26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

jim türü,(demokrasi ve özgürlük derecesi) gibi birçok boyut ve bakış açısı içermektedir. (Kaynak; E.Thorbecke, Kalkınma Doktrininin Evrimi, 19502005, Fikret Şenses, Neoliberal Küreselleşme Ve Kalkınma, 2009 İçinde, s; 166) Evet, bugün üretim olarak dünyada 17.nci ülkeyiz. Ama insani gelişmişlik olarak da 169 ülke içinde 84.ncü sıradayız.(Kaynak; İnsani Gelişmişlik Raporu, 2011) Demek ki, üretim artışı ve üretim seviyesinde ilk 20 içindeyiz, ama yaşam standardında dünyanın orta merdivenlerindeyiz. Tabloda görüldüğü gibi, 1980’den 2010 yılına kadar Türkiye’nin insani gelişmişlik endeksi sıralamasındaki yeri bazı yıllarda kısmi değişiklikler göstermesine karşın, 2009 ve 2010 yıllarında yine de yaklaşık 170 ülke içinde orta sıralar olan 8384. sıralarda bulunmaktadır. Ülkemizin gelişmişlik sırası 20002010 arasında da “orta sıralardan” pek ayrılmamış, daha çok yerinde saymış gibidir. Kalkınma merdiveninin orta basamaklarından daha yukarılara sıçrama şöyle dursun, tırmanma atılımı dahi gösterilememiştir. Büyüme hızı ve milli gelir büyüklüğünde önemli performans gösteren Türkiye, kalkınma konusunda niçin sıçrama yapamamıştır? Bu durum ülkemizde reel ekonomiden uzaklaşılmasıyla da yakından ilgilidir. İş dünyasının önde gelen yetkililerinden biri, Ersin Özince de “biz rant ekonomisiyiz” diyerek bu eğilimi destekler yönde konuşmuştur. İş Bankası Başkanı çok ilginç saptamalarda bulunmuştur: “...Türkiye bugün tasarruf yapmıyor ,tüketiyor. Bunu müşterilerimizden biliyoruz. Kredi kullanan müşterilerimiz artık yatırım yapmıyorlar. Çoğu marketçi, gayrimenkulcü, inşaatçı oldu. Gayrimenkul fiyatlarının ne kadar yükseldiğine bakarsanız Türkiye’nin üretmediğini görebilirsiniz” diyerek ülke ekonomisinin daha büyük dalgalanmalara karşı beklenen gücü gösteremeyeceğine dikkat çekti. Türkiye’nin katma değeri olan sanayi üretimine geçemediğine değinen Özince’ye göre, “Güçlü bir sanayi sınıfı oluşturamadık. Bugün Türkiye tarımda bile her şeyi ithal ediyor. Tohumu, modern tarım teknolojisini, seracılıkta gerekli olan her şeyi ithal ediyoruz. Ufak tefek üretimlerimiz var ama bunlar bir tarım sanayisini ifade etmez.” Özince’nin gazeteci Kadife Şahin‘e anlattıklarında dikkat çeken noktalar şunlar: • Güçlü sanayi sınıfı oluşturamadık. •Girişimciler banka kredilerini üretime değil gayrimenkule yönlendiriyor. Rant ekonomisi oluştu. Gayrimenkul fiyatlarında balon var. • Üretimi artıracak yerde tüketim artışını teşvik ediyoruz. •Tasarruf yapmıyoruz. • Tasarruf yapmadığımız, tükettiğimiz, üretim yerine ithalat kapısını açtığımız için ülke ekonomisinin dalgalanmalara karşı gücü zayıflıyor. Risk yükseliyor.” (2 Temmuz 2012 Dünya) Bugün kalkınmanın gerçek göstergesi olan insani gelişmişlikte nerede olduğumuz ortada. O halde yapılacak iş, hep birlikte zayıf kaldığımız alanları bilmek. Bunlar; eğitim, sağlık, kadın istihdamı, şehirleşme, demokrasi. Ama bunların da gerisinde esas sorun verimsizliktir. Verimlilik ekonomisi olmalıyız. İnsan potansiyelimizi her alanda en doğru biçimde değerlendirmeliyiz. Başta beşeri varlıklarımız olmak üzere, fiziksel kaynaklarımızı, her çeşit potansiyellerimizi tam ve etkin değerlendirmenin yol ve yöntemlerini hep birlikte araştırıp bulmalıyız. Yoksa daha uzun süreler “büyüme” rakamlarına takılıp kalır, kalkınma merdivenlerinde de “orta basamaklarda” ömür ve nesiller tüketir dururuz. Türkiye potansiyelleriyle orta vadede yüksek kalkınma düzeylerine çıkacak konumda ve arzudadır. Yeter ki, doğrultu ve ilkeler sağlam olsun. Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi Büyük Devletler ve Türkiye (*) N. İlter Ertuğrul(**) Yüzyıllar, insan yaşamına göre uzundur; insanlığa göreyse, çok kısa. İnsan, kendi yaşamındaki anları bile yıllar almış gibi uzun uzun anlatırken, yüzyılları “19. yüzyıl ve 20. yüzyıl” diye bir tümcede geçebilir: “Osmanlı’nın yükselme dönemi” derken yüz elli yıldan uzun bir süreyi söylersiniz, “duraklama dönemi”nde kastettiğiniz de en az bu kadardır. Bir insan ömründen uzun Anadolu beylikleri, tarih kitaplarında birkaç paragrafa sığar. Çünkü, altı üstü her şey “dün, bugün, yarın”dır; bazen yalnızca üç sözcük yeter. Tarihçinin durumu daha zordur. Onun bazen yüz yılları, değil on yıl on yıl; yıl be yıl, ay be ay, hatta gün be gün anlatması gerekir ki. O yirmi dört saat, başlıbaşına bir kitap tutabilir; bazen de, yüzyılları bir paragrafta özetleyebilmek gerekir. Tarihçi, hele bir de iktisatçıysa; yani iktisat tarihçisiyse; kâh tarihçi gibi ketum, kâh insan gibi bolkeseden atıcı; kâh ermiş gibi sade olması gerekir. “Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi Büyük Devletler ve Türkiye”, bir “iktisat tarihi”: Yirminci yüzyılın ilk yarısına, dünden bakıyor; anlattığı yarındır; ders alanlar içinse, bugün… İktisat, çoğu insan için “formül”dür; formüller sevimsiz, hatta sıkıcı gelir. Ama, kim ki, iktisadı, “fırından ekmek almak için para gerekir, o parayı kazanmak için de çalışmak; ama daha çok ekmek almak istiyorsanız, öğrenmeniz gereken daha çok çalışmak değil, emeğinizi daha pahalıya satmaktır ve bunu yalnız kendiniz için değil, sizin durumunuzdaki herkes için yaparsanız, hep birlikte daha çok ücret alırsınız; aksi takdirde hepiniz daha az ekmek yemeye mahkumsunuz” diye tanımlayabiliyorsa; ki, Bilsay Kuruç’un yaptığı budur o yalnız iktisadın değil, tarihin, diyalektiğin ve hayatın da sırrına ermiş demektir. “Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi Büyük Devletler ve Türkiye”, dünya literatüründe örneği olmayan bir şeyi yapıyor. Büyük Devletler’in tümünün yirminci yüzyıl başındaki ekonomisini iç içe öykülerle anlatıyor. Patronluğu devretmemekte direnen İngiltere, patronun yerini gözüne kestirmiş iyi aile çocuğu Amerika, mızmız çocuk Fransa ve mahallenin kabadayısı Almanya, beyazperdenin bir yanında… Beyaz perdenin diğer yanında ise, iki isyankâr sokak çocuğu var: Sovyetler ve Türkiye… İki köylü ülkesinde iki devrim… İki yoksullar ülkesi. Ama ikisi de yoksulluğu kader saymamakta ve iyi aile çocuklarının verdiği rolü oynamamakta ısrarlı. Siz, bir iktisat tarihi okuyacaksınız ama, o birinci sınıf bir melodram… “Anlatıcı” odur ki, melodramı hissettirir, abartmaz; kederinizi anlar, yüzünüze vurmaz; acınızı paylaşır, kimseye yansıtmaz… Bu kitap, o ustalığın eseri… Bilsay Kuruç’un 2011 Eylülü’nde İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları’ndan çıkan kitabı, Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın “2011 Sedat Simavi Sosyal Bilimler Ödülü”nü aldı ve 2012’de de 2. baskısını yaptı. Söylenmesi gereken bir şey daha var… Bu hacimde kitaplar için kullanılması âdet olmuş bir sözcük vardır: “Başyapıt”. “Şaheser” demektir. Elinizdeki kitap bir “şaheser” değil. O sözcük, “Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi Büyük Devletler ve Türkiye”ye saygısızlık olur. Bundan sonrakilerin de daha seçici davranabilmeleri için şöyle demek daha doğrudur: “Şahika”… (*) Bilsay KURUÇ (2011) Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi – Büyük Devletler ve Türkiye. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. Eylül. İstanbul. (**) AÜ SBF ve ODTÜ Tarih Bölümü yarızamanlı öğretim görevlisi. Türkiye Kalkınma Bankası, 20052010 dönemi, 22 ana sektör itibarıyla imalat sanayini analiz eden çalışmayı kitaplaştırdı. Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Müdürü Oktay Küçükkiremitçi’nin imalat sanayi ve ana sektörlerinin performans, yapısal ve mekansal özellikeli açısından değerelndirilmesini konu alan yazısı ile birlikte, çalışma arkadaşları, gıda ürünleri ve içecek sanayii; tütün, tekstil giyim eşyası, derinin tabaklanması ve işlenmesi, ağaç ve metal mantarı ürünleri, kağıt ve kağıt ürünleri, basım yayın, kök kömürü rafine edilmiş petrol ürünleri ve nükleer yakıt, kiyasal madde ve ürünleri, plastik ve kauçuk ürünleri, metalik olmayan diğer mineral ürünleri, ana metal sanayi, fabrikasyon metal ürünleri imalatı, büro makineleri ve bilgisayar ürünleri, elektrikli makine ve cihazlar, radyo tv haberleşme cihazları, tıbbi aletler hassas ve optik aletler ile saat, motorlu kara taşıtı römork, diğer ulaşım araçları, mobilya üretimleri alanlarında değerli araştırmalarını kitapta bulabilirsiniz. Ankara, 2012. Türkiye İmalat Sanayiinin Analizi Urfa’dan Harvard’a Yaşadım Gördüm Yazdım Coşkun Özdemir Kaynak Yayınları, İstanbul, 360 sayfa. Prof. Dr. Coşkun Özdemir’in geçtiğimiz ay yayınlanan Urfa’dan Harvard’a adlı kitabı, ülkemizde son zamanlarda yayınlanmış en önemli kitaplardan biridir. Nöroloji uzmanı Prof. Dr. Özdemir’in kitabı, çok yönlü niteliğiyle daha okumaya başlar başlamaz okuyucuyu etkisi altına almaktadır. Urfa’dan Harvard’a, her şeyden önce, değerli bir bilim insanımızın yaşamının içinden anlatılmış bir cumhuriyet tarihi kitabıdır. Yazar, çocukluğunun güneşli cumhuriyetinden başlayarak Cumhuriyetin günümüze kadar gelen geriletilme sürecini en çarpıcı gözlemlerle anlatıyor. Elbette bunu yaparken çok haklı ve keskin eleştirilerini ihmal etmiyor. Urfa’dan Harvard’a, aynı zamanda dünyanın geçirdiği büyük değişimlere de yakından tanıklık ediyor. Prof. Özdemir, gerek bilimsel çalışmaları için, gerekse özel nedenlerle ABD’den Sovyetler Birliği’ne, Küba’dan Avustralya ve Yeni Zelanda’ya, Litvanya’dan Güney Kıbrıs’a dünyanın birçok ülkesine gittiğinde gördüklerini de çok dikkatli bir gözlemci olarak anlatmakta ve eleştirmektedir. Bu yönüyle de yazdıkları son derecede ufuk açıcı ve düşündürücüdür. Prof. Özdemir, büyük bir içtenlikle, yaşamını tarihsel bir anlatıya dönüştürmüştür. Okuyucu, unutulmuş simaları ve olayları, yazarın tanıklığında tanıyor, öğreniyor veya hatırlıyor. Yazar, güzel ve pürüzsüz diliyle okuyucuyu bir yandan kendi serüvenine dahil ederken, diğer yandan da onu cumhuriyetin korunması için çok güçlü bir şekilde uyarıyor. Ben cumhuriyetimizin yetiştirdiği değerli bilim insanımız Prof. Dr. Coşkun Özdemir’in Urfa’dan Harvard’a kitabını, cumhuriyete bir armağan olarak görüyorum. O s m an B ahadı r CBT 1342/15 7 Aralık 2012
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear