26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

POLİTİK BİLİM Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;[email protected] ‘Tepki’den söz açtık da; ya bilim insanları, milletin vekilleri, yurtseverler zulüm görürken kanlı katillerin serbest bırakıldığı bir ülkedeki toplumsal tepkisizliğe ne demeli... CBT 1322/8 20 Temmuz 2012 Sayın Tarık Konal’ın bir başka eleştirisi de 01 Haziran’daki yazımla ilgiliydi. Şöyle diyordu Konal: “...CBT’de bugün yayımlanan yazınızda ‘siyasî, maddî, meşruiyet’ biçiminde yazdığınız sözcüklerin doğru yazım biçimleri ‘siyasi, maddi, meşruiyet’dir. Güzel dilimiz Türkçemizde, Arapçadaki nisbet i’si yoktur! / Yazınızda ‘düzeltme imi’ni doğru olarak kullandığınız tek sözcük ‘usul’ sözcüğüdür. ‘Usul’ olarak yazılsaydı, bir başka anlama gelirdi. / ...Düzeltme İmi’nin kullanılmasına ilişkin bilgileri, bu iletimin ekinde bir kez daha gönderiyorum. / Erinç ve gönenç içinde olmanızı dilerim. / Bilge önder ATATÜRK’ün Dil Devrimini doğru alımlamış bir öz Türkçe tutkunu. Cumhuriyet’in 57 yıllık okuru. /...” Doğru, ‘Arapçadaki nisbet i’sini kullanıyorum. Düzeltme imlerini Türkçe yazım kurallarına aykırı olarak kullandığım da doğru... Bu imleri sözcüklerin söylenişlerini esas alarak kullanıyorum. Buna CBT’nin de itirazı vardı. Kural dışılıktaki ‘mâruzâtım’ı (tırnak içine aldığım sözcüğü ben öyle yazıyorum; imler, önceki ve bu yazıma mahsus olmak üzere benim ricamla kaldırılmadı) son kez 25.05. 2004’te Sayın Bursalı’ya iletmiştim; onu buraya alayım: “...Yeri geldiğinde ‘a’, ‘i’ ve ‘u’ üzerine, uzatma ya da inceltme gereğine işaret etmek için şapka koymaya başladım [‘îtibâr’ ve kabul’ sözcüklerinde olduğu gibi]. Yakın zamana kadar böyle bir şey yapmıyordum. Ama, çok iyi üniversitelerden mezun pek çok gencin konuşmalarını duydukça belki de buna bir tepki olarak bu işaretleri kullanmaya başladım. ...ama bu konuda hatâ yapmıyor ya da unutkanlık göstermiyor değilim; çünkü, ömür boyu ben de şapkasız yazdım. Dileğim, şapkalarıma dokunulmaması...” ‘Nisbet i’leri konusundaki tutumum da benzer bir nedene dayanıyor. İstedim ki, genç okuyucularım, bu adam bazı sözcüklerin sonuna niçin bu şapkalı ‘i’lerden koyuyor diye merak edip öğrensinler, hiç olmazsa bilerek kullanmasınlar. Ama, ‘şapkalar’ konusundaki dileğim CBT’de yerine gelmedi. İlke olarak, yazılarımdaki ‘nisbet i’lerini kaldırıyor; düzeltme imlerini de kuralına uygun olarak düzeltiyorlar. Bazen gözden kaçırıyorlar; Konal da böyle bir gözden kaçma sonrasında kural dışılığımı yakaladı. Yazdığım derginin ilkelerine saygı gösteriyorum; okuyucularımın dil konusundaki duyarlılıklarına da... Ama kendi web sitemde, kendi yazdıklarımda, tepkimi sürdürüyorum. Niçin? Tarihleri boyunca birbirinden çok farklı kültür kümelerine uyum gösterebilen Türklerin bugüne dek korudukları en önemli kültür ögesinin dilleri olduğunu biliyorum. Ama tarihsel gerçek buysa, sözcükler kadar onların doğru söylenişlerinin de korunması gerekmez mi? Benim tepkisel çabamın hiçbir değeri olmayabilir; ama dil konusunda sorumluluk duyanların, en azından, doğru söylenişler için daha fazla çaba göstermeleri gerektiği de açıktır. Amaca hizmet edecek doğru araç nedir, bilemem. Atatürk dil konusunda elbette doğru olan yönü gösterdi; ama bu konuda da bizlere miras olarak bıraktığı bir dogma değil... tepki’ meselesine tekrar döneceğim, demiştim. SöyleyeceŞu ‘t ğim şu: Belirttiğim gibi, okuyucularımdan gelen tepkiler yazdıklarımı genellikle doğrulama yönünde... Ama, benim beklentim galiba bunun biraz ötesinde. Siyasal İslâm’ın dinsel dogmayı eğitimöğretim ve bilimsel faaliyet alanları başta olmak üzere, yaşamın bütün alanlarında hâkim kılmayı hızlandırdığı bir dönemde, isterdim ki, bilim, teknoloji ve yenilik politika ve uygulamalarıyla yakından ilgilenen bilim insanlarımızdan, bu konuda mastır ya da doktora yapanlardan, sanayici çevrelerinden, onların teknokrat ve mühendislerinden çok daha gür tepki sesleri yükselsin... Çünkü ülkede kültür değişiyor; getirdikleri kültürde ne bilim ne de teknoloji yetişir... Okuyucularımdan Tepki Alıyor muyum? (2) Pişmanlıktan sıyrılmanın önemi Romantik Dönem’in en etkin şairlerinden biri olan John Greenleaf Whittier (18071892) “Maud Muller” adlı şiirini “Dilden ya da kalemden dökülen hüzünlü sözcüklerin en acıklısı şu olsa gerek: ‘Olabilirdi!” dediği bir dizeyle sona erdirir. Bir başkasını paraya boğan o riskli yatırıma girseydiniz, ya da o kişiye evlenme teklifinde bulunma yürekliliğini gösterebilseydiniz acaba ne olurdu? K uşkusuz, hepimizin yaşamında geriye bakıp da risk almaktan kaçındığımız için pişmanlık duyduğumuz olaylar olmuştur. Ancak yeni bir araştırma insanların yaşlandıklarında yaşamları boyunca yaptıkları seçimlerle ilgili olarak “keşke” diye kafalarından geçirdikleri bu tür düşüncelerin ruh sağlığını olumsuz yönde etkileyebileceğini ortaya koyuyor. Altın Çağ olarak da bilinen yaşlılık döneminde ruhsal sağlığı belirleyici en önemli unsurlardan birini geçmişte olabileceklere hayıflanmaktan vazgeçmeyi öğrenmek oluşturuyor. Science dergisinde kısa bir süre önce yayımlanan yazıda Hamburg Üniversitesi Tıp Merkezi araştırmacıları yapılan iki deneyden elde edilen verilerin sağlıklı yaşlanmanın en önemli unsurlarından birinin kaçırılan olanakların ardından pişmanlık duymamayı öğrenmek olabileceğine işeret ettiğine dikkat çekiyorlar. Stefanie Brassen ve arkadaşları sağlıklı genç katılımcıların (ortalama yaş 25,4), sağlıklı daha yaşlı katılımcıların (ortalama yaş 65,8) ve yaşamlarının daha geç bir evresinde ilk kez bunalıma giren daha yaşlı katılımcıların (ortalama yaş 65,5) pişmanlık duygusuyla nasıl baş ettiklerini araştırdılar. Sonuçta, genç ve bunalımlı daha yaşlı katılımcıların görünürde kaçırılan olanaklarla ilgili pişmanlıklarını sürdürürlerken, daha yaşlı sağlıklı katılımcıların pişmanlıklarını bir yana attıklarına tanık olundu. Araştırmacılar kaçırılan olanaklar yüzünden duyulan pişmanlığı ölçmek için katılımcıların bir bilgisayar ekranında dizili sekiz ahşap kutuya bakıp sağdan sola doğru her birinin içindekini söylemeyi seçebilecekleri bir risk alma görevini zekice bir oyuna dönüştürdüler. Kutuların yedisinde altın (ödül), birinde şeytan (yitim) vardı. Kutuyu açmayı seçenler altını bulurlarsa kazanacaklar, şeytanlı kutuyu açarlarsa bir tur oynama hakkını ve o ana dek kazandıkları tüm altınları yitireceklerdi. Önemli bir nokta, katılımcıların oyundan çekilmeyi seçerek o ana dek kazandıklarını ellerinde tutabilecekleriydi. Bu yol seçildiğinde şeytanın yeri belirtiliyor ve böylelikle kaçırılan altınlar da ortaya çıkıyordu. Kimi zaman bu ciddi bir sorun yaratmıyor, çünkü şeytan bir sonraki kutuda oluyordu. Gelgelelim, kimi zaman şeytan birkaç kutu ötede oluyordu. Bu durumda onca altını elde etme olanağı kaçırılmış oluyor, bu da pişmanlığa yol açabiliyordu. Brassen ve arkadaşları ilk deneyde katılımcıların tümüne fMRI taraması uyguladıkları sırada bu “şeytan oyununu” oynattılar. Amaçları genç katılımcılarla, daha yaşlı sağlıklı katılımcılar ve bunalımlı daha yaşlı katılımcıların kaçırılan olanaklara farklı biçimlerde tepki verip vermediklerini öğrenmek ve bu farklı tepkilerin beynin ödül merkezi olarak bilinen, pişmanlık duyulduğunda son derece etkin duruma gelen “ventral striatum” bölgesi ile duygular denetim altına alındığında etkinleşen “anterior singulat” bölgesine yansıyıp yansımadığını belirlemekti. Brassen ve arkadaşları yaşlı sağlıklı deneklerde genelde pişmanlık duyulduğunda etkin olan ventral PİŞMANLIKTAN KURTULANLAR OYUN KOŞULLARI striatum bölgesindeki etkinliğin oyunun çok para kaybettikleri turları sırasında çok daha az olduğunu gördüler. Bu da sağlıklı biçimde yaşlanan beyinlerin pişmanlık duygusuna gençler ve bunalımlı yaşlılardan daha farklı bir biçimde tepki verdikleri anlamına geliyordu. Araştırmacılar duygu denetiminden sorumlu anterior singulat bölgesini incelediklerinde de bu bölgenin daha yaşlı sağlıklı deneklerde öteki iki gruba kıyasla çok daha etkin olduğunu gördüler. İlginç biçimde, Brassen ve arkadaşları kaçırılan olanak ne denli büyükse daha yaşlı sağlıklı deneklerde söz konusu bölgenin etkinliğinin de o denli arttığına tanık oldular. Bu da onların pişmanlıklarından kurtulduklarına işaret etmekteydi. Yalnızca yaşlı deneklerin katıldığı ikinci deneyde Brassen ve arkadaşları şeytan oyununu oynadıkları sırada katılımcılarınduygularla birlikte dalgalandığı bilinen deri geçirgenliğini ve kalp atış hızını ölçtüler. Sağlıklı gençlerle bunalımlı yaşlılar arasında birtakım benzerlikler olduğunu gösteren beyin taramalarından yola çıkan araştırmacılar daha yaşlı sağlıklı katılımcıların, pişmanlıklarından sıyrılabildiklerine göre, kaçırılan olanaklar karşısında da kalp atışları
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear