22 Haziran 2024 Cumartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

ZÜMRÜTTEN AKiSLER doğrudan doğruya bir organın üzerine dikilebiliyor. Üretilen enerjinin depolanabilmesi için aletin bir mikro pili var. Enerji üreten aletin tek bir tabakası deneyler sırasında 3,7 volta kadar gerilim üretmiş. Birkaç tabaka aynı anda çalıştırıldığında aşağı yukarı sekiz volt üretebilir ki bu da modern kalp pilleri için yeterli. tümör türü cinsel yolla bulaşıyor ve konakçı bedenlerde yaşamaya devam ediyor. İngiliz bilim insanları şimdi 11.000 yıl önce gelişen ve köpekten köpeğe geçerek günümüze kadar gelen bir tümör saptadılar. Wellcome Trust Sanger Enstitüsü immünologlarından Elizabeth Murchison ise bugüne kadar bulunan en eski tümörün kalıtımını çözdü ve bin yıllar içinde tümörde iki milyon mutasyonun biriktiğini ortaya koydu. Sticker sarkomu olarak da bilinen bu kanser türü 19.yy’dan bu yana bilinmekte. Günümüzde daha çok başıboş dolaşan köpeklerde yaygın olan kanser cinsel organlardaki mukozaya bulaşır. Yalama, ısırma veya koklama yoluyla da bulaşabiliyor. Hesaplar hücrelerin yaklaşık 11.000 yıl yaşında olduğunu gösterdi. Hücreler hâlâ kanserin ilk olarak ortaya çıktığı köpeğin genetik çeşitliliğini taşıyor. A. M. Celal Şengör Sevgili okuyucularım: Aşağıdaki yazımı yüksek tirajı nedeniyle gönderdiğim bir gazete basmadı , Ben de önce konusu tamamen bu köşenin konusu dışında diye düşündüğüm yazımı tekrar okuyunca, bal gibi bilim ve toplum ilişkileri içinde olduğunu gördüm. Burada bilgilerinize sunuyorum. 7000 yıl önce Kuzey İspanya’da avcı ve toplayıcı olarak yaşamış olan bir erkeğe ait kalıntıların genetik analizi, tarihöncesi erkeğin koyu renk tenli ve koyu renk saçlı ama mavi gözlü olduğunu gösterdi. İlginç sonuç o tarihlerde henüz tüm Avrupalıların açık ten rengine kavuşmadıklarını kanıtlıyor diyor Göz rengi ten renginden önce değişmiş Bilimsel Düşünme Özürlü Halkın Talihsiz Esirleri Çok yakından tanıdığım general, amiral ve subayların yargılandığı ve tamamen haksız yere sadece herhangi bir güvenilir delil olmadan değil savcı iddialarının tam tersine kesin deliller gösterilmesine rağmen, mahkum edildiği Balyoz davasının oturumlarına vaktim yettikçe gittim, kaçırdıklarımın detaylarını kendilerini hapishanelerde ziyaret ettiğim komutan ve arkadaşlarımdan, onların aile mensuplarından, eşimden ve nihayet avukatlarından öğrenmeye çalıştım. Tüm bunlardan edindiğim izlenim, Balyoz’un, iktidar partisinin önde gelen isimlerinden birinin de telaffuz ettiği gibi, bir kumpas, yani bir tuzak olduğudur. Bu çıkarım, pek çoğunu yakından tanıdığım sanık (ve şimdi hüküm giymiş) komutan ve arkadaşlarım hakkında kendilerine iftiralar atılmadan önce bildiklerimle de tam bir uyum içerisindedir. Hiç kuşkusuz burada esas tuzağa düşürülen milletimiz olmuştur. Ancak bu gibi durumlarda kişilerce “edinilen izlenim” hukukçuya yetmeyebilir. Hiç bir hukukçunun itiraz edemeyeceği tek bir ispatla yetineyim: İddianın okunduğunu ve yapılan savunmanın iddiayı hiç bir kuşkuya mahal vermeyecek bir şekilde çürüttüğünü gözlerimle gördüm (bu intibanın ötesinde, ispattır). Buna rağmen sanık tutuklandı (Hv. Plt. Tuğg. Beyazıt Karataş’ın durumu)! Benzer hukuk ihlâllerini oraya giden tanıdıklarım ve üstelik pek çok saygın hukukçumuz ve aklı ve vicdanı yerinde gazetecimiz gazete ve televizyonlarda detaylı bir şekilde dile getirdi. Son TÜBİTAK raporu; tarafsız olacağına en çok güvenilebilecek bilirkişilere ısrarla gönderilmeyen sözde deliller ve bunlar hakkında yurtdışındaki bilimsel kaynaklardan duyulanlar, sayın ana muhalefet partisinin başkanının da ifade ettiği gibi Balyoz davasının tutulacak bir yanının kalmadığını sanırım kesin bir surette ispat etmiştir. Yapılan halk yoklamaları halkımızın büyük ekseriyetinin bu fikirde olduğunu göstermektedir. Buradan, bu davadan hüküm giymiş olan ordu mensuplarımızın alınlarının akıyla çıkmalarını beklemek sanırım aşırı bir iyimserlik olmamalıdır. Bu kişilere itibar ve görevleri, resmi bir af dileme eşliğinde iade edilmedikçe kendilerine verilecek hiçbir maddi tazminat yaratılmış olan yıkımı tamir edemez. Bunları yapmak bilhassa ordunun genç nesillerinin geleceği ve milletimizin kendine itimadı ve saygısı için yaşamsal öneme sahiptir. Ancak beni bir vatandaş olarak yakından, hem de çok yakından, ilgilendiren, bu hukuk yıkımına izin verenlerden sorulması gereken detaylı hesaptır. Bu hesap sorma işlemi, olayın ardındaki tüm gerçeklerin en çıplak şekilde ortaya serilmesi için muhakkak gereklidir ve bu gerçekler ortaya serilmeden kimsenin bu ülkede kendini emniyette hissedemeyeceği kesindir. Hukukçuların, başta Balyoz davasında etkin faaliyetleri gazete ve televizyonlarda görülen ve sayısız yoruma neden olan olan bakan ve müsteşardan başlayarak, kendi saflarını tertemiz bir hale getirdiklerine halkı ikna etmeleri artık milli bir hayatmemat meselesi olmuştur. Ancak, elbette bu iş sadece hukukçulara münhasır değildir. Kolluk kuvvetlerimizin, gazetecilerin ve televizyoncuların da kendi mensuplarının Balyoz sürecinde oynadıkları rolleri iyice gözden geçirerek ulaştıkları sonuçları halka duyurmaları şarttır. Ancak o zaman polislerin halktan saygı istemeye, gazetecilerin hür gazetecilik yapma haklarını aramaya yüzleri olur. Tüm bu yazdıklarımdan sonra size daha önce burada dile getirdiğim kanaatimi söyleyeyim: Yoklamalarda ekseriyeti Balyoz’un bir kumpas olduğu ifadesine katılan halkımız, dönüp o kumpasın kurulmasında ilk elden yardımcı olduğunu (yanıltıldık diyerek!) ifade eden hükümetimize gene % 45 gibi bir oy verecek, iftirayla hayatı karartılanların işkencesine seyirci kalmaya devam edecektir. Hiç suçsuz yere 56 sene hapsedildiğinizi, onurunuzun, yaşamınızın idealinin elinizden alındığını, hatta sağlığınızı kaybettiğinizi, ailenizin, çoluğunuzun, çocuğunuzun yaşam hevesinin eritildiğini düşünün. Eğer tahminim haklı çıkarsa, halkımızın sebepsonuç ilişkisini kurmaktan aciz olduğu belgelenmiş olacaktır. Böyle bir toplumda, bilimi falan boş verdim, ne demokrasi ne de en ilkelinden bile olsa medeniyet yaşayabilir. Bkz. Afganistan! Not: Aynı durumdaki Ergenekon’dan burada bahsetmememin nedeni, Balyoz’u çok daha yakından bilmemdir. Barselona Biyolojik Evrim Enstitüsü’nden Carles LaluezaFox, Nature dergisinde. Bu da göz renginin cilt pigmentlerinden önce değiştiği anlamına gelmekte. İncelenen kalıtım 2006’da Cantabrie Dağları’ndaki bir mağarada bulunan bir iskelete ait. Kemikler ve dişler değişmeyen soğuk hava koşulları sayesinde çok iyi korunagelmiş. Araştırmacılar dişten aldıkları örneklerle kalıtımı çözmüşler. Böylece ilk kez tarım öncesi dönemde yaşayan bir Avrupalının kalıtımı tümüyle çözülmüş oldu. Söz konusu erkeğin nişastayı iyi sindiremediği ve laktoz intoleransına (hassasiyetine) sahip olması bilim insanları için sürpriz olmamış. Nitekim insanın genetik donanımı, tarım dönemine geçişten sonra tahıl ve süte uyum sağlamış. Bununla birlikte incelenen avcı ve toplayıcı, kendisini hayvanlardan geçen hastalıklara karşı daha az duyarsız yapan bir bağışıklık sistemine sahipti. Anlaşıldığı üzere genetik değişim, hayvanların ehlileştirilmesinden önce başlamıştı. Oysa evrim biyologları bugüne dek insanların bu modern gen varyantlarına hayvanları evcilleştirdikten sonra kavuştuklarını düşünüyorlardı. Avcı toplayıcı İspanyolun bir zamanlar tüm Avrupa’da ve Rusya’da Baykal gölüne kadar yaygın olan bir insan grubuyla akraba olduğu anlaşılmış. Bu sonuç ayrıca örneğin Venüs figürü gibi Batı Avrupa ve Sibirya’ya kadar uzanan alanda görülen kültürel buluntularla da örtüşmekte. Bu gen havuzunun kısmen de olsa günümüz Kuzey Avrupalılarda devam ettiği düşünülebilir. İspanyol avcının ayrıca yaklaşık olarak 5300 yıl önce Alp’lerde ölen Ötzi (Buz Adam) ile genlerinin çok küçük bir kısmını paylaştığı da saptanmış. Yeşil çayın içindeki maddeler kan damarlarını korur, belleği güçlendirir. Hatta yeşil çayın HIV ve Alzheimer hastalıklarından bile koruduğu söyleniyor. Yani aslında yeşil çay sağlıklıdır, fakat düzenli olarak ilaç kullananlar yine de dikkat etmeli. Bilim insanları yeşil çayın belli başlı ilaçların etksini zayıflattığını saptadı. Yeşil çayın koruyucu etkisinden özellikle de şarap ve birçok meyve türünde bulunan bir grup bitkisel etki maddesi kateşin sorumlu. Fakat Japon ve Al Yeşil çay bazı ilaçların etkisini zayıflatıyor Kanser hastalığına yakalanan bir insan yaşamını yitirdiği zaman kanser de onunla birlikte ölür. Fakat köpeklerde bulunan bir 11.000 yıldır yaşayan tümör man bilim insanları şimdi bu moleküler yardımcının olumsuz bir yanını da keşfettiler. İlginç sonuç şu: Yeşil çay içiminden sonra deneye katılanların kanındaki Nadolol seviyesi %85 daha düşük ölçülmüş. Ayrıca ilacın kan basıncını düşürücü etkisi de önemli ölçüde zayıflamış. Yeşil çayın diğer ilaçların etkilerini de azaltıp azaltmadığı henüz bnilimiyor. Erlangen Üniversitesi’nden Fabian Müller, Nadolol ilacı kullananlara yeşil çay içmemelerini öneriyoruz, diyor. Yeşil çayın Nadalol ilacının etkisini zayıflatmasında kateşinin rol oynadığı düşünülüyor. Tahminlere göre bu moleküller, bağırsak mukozasında ilaç taşıyıcı görevini gören bir proteini etkiliyor. OATPLA2 proteini normalde ilaçların damardan kana geçişlerini destekler. Fakat oyuna kateşin de girince, bu protein engelleniyor ve kan dolaşımına çok az etki maddesi girebiliyor Clinical Pharmacology & Therapeutics). Nilgün Özbaşaran Dede [email protected] CBT 14037 / 7 Şubat 2014
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear