05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

şeffaf bir biçimde işlemesini gerektirir. Oysa uygulama, kapitalist sistemin kendi akılcılığının, kendi mantığının bile çok uzağındadır ve bu firmalar için gelecek, sistemle bütünleşmiş firmalara göre çok daha karanlıktır. Bir bütün olarak Türkiye geneline bakıldığında da ülkede, gelir ve servet dağılımındaki çarpıklık, geleceği ve toplumsal düzeni tehlikeye sokabilecek boyutlardadır. Gelir düzeyleri arasındaki makas giderek açılmaktadır. Bunu deregülasyonlarla (koruma yok, teşvik kısıtlı, bankacılık uygulamaları katı vb.), yani yeni liberalizme özgü bakış açılarıyla düzeltmeye çalışmanın boşuna bir çaba olduğu açıktır. Kaynaklar ve bilgi, belli mecralarda akıyor. Bunlara toplumun geniş kesiminin erişim kanalları mevcut değildir. İş alanında atılım yapmak isteyenler için riskler büyüktür. Ekonomik fırsatları daha geniş bir tabana yayabilmek, kredi ve teknoloji ağlarını genişletmek demektir. Toplumsal düzenin çarpık olduğu bir ortamda bunu sağlamak; genç ve dinamik girişimcilerin bu ortamda atılım yapmalarını beklemek ve bu atılımlar sayesinde sağlıklı bir sanayileşmenin gerçekleşebileceğini düşünmek zordur. SONUÇ YERİNE… Ülkenin üretim yapısını, bir anlamda da genç girişimcilerin atılım ortamını bu açıklığıyla ortaya koyduktan sonra, tekrar ana konumuza dönebiliriz. Bugün meydanlarda gördüğümüz gençler ve onlara destek veren kesimler ağırlıklı olarak, yukarıda sözünü ettiğimiz entelektüel birikimi olan emekçiler katmanının üyeleridir veya o katmanın adaylarıdır. Bunlar, yine ağırlıklı olarak, geleceği temsil eden sektörlerin emekçileridir; ya da o sektörlerin gereksindiği bilgi ve yeteneklerle donatılmış ya da donatılmakta olan, geleceğin entelektüel emek gücünün temsilcileridir. Ancak bugünkü üretim sistemimizin bel kemiğini oluşturan sanayimiz, kendisini yalnızca ‘imalat işiyle’ sınırlamış; üzerinde yer aldığı uluslararası üretim zincirinin en düşük katma değerli halkasında konuşlanmıştır. Bu konumunun, görülebilir bir gelecekte, yaratılan net katma değeri yükseltme yönünde değişme olasılığı gözükmemektedir. Sanayimizin bu haliyle söz konusu emekçilere / beyin gücümüze parlak bir gelecek vaat etmediği net olarak söylenebilir. Tam tersine, Türkiye’de kurulu sanayinin varlığı pamuk ipliğine bağlıdır. Kritik sektörlere egemen durumda olan yabancı ortakların herhangi bir nedenle verecekleri coğrafya değiştirme kararı, bu ülkede kurulu sanayinin de sonu demektir. Son toplumsal haraketlilikte önemli bir rolü olduğu hatta başı çektiği söylenebilecek entelektüel emek katmanın üyeleri kendilerini bekleyen bu karanlığın ne ölçüde bilincindedir, bu, yanıtı aranması gereken bir sorudur. Yanıtlanması gereken bir başka soru da, yine bu katmanın üyelerinin üretimden gelen güçlerinin (ya da katmanın adayları için söyleyelim, yarın üretimden gelecek güçlerinin) ne ölçüde bilincinde olduklarıdır. Bundan daha da önemlisi, gelişmiş ülkelerdeki benzerlerinin asıl güçlerinin, içlerindeki önemli bir kesimin bilim ve teknolojiyi geliştirme ve her seferinde bir üst düzeyde yeniden üretme; ürün ve üretim yöntemlerini geliştirme yeteneklerinden, fiilen o pratiğin içinde olmalarından aldıklarının ne ölçüde bilincindedirler? Üretimden gelen güçlerini kullanabilmek için üretim sürecinde gerçekten o güce sahip olmak gerektiğinin ne ölçüde bilincindeler? Evet, on 19952005 yılları arasında Silicon Valley’de kurulan mühendislik ve teknoloji tabanlı türev firmaların (startup’ların) %52,4’ünün kurucularından bir veya daha fazlası ABD dışında doğmuş olanlardır (çoğunluğu Hintli veya Çinli). Bu örnek, beyin göçü alan gelişmiş ekonomilerin bundan sağladıkları yararın nerelere kadar uzandığının da çarpıcı bir ifadesidir. Entelektüel emek kesimlerinde ücretleri CBT 1381 15 / 6 Eylül 2013 lar beyin gücünü temsil ediyor, ama bu gücün bir anlam ifade edebilmesi için, o gücü, içerdiği bütün yetenek ve beceri düzeylerinde kullanabilecekleri ve o gücü her seferinde bir üst düzeyde yeniden üretebilecekleri bir ortamın varlığı da gereklidir. O ortam Türkiye’de yok. Onlar bu ortamı yaratacak ekonomiksiyasitoplumsal şartları da oluşturmak zorunda olduklarının; bunun da siyasitoplumsal bir sorumluluk meselesi olduğunun ne ölçüde farkındalar? Ve son soru: Gücün ancak siyasi bilinçle ve bu bilincin örgütlü bir güce dönüştürülerek kuvveden fiile çıkarılabileceğinin ve ancak o koşulda başarılı olunabileceğinin ne ölçüde farkındalar? Bu soruları sormamızın nedeni, başta da belirttiğimiz gibi, hep birlikte tanık olduğumuz toplumsal hareketlilikte beyin gücünü temsil edenler ve temsil etmeye aday olanların oluşturduğu toplumsal katmandan oldukça geniş bir katılımın olması ve direnişteki ana dinamiği onların oluşturmalarıdır. Ama hiç unutmamak gerekir ki, Türkiye coğrafyasının epeyce bir parçasında yaygınlaşan eylemlerin tümüne bakıldığında, bu hareketliliğe toplumun başka katmanlarından da önemli bir katılım ve fiili desteğin olduğu görülmektedir. Yine başta da belirttiğimiz gibi, mevcut iktidarın, dinsel motifleri esas alarak yaşam biçimlerine müdahale etmesine itiraz, katılanların da ortak paydasını oluşturmaktadır. Siyasi motiflerden çok kültürel motiflerle beslenen bu itiraz, her açıdan duyulan gelecek kaygısıyla (ekonomik, toplumsal, siyasi...), umutsuzlukla, yönetenlere karşı duyulan güvensizlikle ve en az bunlar kadar önemli olmak üzere, bizzat ülke başbakanının sergilediği basiretsizliğe karşı duyulan tepkiyle birleşmektedir. Bu ortak payda bağlamında direnişe katılanlar içinde, Alevi kesimlerin, medeni haklarını giderek yitirdiklerini gören her kesimden kadınların, Cumhuriyet’in kazanımlarının bir bir yok olduğunu gören yine her kesimden insanın hiç azımsanmaması gereken toplumsal bir güç oluşturduğunu da görmek gerekir. Hatta salt dinsel motiflerden hareket etmedikleri ya da mevcut iktidar sahiplerine dinsel dogma bazında mutlak bir itaat göstermedikleri için dışlanan ve ekonomik güçleri kırılmaya çalışan büyük sermaye kesimlerinden bazı işadamlarının ve teknokratlarının da bu toplumsal hareketliliğe sıcak baktıklarını göz ardı etmemek gerekir. Ve elbette, orta ve küçük ölçekli işletme sahipleri arasında da, Cumhuriyet’in kazanımlarına yurtseverce bağlı olanlar; mevcut kaynakların dağıtımında din motifinin ve siyasi yandaşlığın belirleyici olmasına; devlet ihalelerinde mutlak olarak yandaşların kayrılmasına itirazı olanlar vardır. Onların da direnişe sıcak bakanlar çemberinde yer aldıkları yadsınamaz ve yapılacak çözümlemelerde dikkate alınmak zorundadır. İşte, hem başı çekenler açısından hem de onlara katılanlar, onları destekleyenler açısından sayılan bütün bu nedenlerden dolayı, Gezi Parkı Direnişi ile başlayan toplumsal mücadele, şu andaki görünümüyle sistemin içinde ve çok katmanlıdır. İnsan Papilloma Virüsü’nden (HPV) Mektup “Güvenli cinsel ilişki ve taramalar ile rahim ağzı kanserine bağlı öldürücülüğü engelleyebiliyor ve bunu dünya genelinde başarıyla uyguluyor olmanıza karşın, benimle bu kadar uğraşıyor olmanızı anlamıyorum.” Dr. Mehmet Uhri, muhrim@gmail.com U zunca bir süredir beni tanıyorsunuz. Ben HPV olarak kısaltılan Human Papilloma Virüsüyüm. Virus olarak 1933 yılında Richard Shope tarafından izole edilip tanımlandım. 1950’de Barret Silber ve McGinley insanlar arasında cinsel ilişki yoluyla bulaşmakta olduğumu gösterdi. 1977 yılında Herald Zur Hausen yüksek riskli HPV’leri ve rahim ağzı kanserlerinde oynadığı rolü ortaya koyan çalışmasını yayınladı. Bu çalışma ona 2008 yılı Nobel Tıp ödülünü kazandırdı. 1991 yılında Pastör Enstitüsü HPV ve HPV aşısı patentini aldı. İnsanlara zarar vermeyen, genital siğillere yol açan sistemik enfeksiyon oluşturmayan her yerde bulunabilen, nadiren rahim ağzı kanserine neden olan sürecin içinde yer alan HPV patenti 2006 yılında Merck firması tarafından Ulusal Kanser Enstitüsü (NCI) ile birlikte satın alındı. Satın alma sürecinde Pastör enstitüsü HPV patentini ticari bir firmaya vermemek için direndi. Merck firması ise bir devlet kuruluşu olan (NCI) ABD Ulusal Kanser Enstitüsünü de ortak olarak Pastör Enstitüsü’nü ikna etti. Bu el değiştirme ile birlikte HPV ile ilgili bilgiler ticari amaçla revize edildi ve kullanılan terminoloji bile özenle seçilerek anlamı üzerinde değişiklikler yapıldı. 200 den fazla farklı tipim ve bunlar arasında 20 civarında yüksek riskli tipim tanımlanmış olmasına karşın sık rastlanılan birkaç suş’uma karşı geliştirilen aşılar bir pazarlama stratejisiyle kanser aşısı olarak tanıtıldı. Sınırlı birkaç suş dışında insanlara zarar vermemiş HPV ailesi ile ilgili bilgiler bir şekilde göz ardı edildi. İnsanlığın yeni düşmanlarından biri olarak tanımlandım. Hakkımdaki bilgiler değişmediği halde algılar değiştirildi. Biliyorsunuz; Her yerde bulunabilirim, viral enfeksiyon tablosu yapmam, viremi yaptığım görülmemiştir. Güvenli cinsel ilişki ile bulaştırıcılığım büyük oranda azaltılabilir. Bazı özel tiplerim yassı epitel hücrelerinde geçici değişiklikler yapabilir. Çok daha sınırlı olgularda rahim ağzı kanserine yol açan sürecin içinde yer alabilirim. Ancak bilindiği üzere rahim ağzı kanserleri, öncü lezyonları taramalar ile saptanabilen ve öldürücülüğü önemli oranda azaltılabilen kanserlerdendir. Güvenli cinsel ilişki ve taramalar ile rahim ağzı kanserine bağlı öldürücülüğü engelleyebiliyor ve bunu dünya genelinde başarıyla uyguluyor olmanıza karşın, benimle bu kadar uğraşıyor olmanızı anlamıyorum. Ne yaptığınızın farkında mısınız? Aşılamalar ile kökümü kazıyamayacağınızı iyi biliyorsunuz. İnsan yassı epitel hücrelerinde yerleşip geçici viral değişiklikler oluştursam da hücresel bağışıklık ile (T cell) ortadan kaldırılabiliyor olmama karşın, sanki sistemik viral enfeksiyon oluşturuyormuşum gibi aşı geliştirip serolojik mücadele (B cell) başlatmanızın mantığını anlamakta güçlük çekiyorum. Dahası, bazı suşlarım için aşı geliştirmeye çabaladıkça daha virulan suşların ortaya çıkıp çıkmayacağını ben dahi bilmiyorum. Bir de vücutta varlığımı araştırıp gösteren testler geliştirdiniz ve tahmin edebileceğiniz gibi bu testler de ticari ürün olarak pazarlanıyor. HPV varlığını saptadığınız hastalarınıza söyleyecek sözünüz, uygulayacak tedaviniz varmış gibi, HPV testleri ile tarama yapmaya kalkışıyorsunuz. HPV tarama testleri ile ancak korkularınızı beslersiniz. Elinizde etkin antiviral ilacınız yok ve kaldı ki gerek de yok. Smear taramalarının rahim ağzı kanserinden korunmada, öldürücülüğünü gidermede etkin ve yeterli olduğunu gayet iyi biliyorsunuz. Yük sesle haykırıyorum. Ben HPV’yim. Düşmanınız değilim. Öyle bir niyetim de yok. Vücuda girmiyor enfeksiyon tablosu oluşturmuyorum. Rahim ağzı kanseri ile mücadelede ne yapmanız gerektiğini aslında çok iyi biliyor ve uyguluyorsunuz. Yıllardır beni iyi tanıyorsunuz. Sinsi bir düşman olarak görmekten vazgeçin. Ben sadece HPV’yim. GÖRÜŞ
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear