden kişiye değil, toplumdan topluma ve dönemden dö neme değişiyor; hiçbir zaman tek biçimliliğe gidilmenıekle birlikte, her döncm, her toplum kendi estetik örnekçelerini getirebiliyor. O CUMHURİYE1 K İ T A P S A V / 1 0 7 S A Y F A 7
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear