29 Haziran 2024 Cumartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

OOOF OFF LINE Tanol Türkoğlu ([email protected]) BİLİM TARİHİ Kendisinin “açık” olduğu bir olgunun ilk geliştirilme sürecinin de “açık” olması ne kadar gerekli? Ya da ne kadar “zorunlu”? Açık İnternet ABD’de internet ile ilgili çevrelerin gündemindeki popüler konulardan bir tanesi de “net tarafsızlığı” (“net neutrality”). Buna göre internet servis sağlayıcıları sundukları altyapı üzerinden geçen trafiğin içeriğinden bağımsız olarak hizmet sunmalı. Örneğin içinde video geçiyor diye belli bir adresten gelen trafiği engellemeye kalkmamalı. Bu basit konu aslında çok büyük ticari sonuçları beraberinde getiriyor olması itibariyle önemli. Trafiğin içeriğine bakmadan hizmet verme gereği eski dünyanın dinazorlaşmış şirketlerinin kâr marjlarını düşürecek hatta sıfıra indirecek potansiyele sahip olduğundan mücadele kıyasıya devam ediyor. (Eski güzel günlerimizin postacı amcasını, PTT’sini düşünsenize. Size taşınan zarfın içinde eğer sevgilinizden bir mektup varsa farklı, para havalesi makbuzu varsa farklı ücretlendirmeye tabii tutulduğunuzu – böyle bir şey olabilir mi?) Bu çerçevede gündeme gelen bir diğer kavram da “Açık Internet”. Internetin daha ilk günden beri “açık” bir mimari ile geliştirilmiş olduğu ifade edilmekte. Bazı uzmanlar burada iki konunun birbiri ile karıştırıldığının altını çizmekte. Internetin teknolojik temelini oluşturan TCP ve IP yapılarının mimarisinin “açıklığı” ile bu mimarinin “geliştirilme süreci”nin açıklığı (tahmin edileceği üzere bu nüans, birkaç hafta önceki Bilim Kilisesi isimli yazımızdaki nüansa benzemektedir). Her ne kadar TCP/IP mimarisinin kendisi “açık” yapıda olsa da bu mimarinin geliştirilme süreci pek çok uzmana göre hiç de açık değildi. Mimarinin kendisinin açıklığını bugün çok daha net olarak görüyoruz. Tutucu ülke yönetimleri internet ile ilgili bir yasaklama getirdiklerinde bunu bir türlü tam manasıyla sağlayamıyorlar. Ülkemizde de Youtube ilk yasaklandığında Başbakanımız “Ben girebiliyorum” demişti. Haklıdır. Bu yazı kaleme alınırken Youtube ikinci yasaklı dönemini yaşıyordu ve pek çok kişi yine Youtube’a girebiliyor (yanıltıcı olmasın; bu sadece Youtube ile ilgili bir özellik değil; hangi web sitesi ya da internet kaynağı yasaklanmaya kalkılsa, ona erişmenin bir alternatif yolu mutlaka bulunmaktadır). Öte yandan internet 90lı yıllara dek dünya geneline, ticari amaçlı olarak açılmamıştı. Geçen bu ilk yirmi yıllık süre içinde temel internet teknolojileri geliştirilirken, bunu geliştirmekte olan ekipler ABD Savunma Bakanlığı’nın güdümünde ve dış dünyaya yarı kapalı olarak çalışmalarını sürdürdü. Bugün uzmanlar işte bu nedenle kendileri açık olan internet teknolojilerinin geliştirilme süreçlerinin pek de açık olmadığının altını çiziyor. (Bir ara 2. Cumhuriyetçilerin, Türkiye Cuhuriyeti’nin kuruluş yıllarıyla ilgili yaptıkları eleştirilere benzer bir eleştiri). Tabii soru ister istemez dönüp dolaşıp şurada düğümleniyor: Bu ne kadar gerekli? Kendisinin “açık” olduğu bir olgunun ilk geliştirilme sürecinin de “açık” olması ne kadar gerekli? Ya da ne kadar “zorunlu”? Ne internet için ne de bir cumhuriyet rejimi kurma sürecinde bu tür bir zorunluluktan bahsetmek, ya da “açıklık” olmadığı için bu süreci eleştirmek doğru bir bakış açısı değil gibi görünmekte. Öte yandan “evrim teorisi”ni ve bunun ekonomik izdüşümü olan “liberalizm”i dikkate aldığımızda “arzu edilen” nihai bir sonuç olgusu ortadan kalktığından herşeyin “açık” olması doğal bir tanım olarak tabloda yerini alıyor. Bu hususu bir sonraki yazıda ele alacağız. Kapitalizmden kurtulmanın bir yolu Kapitalizmden, onun doğayı da yok etmesinden önce kurtulmanın bir yolu olabilir mi? K Osman Bahadır [email protected] apitalizmin sonunu, doğanın mı getirmesini bekleyeceğiz? Bu çok tehlikeli bir bekleyiş olmaz mı? Çünkü doğa kapitalizmi öldürmeden, kapitalizm doğayı öldürebilir. O halde en doğru yol, kapitalizm doğayı öldürmeden (çünkü bugünkü durum o noktaya doğru gidildiğini gösteriyor) toplumsal güçlerin kapitalizmin sonunu getirmesidir. Peki, bu nasıl olacak? Üç şartlı bir hedefin sahiplenilmesi, bize bu konuda bir çözüm yolu sunabilir. Bu üç şart, silahlanmanın sona erdirilmesi, lüks eşya üretiminin durdurulması ve her çiftin en çok iki çocuk yapabilmesi kuralının getirilmesidir. Her türlü silah ve lüks eşya, hem üretilirken, hem tüketilirken, hem de tüketildikten sonra atık olarak doğayı kirletmektedir. Bugünkü devasa silah ve lüks eşya sanayisi, doğa tahribatının en önemli iki unsurudur. Öte yandan dünya nüfusu, dünyanın fiziksel gücünün artık taşıyamayacağı düzeylere gelmektedir. Ayrıca hâlâ bir övünme konusu olan ekonomik büyüme, nüfus artışıyla yakından ilgilidir. Artan nüfusun ihtiyaçlarının karşılanması için de büyümesi gereken ekonomi, büyüdükçe dünyayı da daha fazla tahrip etmektedir. Fakat nüfus artarken ekonominin büyümemesi veya küçülmesi de, başta işsizlik, açlık, hastalık vb. olmak üzere bu defa toplumsal yıkımlara yol açmaktadır ve açacaktır. Bu durumdan kurtulmanın yegâne yolu, dünya nüfusunun artışını kontrol altına almaktır. Her çifte en fazla iki çocuk yapma şartının getirilmesi, önce nüfus artışını durduracak ve bir süre sonra da (iki çocuk sahibi olmayan çiftler de bulunacağı için) küçük oranlı bir nüfus azalmasına yol açacaktır. Bu üç şartın bir reform önerisi olduğu ve kapitalizmin ömrünü uzatmaya yarayacağı sanılabilir. Fakat gerçek böyle değildir. Her şeyden önce bu üç şart yerine geldiği takdirde, kapitalizm doğayı yok etmeden önce bizim onu yok edebilmemiz için gerekli önemli bir zaman kazanılmış olacaktır. Ama daha önemli olan şey şudur ki; silah ve lüks eşya üretimi ile nüfus hareketlerinin, kapitalizmin yapısını yöneten büyük ve özgün bir dinamiği vardır. Silahsız, lüks eşyasız ve eksik nüfuslu bir kapitalizm yaşayamaz. Kapitalizm şiddet (ve dolayısıyla korku) üzerine kurulu olan uluslararası bir sistemdir. Özellikle büyük ölçekli sonuçlar üretebilen silahlardan yoksun kalmış bir kapitalizmin dünya üzerindeki egemenliğini sürdürmesi çok zorlaşır. Lüks yaşam araçları ise uluslararası sermaye temsilcilerinin yaşamlarındaki itici güçtür. (Hangi eşyanın lüks olup olmadığının belirlenmesi sadece teknik bir sorundur. Kurulacak bir uluslararası komisyon hangi eşyaların lüks eşya sınıfına girdiğini kolaylıkla saptayabilir). İstihdam kapasitesinin ötesindeki nüfus artışı ise gerçekte sermayedar için işçi rekabeti (ve böylece maliyet ucuzluğu) sağlayan bir emniyet sübabıdır. Öte yandan kapitalizm altındaki aşırı nüfusun yarattığı işsizlik, insanlık için, işçi olarak sömürülmekten daha tehlikeli ve yıkıcı hale geliyor. İşsizlik bugün toplumları tehdit eden en büyük sorunlardan biridir. Dolayısıyla bu üç hedefin gerçekleştirilmesi, kapitalizmi düzeltecek bir reform değil, onun temel dinamiklerine indirilecek büyük darbeler niteliğindedir. Hem insanı, hem de doğayı koruyucu niteliktedir ve ayrıca son derece anlaşılır ve ileri sürülebilir şartlardır. Bu üç şartın yerine getirilmesi için verilecek mücadele, kapitalizmin topyekun yıkılması için verilecek mücadeleden ayrılamaz. Intel, yeni ARGE Merkezi’ni İTÜ Arı Teknokent’te açtı Intel, Türkiye’deki yüksek teknoloji yatırımları kapsamında ilk ARGE Merkezi’ni İTÜ Arı Teknokent’te hizmete açtı. ARGE Merkezi, Türkiye, Ortadoğu ve Afrika Bölgesi’nin önde gelen araştırma merkezlerinden biri olacak. Intel, bu girişimiyle Türkiye’de ilk defa “Kullanıcı deneyimi odaklı ARGE” faaliyetlerinin gerçekleştirilmesini sağlayacak. Intel ARGE Merkezi’nin önemli odak noktalarından biri, “Nesnelerin İnterneti” olacak. Intel Labs Avrupa’nın yürüttüğü “Nesnelerin İnterneti Laboratuvarı” projesinin önemli bir ayağını oluşturan merkez, Türkiye’de bu alanda teknolojilerin üretilmesine ciddi bir ivme kazandıracak. Giyilebilir Teknolojileri hedefleyen Galileo ve Edison platformları üzerinde geliştirmeler yapan Intel ARGE Merkezi, bu kapsamda ilk etapta 32 üniversite ve 1000’in üzerinde geliştirme platformuyla çalışmalar başlatacak ve bu çalışmaları hızla liselere de genişletecek. Aynı zamanda eğitim teknolojileri alanına odaklanan dünyadaki tek Intel laboratuvarı olan Intel ARGE Merkezi, insan hareketlerini algılayan ve kullanıcıyla daha doğal iletişim kurmaya olanak tanıyan “Intel RealSense Teknolojisi”ne dayanan geleceğin öğrenme ortamı (Adaptive Learning Environment) projesi üzerinde de çalışmalar sürdürecek. Intel Türkiye ARGE Merkezi, 5 yıl içinde iş ortakları ile başarılı projeler gerçekleştirerek 40 Milyon Amerikan Doları değerinde yatırıma ulaşmayı hedefliyor. CBT 1420 12/ 6 Haziran 2014
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear