23 Haziran 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

GÖRME TEKNOLOJİLERİ TEKNOLOJİ, GÖZLERİN VE BEYNİN YARATTIĞI ENGELLERİ TEK TEK AŞIYOR ERKEKLER KIZLARA GÖRE BİYOLOJİK AÇIDAN ÇOK DAHA DAYANIKSIZ, NEDEN? Gözümüzün ötesine bakıyoruz! Pek çok şeyi göremiyoruz. Bunun nedeni ya çok küçük, ya çok büyük veya yanlış dalga boyunda olmaları, ya da beynimizin görüntüyü gözümüzden kaçırmasıdır. Yeni teknolojiler sayesinde gözlerimizin ve beynimizin yaratmış olduğu engelleri aşıp dünyayı ve evreni daha yakından tanıma fırsatını yakalamış bulunuyoruz. bulunması doğanın gözle görülemeyen kısımlarını görme olanağını yarattı. Böylece hastalık taşıyan bakterileri, küçük böcekleri ve parazitleri ayrıntıları ile inceleme olanağına kavuştuk. Bu bilgiler olmasaydı, bu kadar uzun yaşama şansımız da olmazdı. İş yalnızca doğal görüş yeteneğimize kalsaydı, boyut ölçeğinin diğer ucunda nelerin olup bittiğini de anlayamazdık. Teleskopun icadı evren ile ilgili tüm görüşleri temelinden değiştirdi. Ve zaman içinde ışığı kendi bileşenlerine ayırmak için spektrografları kullanmayı öğrendik. Bunun sonucunda yıldızların ve uzak gezegenlerin kimyasal yapıları ortaya çıktı. Yoksa daha güçsüz olan erkekler mi? Erkek çocukların daha güçlü kuvvetli oldukları yönündeki genel kanının tersine, insan türünün erkeği, biyolojik güçsüzlüklerle dünyaya geliyor: Böcek ilaçları, kurşun ve plastikleştirici gibi çevresel kirleticilerin de aralarında yer aldığı birtakım çekinceler karşısında erkekleri kızlardan çok daha kırılgan. Bazı şeyleri ya çok küçük olduğu için ya da çok büyük olduğu için göremiyoruz İnsan beyni, retinamıza çarpan bilgileri tuhaf bir şekilde filtreden geçiriyor. Öyle ki gözümüzün önündekileri bile görmemiz engellenebiliyor. Ancak bazı şeylerin beynin radarına takılması o şeylerin bizim davranışlarımızı etkilemediği anlamına gelmiyor. Peki, beynimizin bu şekilde evrilmesinin nedeni ne olabilir? Gözümüzün önünden kaçan bu ayrıntıları görmediğimiz için üzülmeli miyiz? Bununla ilgili klasik örneği pek çoğumuz biliriz. 1970’li yıllarda yapılan bir deneyde gönüllülerden bir basketbol maçını izlemeleri ve maçta kaç sayı yapıldığını hesaplamaları istendi. Basketleri büyük bir dikkatle izleyen izleyicilerin büyük bir kısmı, sahaya giren goril kıyafetli bir oyuncuyu fark bile etmedi. Bu deney birden fazla kereler tekrarlandı ve her seferinde benzer sonuçlar alındı. Dikkatsizlik körlüğü adı verilen bu olay, hayatta kalma çabalarımızda çok kritik bir rol oynar. Duyularımız sürekli olarak bilgi bombardımanına tutulduğu için beynimiz, bizim için önemli olan uyarılara odaklanabilmek amacıyla zihinsel bir çerçeve oluşturur. Eğer bu çerçeve olmamış olsaydı, beynimizin bu kadar bilgi ile baş edebilmesi mümkün olmazdı. Dolayısıyla dikkatimizi olabildiğince verimli bir şekilde yönlendirmeye evrilmiş bulunuyoruz. Ancak bunun da bir bedeli var: Nadiren meydana gelen olayları da görmezden gelebiliyoruz. Bazı durumlarda dikkatsizlik körlüğünü çok ciddi sonuçlara yol açabiliyor. Örneğin doktorların tıbbi görüntüleri incelerken nadir görülen oluşumları gözden kaçırabiliyorlar... BEYNİMİZ NEYİ GÖRMEK İSTİYORSA, ONU GÖRÜYORUZ E Çıplak göz, dünyayı tanımak için güvenilir bir rehber değildir. Gözlerinize inanacak olsanız, saç bitini dünyanın en küçük canlısı olarak kabul etmemiz gerekir. Neyse ki duyularımızın yarattığı engelleri aşabilecek durumdayız. Örneğin mikroskobun Bütün bu yeni teknolojilere karşın hâlâ göremediğimiz şeyler var. Örneğin karanlık madde ve karanlık enerji evrenin % 95’ini oluşturuyor. Bu ikisi de normal koşullarda göze görünmezler; ancak bilim bunların varlığını görmeden de kanıtlayabiliyor. Karanlık madde kavramı, 1930’lu yıllarda galaksi kümelerini inceleyen İsviçreli astronom Fritz Zwicky’nin bir gözlemi sayesinde doğdu. Zwicky, galaksi kümelerinin ancak görünmeyen bir kütlenin çekimine bağlı olarak hareket edebileceği sonucuna varmıştı. Bugün karanlık maddenin çok hassas bir dizi Yazının devamı 19. sayfada GİZLİ GERÇEKLİKLER: KARANLIK MADDE VE ENERJİ CBT 1412/10/ 11 Nisan 2014 Birkaç hücreden bebekliğe uzanan dokuz aylık dönüşüm süreci, saldırı ve tehlikelere açık son derece kırılgan bir zaman dilimini içeriyor. Birçok süreğen hastalıkların tohumları ana rahminde atılıyor. DİŞİ İKEN ERKEĞE DÖNÜŞME 2014 Rita Urgan, Scientific American online/ 18 Şubat CBT 1412/11/ 11 Nisan 2014 Kalabalıkların içinde görünmez olmak istiyorsanız önce kendinizi kolayca görünür hale getirmelisiniz. Bu önerme saçma gibi görünse de 1909 yılında Amerikalı bir sanatçının önayak olduğu bu iddia, bilim insanları tarafından laboratuvarlarda test edilerek doğrulanmış oldu. O tarihe kadar hayvanların, düşmanlarının gözlerinden kaçmak için görüntü olarak çevrelerine uyum sağladıkları düşünülüyordu. Ressam ve doğa bilimci Abbott Handerson Thayer ise tam tersi bir mekanizmanın geçerli olduğunu gösterdi. “Kamuflajın babası” olarak isimlendirilen Thayer, kamuflajı icat etmemiş olmakla birlikte, nesnelerin dış çizgilerini (kontür) parçalamak için yıkıcı/parçalayıcı şekillerden yararlanılması gerektiğini iddia eden ilk isimlerden biridir. Özellikle kamuflaj için zıt–gölgeleme tekniğinden yararlanır. Thayer’in bu görüşleri ilk kez savaş gemilerinin boyamasında yaşama geçirildi. İki dünya savaşında da ABD ve İngiliz savaş gemilerinden bazılarının üzeri çarpıcı siyahbeyaz geometrik şekillerle boyandı. Bazıları yüzen satranç tahtasına, bazıları da kübik zebralara benziyordu. Gemiler düşmanlar tarafından görülüyordu, ancak hızlarının ve boyutlarının tespit edilmesinde büyük sıkıntı yaşanıyordu. Zebraların siyah beyaz çizgili tüyleri de bir kamuflajdır. Thayer doğada hayvanların avlanırken, avının dış çizgilerine odaklandığını, dolayısıyla yüksek kontrastlı renklerin aldatıcı bir profil görüntüsü yarattığını söylüyordu. Thayer’in zıt renklerle yaratılan kamuflaj iddiası ilk olarak 2005 yılında Bristol Üniversitesi’nde test edildi. Deneyde ağaçlara güve şeklindeki kâğıtlar yapıştırıldı. Kuşların kenarlarında siyah noktaların olduğu “sanal güveleri” görmediği, noktaların merkezde olduğu güveleri tercih ettiği tespit edildi. GÖRÜNMEZLİĞİN YOLU GÖZE ÇARPMAKTAN GEÇER İlginç olan, gözden kaçan bu bilgi parçalarının davranışlarımızı şekillendiriyor olmasıdır. Bu etkiye priming, yani hazırlama denir. Bu bir örtülü bellek etkisidir. Bir uyarıcıya maruz kalmak, bir sonraki uyarıcıya verilen tepkiyi etkiler. John Bargh’ın klasik deneyinde gösterdiği gibi “yalnızlık”, “gri”, “solmasararma” gibi yaşlanmayla ilgili sözcüklere maruz kalan deneklerin, daha yavaş yürüme eğilimi taşımalarının nedeni, belleklerinin “kıvama getirilmiş” olmasıdır. Bu sonuçlar daha sonra tartışma konusu olmuşsa da, “hazırlama” olgusunun yapıcı anlamda kullanılması durumunda, yaşamı büyük ölçüde kolaylaştırdığı kabul ediliyor. Hazırlama olgusu dikkatimizi yönlendirme konusunda önemli bir rolü oynuyor. Doğru bir “kıvama getirme” tekniği ile dikkatsizlik körlüğünün önüne geçilebiliyor. Havaalanlarındaki yer mürettebatının uçağı doğru kapıya yönlendirmesi gibi, hazırlama olgusu sayesinde beynimiz önemli ayrıntılar üzerine odaklanma şansını elde edebiliyor. Toronto Üniversitesi’nden örgütsel psikolog Gary Latham ise priming denilen bu olgunun medya alanında kullanılması durumunda tehlikeli ve zararlı sonuçları olabileceğine dikkat çekiyor: “Bizler farkında bile olmadan istemediğimiz bazı hedeflere yönlendirilebiliriz. Bu hedefler genellikle çoğunluğun çıkarlarına hizmet etmez. Ben CIA gibi bazı haberalma örgütlerinin bu olgudan büyük ölçüde yararlandığını düşünüyorum. Ancak bu teknik bazı iyi niyetli amaçlar için de kullanılabiliyor. Örneğin ABD ve İngiliz sağlık bakanlıkları, sigarayı bıraktırmak gibi sağlıkla ilgili kampanyalar için bu süreçten yararlanmanın yollarını araştırıyor.” Priming= hazırlama, kıvama getirme rkeklerin gelecekteki varlıklarıyla ilgili bir korku, neyse ki, kaygı yaratan bir unsur olmaktan çıkartılabilir. Özgün iri boyutu milyonlarca yılda giderek küçülen erkek Y kromozomu görünüşe bakılırsa yok oluş sürecinin üstesinden geldi. Ancak hemen sevince kapılmayın. Erkek çocukların çok daha güçlü kuvvetli oldukları yönündeki genel kanının tersine, türümüzün erkeği temel birtakım dirimsel güçsüzlüklerle dünyaya geliyor. Yukarıda sayılan kimyasallar, erkek çocuklarına kız çocuklarında hiç tanık olunmayan biçimlerde zarar veriyor. Öncelikle, insan türünün erkekleri giderek yok oluyor. Tabiat Ana erkek çocukların kırılgan ve kolayca yitip giden bir yapıya sahip olduğunu oldum olası kabul etmiş ve daha çok erkek çocuğun dünyaya gelmesini sağlayarak bunun acısını çıkartmaya çalışmıştır: İnsanlık tarihine bakıldığında dünyaya gelen her 106 erkek çocuğuna karşılık 100 kız çocuk dünyaya geliyor. Gelgelelim, dünyanın çeşitli bölgelerinde, erkek doğum oranlarında bir düşüş var. ABD’nin 19701990 yılları arasındaki doğum kayıtları incelendiğinde geçmiş onyıllara ve yüzyıllara kıyasla her 1000 doğuma düşen erkek çocuk sayısında 1.7 oranında bir azalma görüldü; aynı dönemde Japonya’da erkek çocuk sayısındaki düşüş 3.7 idi İnsan türünde dişi, kusurlu cinstir, türün daha basit bir örneğidir: İnsan ana rahmine düştüğünde dişi özelliklerine sahiptir (erkeklerde meme ucu olması bu yüzden). Ana rahminde dişiden erkeğe giden bu karmaşık dönüşüm sürecinde erkek tehlikelerle dolu bir yolculuktan geçmek zorunda kalır. Yaklaşık sekizinci haftada Y geninden kaynaklanan ilk testosteron patlamasının ardından, üniseks beyin iletişim merkezlerindeki kimi hücreleri yok edip, cinsellik ve saldırganlık merkezlerinde daha çok hücre üretmek suretiyle erkek beynine dönüşmeye başlar. Daha basit bir yapısı olan dişi üreme sistemi erbezi ve prostat gibi dokuların gelişmesiyle birlikte giderek erkeğin çok daha karmaşık üreme sistemine dönüşür. Dahası, erkeğin oluşması çok daha fazla sayıda hücre bölünmesini gerektirir; her bölünme hata olasılığını ve kirleticilerin saldırısına uğrama çekincesini de beraberinde getirir. Bunun da ötesinde, insan türünün erkeğindeki XY kromozomu karışımı da özünde çok daha kırılgan bir yapı. Dişide bunun karşılığı olan iki XX kromozomu bir tür koruma sağlıyor. Bir X kromozomunda genetik bir bozukluğun olduğu hastalıklarda, dişinin sağlıklı yedek kromozomu devreye girer. Oysa tek X kromozomuna sahip olan erkek böyle bir sağlıklı kopyadan yoksundur. Kaliforniya Üniversitesi otizm uzmanlarından Irva HertzPiciotto’ya göre, hiç küçülmemiş olan X kromozomu aynı zamanda da “Y kromozomuna kıyasla daha çok genetik bilgi içeren” daha büyük bir kromozom. Bu da, erkeklerde otizme neden daha sık tanık olunduğu konusuna ışık tutabilir. Kadınlar oksitlenmeyi önleyici süreci etkisiz duruma getiren östrojen hormonuyla yüklü olduklarından, bağışıklık sistemleri de daha güçlüler. Duke Üniversitesi nörobiyoloji uzmanlarından Theodore Slotkin: “Östrojen beyni korur; sinirsel bir hasarın ardından bile beyni onarır ve yeniler, düşük östrojen miktarı erkek çocukları kafa yaralanmalarına karşı daha da duyarlı duruma getirir.” Britanyalı psikopatoloji uzmanı Simon BaronCohen’e göre, otistik erkek çocuklarında görülen sistemleştirme yönü yüksek, eşduyum özelliği düşük olan “aşırı uçlarda erkek beyni”, gebeliğin kritik dönemlerinde ana rahminde yüksek düzeylerde testosteron olmasından kaynaklanıyor. Nitekim, ABD’de son yirmi otuz yıldır yapılan araştırmalar da otistik erkek çocuklarında östrojen düzeylerinin son derece düşük, testosteron düzeylerinin de yüksek olduğunu ortaya koyuyor. Erkeklerde hormonlar arasındaki dengenin bozulmasına ne yol açıyor? New York kentinde Columbia Çocuk Sağlığı Merkezi’nin yakınlarında yaşayan aileler yasaklandığı 2001 yılına dek apartmanlarını yıllar boyunca klorpirifos adlı çok yaygın bir böcek ilacıyla düzenli olarak ilaçladılar. Araştırmacılar doğum öncesinde bu kimyasalla karşı karşıya kalınmasının görünürde kızlardan çok erkeklerin IQ düzeyini etkilediğine tanık oldu. Bu durum, erkeklik hormonlarının zarar görmesinden kaynaklanabilir. Benzer biçimde, gebe kadınların vinil ürünlerin ve oyuncakların yanı sıra kimi kişisel bakım ürünlerinin de yapımında kullanılan fitalatlarla karşı karşıya kalmaları, erkek çocuklarında saldırganlık ve dikkat eksikliği gibi çok daha ciddi davranış bozukluklarına neden oluyor. Bu madde erkek cinsel organlarını dişileştirici İLAÇLAMANIN KÖTÜ ETKİSİ XY KIRILGAN YAPI Pinokyo’nun burnu, blöf yapan poker oyuncusunun istem dışı hareketleri veya dedektiflerin suçlu insanların yüzlerindeki en ufak bir mimikten anlam çıkartmaya çalışması, yüzlerde yazılı olan mesajları okuma konusunda hepimizin bildiği örneklerdir. Yaptığımız bazı hareketler, bizim görmediğimiz ama çevremize yaydığımız duygusal ipuçlarıdır. Aslında popüler kültürün iddia ettiği gibi insanlar bu kadar kolay “okunmaz”. Berkeley’deki Kaliforniya Üniversitesi’nden Leanne ten Brinke, “Sözel veya sözel olmayan hiçbir davranış Pinokyo’nun burnu değildir. Tam tersi gerçeği görmemiz için birden fazla ipucunun peşine düşmemiz gerekir” diye konuşuyor. İnsanlar pozitif duyguları negatif duygulara göre daha kolay taklit ederler. Çünkü pozitif duygularda yalnızca iki kas devreye girer. Bunlardan biri dudakların kıvrılmasını sağlayan kaslar, diğeri da göz kenarlarındaki “kaz ayaklarını” yaratan kaslardır. Oysa üzgün görünmek için alındaki istemsiz, kompleks kasların kasılması gerekir. Bu, pek çok insan için taklit edilmesi çok zor hareketlerdir. Çok zorlanıldığında üzüntüden çok şaşırmış bir insan ifadesi yaratabilirler. Yalancıların yüzlerinde genellikle duygusal açıdan çalkantılı bir görünüm hakimdir; pozitif ve negatif ifadeler arasında gelip gider. Oysa doğruyu söyleyen insanların yüz ifadelerinde nötrlük baskındır. Amsterdam Üniversitesi’nden Mariska Kret bütün bu yüz okuma çabalarından bir sonuç alınamadığı durumlara gözlere bakmakta yarar olduğunu söylüyor: “Eğer yalan söylüyorsanız gözbebekleri büyür. Cinsel açıdan uyarıldığımızda olduğu gibi öfke ve korku durumlarında da gözbebekleri büyür. Eğer psikopat değilseniz yalan söylerken stres altına girersiniz. Bu nedenle korku veya öfke duyabilirsiniz. Ancak gözbebekleri büyüyen herkesi de yalancılıkla suçlamaya kalkmayın, çünkü başka koşullar altında da gözbebekleri büyür.” PİNOKYO’NUN BURNU Erkek çocuklarda prematüre doğum gebeliğin 37. haftasından önce dünyaya gelme oranları da, kız çocuklarına kıyasla daha yüksek. Dahası, kamu sağlığı koşullarındaki gelişmelere karşın, 1970’lerde erkek çocuklarda bir yaşına gelmeden ölüm oranları, kızlardan %30 daha yüksek. Oysa, 1750’lerde bu oran kızlara kıyasla %10 daha yüksekti. Çocukluk evresine ulaşmayı başarır başarmaz, erkek çocuklar birtakım ruh ve sinir hastalıklarına çok daha duyarlı oluyor. Otizm erkekler arasında çok daha yaygın; ABD Hastalıkları Denetleme ve Önleme Merkezi tarafından verilen bilgilere göre, şimdilerde bu oran kızların yaklaşık beş katı kadar. Erkek çocuklar düşük düzeylerdeki kurşunun etkileri karşısında kızlardan çok daha duyarlı, erkek çocuklarda astım oranları da çok daha yüksek. Ayrıca, erkek çocuklarda hava kirliliği ile astım arasında çok daha güçlü bir bağlantı var. Peki, sorun nedir? Erkek çocuklar neden bu gibi fiziksel çekincelerin yükünü taşımak zorundalar? Bunun nedeni erkeklerde sorunların ana rahminde iken ortaya çıkmasından kaynaklanıyor: Çok daha karmaşık olan dölüt gelişiminden, genetik yapısına, hormonlarının nasıl işlediğine uzanıyor. KIZLARIN 5 KATI bir etki de yaratabiliyor. Erkek çocukları, polikarbonat plastiklerin yapımında kullanılan östrojenik bir madde olan bizfenol A’ya da daha duyarlı. Kaliforniya Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma anne karnında ya da çocukluk döneminde yüksek düzeylerde BPA’ya maruz kalan erkek çocuklarda aşırı hareketlilik, saldırganlık ve kaygı sorunlarına kızlardan çok daha sıklıkla tanık olunduğu ortaya koyuyor. Dahası, bu kimyasalı yüksek düzeylerde soluyan gebe kadınların, tiroid hormonları az erkek çocuklar dünyaya getirdikleri, ancak kız çocuklarında böyle bir etkiye tanık olunmadığı belirtiliyor. Tiroid hormonları beynin gelişimine öncülük ettiklerinden, önemli etkileri olabilir. Bu kimyasalların bir bölümü yapay östrojen işlevi görürken, kimileri yapay testosteron etkisi yaratıyor. Ne var ki, her iki etki de normal gelişimi sekteye uğratıyor. bu kimyasallar, ufak dozda bile olsa en çok ana rahmindeki dölütü etkiliyor. Cinsler arasında eşitlik ve adaletten yana olsak da, erkeklerin dirimsel açıdan daha güçsüz oldukları yönündeki bilimsel gerçeği kabullenmekte yarar var. Bu durum bir olasılıkla erkek cinsinin sonu anlamına gelmiyor. Ancak erkekleri korumanın yolları bulunmadığı sürece, bu cinsin çevreyi kirleten unsurlara ve hastalıklara daha duyarlı olmasının tüm insanlığın geleceği üzerinde çok ciddi sonuçlar yaratabileceği de bir gerçek. KADINERKEK BİYOLOJİSİ
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear