Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
ZÜMRÜTTEN AKİSLER A. M. Celal Şengör katte almadık diyor Brigham Kadın Hastanesi’nden Keith Ozaki. Oysa son araştırma, yağ dokusunun da hastanın iyileşmesi üzerinde önemli bir etkisi bulunduğunu göstermiş. Deneyler sırasında fareleri ameliyat eden Ozaki ve ekibi, kemirgenleri ameliyattan önce yüzde altmışı yağlar tarafından üretilen bir diyet uygulanmış. Diğer gruba ise yağların kalorinin sadece yüzde onunu ürettiği bir diyet uygulanmış. Surgery dergisinde yayımlanan sonuçlara göre bu iki beslenme biçimi büyük fark yaratıyor. Yağlı diyetle beslenen farelerin yaralarının etrafındaki yağ dokusunda daha fazla iltihap oluştuğu gibi daha az uzmanlaşmış hormon üretmişler. Ancak bu etki ameliyattan önce farelere az yağlı diyet uygulandığında zayıflamış. Ozaki insanlarda da benzer bir etkinin yaşandığını tahmin ediyor. cilikteki riskle aynı yükseklikte diyor on Avrupa ülkesinde araştıran bilim insanları. Araştırma ince toz ve azot oksidin akut semptomları güçlendirmekle kalmayıp, astımın oluşumunu da tetiklediğni gösterdi diyor bilim insanları. Kentte yaşayanlar trafiğe de katlanmak zorunda kalırlar. Dar sokaklarda özellikle de işlek sokaklarda çok fazla gürültü, egzoz ve ince toz vardır. Son yıllarda gerçekleştirilen araştırmalar, azot oksit, ozon ve ince tozun sağlığa zarar verdiğini ve kronik hastalıkları kötüleştirdiğini göstermiştir. Buna göre daha uzun süre yoğun miktarda bu zararlı maddelerle temas halinde bulunan astımlı çocuklarda nöbetler daha ağır geçiyor. Kalpdolaşım hastaları ise akut şikâyetler yüzünden daha uzun süre hastanede tedavi edilmek zorunda kalıyorlar. Dünya Sağlık Organizasyonu (WHO) bu yüzden bir yılda solunan ince toz miktarının metreküp başına 20 mikrogramı aşmaması gerektiğini açıkladı. Avrupa Birliği’nde bu sınır metreküp başına 40 mikrogram ama ne var ki nüfusun ve trafiğin yoğun olduğu bölgelerde bu sınır düzenli olarak aşılıyor. Araştırma çerçevesinde aralarında Brüksel, Roma, Barselona, Viyana ve Stockholm’un da yer aldığı on büyük Avrupa kenti incelenmiş. Değerlendirmeler bu kentlerdeki 3200 astım vakasının büyük bir olasılıkla sadece trafiğe bağlı olarak ortaya çıkan zarar maddelerle meydana geldiğini gösteriyor. 2629 Mart tarihleri arasında bir tez savunması için Fransa’daydım. Bilimsel bir ziyafete katılmanın yanı sıra, eski dostlarla tekrar bir arada olmak ve her sabah kalkıp enfes bir kahveyle beraber sıcacık croissantları yerken Le Monde’u okumak gibi eski bazı zevklerimi de tazeleme imkânı buldum. Bu Ne Korku Yahu? Veya Bilginin Gücü Le Monde’da iki haber bilhassa dikkatimi çekti. 1) Birmanya’da artan Budist terörü. Eski askeri cuntaya karşı savaşanlar artık bir Budist ‘faşizminden’ bahsetmeye başlamışlar. Malum Batı’da, aptalca bir Doğu dinleri hayranlığı türemiştir 20. yüzyılın ikinci yarısında (bilhassa Budizm: Tibet’in tarihini bilmeyen pek çok zır cahil tarafından pek barışçıl addedilir). Şimdi o barışçıl (!) Budistler Müslüman azınlığa karşı bir katliam başlatmışlardır. Her zaman dediğim gibi: Tüm dinler potansiyel katliam nedenidirler ve bu nedenle zararlıdırlar. 2) Fransa’da şimdiki solcu hükümet, 27 Mayıs gününü, İkinci Dünya Savaşı’nda Almanlara karşı pek etkisiz bir direniş göstermeye çalışmış bir avuç Fransızın anısına “Direniş Günü” ilan etmeye çalışıyor. Tarihçiler artık yeter, diye buna itiraz ediyorlar. Eh haksız da sayılmazlar hani. İkinci Dünya Savaşı hakkında Fransa’da şimdi kutlanan günler şunlar: 1) 27 Ocak: Şoah (İbranicede felaket anlamına gelir ve genellikle Nazilerin Yahudi soykırımı için kullanılır: Holokaust) Günü, 2) Nisan’ın son pazarı: Fransa’dan Almanya’ya trenlerle yollanılan Yahudi kurbanları günü, 3) 8 Mayıs: Nazi Almanya’sına karşı 40 kadar müttefik devletin zaferi), 4) 17 Haziran: Jean Moulin Günü (Jean Moulin Fransız direnişini De Gaulle komutasında birleştirmeyi başarmış ve 1943’te kendi adamları tarafından Almanlara ihbar edilerek Gestapo tarafından idam edilmiş olan Fransız direnişçisidir), 5) 18 Haziran: De Gaulle’ün çağrısı, 6) Temmuz ayı: Vichy Kurbanları kutlamaları (Vichy, Almanların işgal edilmemiş Fransa’da Fransız kahramanı Mareşal Pétain başkanlığında kurdukları kukla hükümetin başkenti olduğundan onu temsil eder). Tarihçiler pek haklı olarak bu kadar çok “kutlamanın” artık yanlış bir mesaj vermeye başladığından şikâyet ediyorlar, ki pek haklılar. Kısaca “Yahu Nazilerden hâlâ bu kadar çok mu korkuyoruz?” demeye getiriyorlar. Peki sırf Fransızlar mı? İngiliz tarihçi ve gazeteci Peter Watson’un yeni yayınladığı The German Genius: Europe’s Third Renaissance, the second Scientific Revolution adlı kitabı, artık İngilizlerin kendi millî kişiliklerini Nazi Almanya’sını yenen halk olarak tanımladıkları şikâyetiyle açılıyor (HarperCollins; “Alman Dehâsı: Avrupa’nın Üçüncü Rönesansı ve İkinci Bilim Devrimi” Bu muhteşem kitabın The Guardian gazetesinde çıkan detaylı bir tanıtım yazısı için bkz. http://www.guardian.co.uk/books/2010/oct/09/germangeniuspeterwatsonreview; ben kitabı çok büyük bir keyifle okudum ve herkese de tavsiye ederim; keşke birisi bunu Türkçeye çevirse). Amerikalılar çok mu farklı? Bakın History Channel’a: Her on programdan biri İkinci Dünya Savaşı’nda müttefiklerin zaferini anlatıyor. Eşim Oya bile isyan etti: “Bu adamlar başka konu mu bulamıyorlar? Bıktım Hitler’i seyretmekten” diyor. Ya Sovyetler? Kafkaslar’dan Kırgızistan’a “Büyük Vatanseverlik Savaşı” anıtlarından geçilmez. Sevgili okuyucularım: Bugün de Le Monde’daki diğer haberlerin de gösterdiği gibi bütün dünyada gene bir Alman korkusu başlamıştır. Niye biliyor musunuz? Çünkü Almanların bilgi üretme ve öğretme geleneği, onları en kötü durumlarından bile kısa zamanda kurtarıp herkese üstün bir duruma getiriyor. Doğan Kuban Hocamız her hafta yazıyor ya: Köle olmak istemiyor musunuz? Aç kalmak istemiyor musunuz? Bilime sarılınız. Tek kurtuluş oradadır. Gerçekten de hayatta en hakikî mürşit ilimdir, gerisi de fasafisodur. 1977 yılında uzaya gönderilen uzay sondası “Voyager 1” yoksa güneş sistemimizi terk mi etti? NASA’da görevli bilim insanları geçen hafta bunun doğru olduğunu söylediler. Fakat NASA bunun gerçek olmadığını “Voyager 1”in hâlâ sistemimizde olduğunu açıkladı. Amerikan Jeofizik Birliği’nden (AGU) emekli profesör Bill Webber daha önceleri Voyager’ın “güneş sistemimizin dışındaki” bir bölgede olduğunu söylemişti. Ama yıldızlararası uzayda mı yoksa hiç araştırılmamış bir bölgede mi olduğu bilinmiyordu. Sonda güneş sistemimizin sınırına Ağustos ayında ulaşmıştı ama Webber sondanın artık bizim güneş sistemimizde bulunmadığını yeni kanıtlayabilmiş. Güneş sistemi olarak, bizim güneşimizin güneş rüzgârlarıyla ışınlanan uzay tanımlanır. Güneş sisteminin terk edilişini gösteren güvenilir kanıt, manyetik alanın çok etkili bir şekilde değişmesidir. Fakat bu değişim henüz izlenmedi diyor uzmanlar. Webber ve Jeofizik Birliği bunun üzerine basın açıklamasını düzelttilerse de Webber yine de “güneş sistemimizin dışındaki” bölgelerden söz etmeye devam etti. Voyager 1 ve Voyager 2 uzay yolculuklarının en başarılı iki projesi olarak kabul edilmektedir. İki misyon da tahmin edilen ömrü aştı. Gerçi Voyager 1, 2 numaradan on altı gün sonra uzaya gönderilmişti ama saatte 60.000km’lık hızıyla daha çabuk yol alıyor. Bu nedenle de Voyager 2’den ve Pioneer 10 ve 11 sondalarından çok daha önde. Dört sondanın üzerinde de dünyadan mesajlar taşıyan plaklar bulunuyor. Günün birinde dünya dışı canlılar tarafından bulunacak olursa, bizden haber alabilecekler. “Voyager 1” nerede? Şehir trafiğine yakın büyüyen kent çocuklarında astım riskinin yüzde on dört oranında daha yüksek olduğu anlaşıldı. Bu risk pasif içi CBT 1359/ 7 5 Nisan 2013 Şehir trafiği astım riskini artırıyor Amerikalı, Madagaskarlı ve Alman bilim insanları Madagaskar’da iki yeni primat türünü sınıflandırdılar. İki fare lemuru aslında Hint Okyanusu’ndaki adada 2003 ve 2007 yıllarında keşfedilmişti. Kentucky Üniversitesi, Antananarivo Üniversitesi ve Göttingen Primat Merkezi araştırmacıları Microcebus tanosi ve Microcebus marohita olarak isimlendirdikleri yeni türleri ilk kez tanımladılar. Yeni keşfedilen lemurlar ve bu veriler arasında yapılan DNA karşılaştırmaları bulunan hayvanların yeni türler olduğunu kanıtladı ve böylece iki yeni türle fare lemuru tür sayısı yirmiye çıktı. Yeni bulunan primatlar da diğer tüm lemurlar gibi sadece Madagaskar’da yaşıyorlar. Microcebus tanosi bilim insanlarının açıklamalarına göre diğer fare lemurlarından daha büyük ve kırmızı bir kafası var. Microcebus marohita ise (resimdeki hayvan) tüm lemurlar arasında en büyüğü ama çok küçük kulakları var. İçinde yaşadığı orman büyük zarar gördüğü için ve söz konusu fare lemurunun yaşam alanı sadece bu bölgeyle sınırlı olduğu için de şimdiden tehdit altında olan hayvan türlerinin kırmızı listesinde yerini aldı. Bunun nedenleri ise orman yangınları ve avcılık. Nilgün Özbaşaran Dede İki yeni primat türü