26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

İnsanda iyilik ve kötülüğün evrimi Homo sapiens hayvanların hem en acımasızı hem de en şefkatlisidir; gaddar, zalim, çıkarcı ve ahlaksız olmasının yanı sıra, şefkatli, nazik, vicdanlı ve yardımseverdir. Birbiriyle çelişen bu özellikler, diğer hayvanlarla karşılaştırıldığında insan türünde daha belirgindir. Peki, ahlakın evriminde insanların bu iki zıt kutup arasında savrulmasına yol açan etmenler nelerdir? lerin risk analizlerini yapmamıza yardımcı olan evrim geçirmiş bir unsurdur. Şöyle işler: İçinde yaşadığımız kültürün karmaşık sosyal kurallarını öğreniriz ve bunlar, onur ve gurur, utanç ve suçluluk gibi duygular üzerinden beynimize kazınır. İşte ahlaki kararlarımızı bu terazi yardımıyla değerlendiririz. Ayrıca bu terazinin ibresi hep erdemli yöne doğrudur. Kötülük yapmayı daha fazla istiyor olabiliriz ama kötülük olumsuz, erdem olumlu duyguları beraberinde getirir. Olumlu bir iş yaptığımız zaman duyduğumuz mutluluk hissinin kaynağı büyük bir olasılıkla beynimizdeki bir nörokimyasal karışımdır. Bunların içinden biri çok önemlidir. Normal olarak cinsel ilişki ve âşık olma ile ilişkilendirilen oksitosin, ahlaki kararlarda da önemli bir rol oynar. Kaliforniya’daki Claremont Graduate Üniversitesi’nden Paul Zak, ahlak ile oksitosin arasında yakın bir ilişki olduğunu keşfetti. Zak yürüttüğü deneylerde oktitosin düzeyi yüksek olan kişilerin, diğer şeylerin yanı sıra, daha cömert ve daha şefkatli olduğunu keşfetti. Ayrıca birilerinin size güvenmesi, sizin beyninizdeki oksitosin yoğunluğunu da arttırabiliyor. Zak’a göre “Ahlaki davranışların anahtarı oksitosindir.” Bu durumda nörobiyolojik mekanizmalar, başkalarının çıkarlarını kendi çıkarlarımızın üzerinde gör ANNE AYI ETKİSİ teriyor. Ancak tabloyu daha da karmaşık hale getiren başka etmenler de vardır. Örneğin insanların çoklu kültürlerin etkisinde kalmış olması ahlak pusulasının yönünü iyice şaşırtıyor. Kuşkusuz bazı insanlar diğerlerine göre daha erdemlidir, ancak her türlü kötülüğe açık bir toplumda insanların tümü kötülük yapma potansiyeline sahiptir. Bu da, zayıf gördüğünü ezmekten yolsuzluğa, terörden işkenceye kadar çok geniş bir yelpaze içinde kendini gösterir. Ancak bunun olumlu yönleri de vardır. Doğru bir çevre, içimizdeki iyiliği baskın kılarken, kötü bir çevre kötülüğü besler. Bu gerçekten yola çıkan bazı insanlar dünyanın daha yaşanılır bir hale getirilebileceğine inanıyor. New York eyaletindeki Binghamton Üniversitesi’nden David Sloan Wilson bu görüşü savunanların başında geliyor. Son birkaç yıldır ahlakın evrimi konusunda bildikleri yardımı ile kendi yaşadığı Binghamton kentindeki sosyal yaşamı analiz ediyor. Her kentte olduğu gibi burada da bazı mahallelerde yardımlaşma ve dayanışma daha gelişmişken, başka mahallelerde asosyal davranışlar daha yaygındır. Bu farklı sosyal davranışların haritasını çıkartan Wilson, bir mahalleden diğerine taşınan insanların yeni mahallenin kültürüne hemen uyum sağladığını tespit etti. Wilson bu çalışmasından elde ettiği sonuçları şöyle özetliyor: “İnsanlar daha sosyal olmak ister ama diğer insanların böyle olmadığı ortamlarda bundan vazgeçer. Bu durumda insanları tek tek daha sosyal olmaya zorlamak faydasızdır. Yapacağınız şey tüm mahallenin daha sosyal olmasını sağlamaktır.” Wilson’ın bu hedefi gerçekleştirmek için uyguladığı yöntemlerden biri, mahalle sakinlerine boş arsaları park haline getirme olanağı yaratmaktı. Bu yaklaşım iki açıdan insanların sosyalleşmesinin önünü açtı. Öncelikle, insanların ortak bir hedef etrafında birleşmesini sağladı, daha sonra da fiziksel çevreyi güzelleştirerek güzel ve olumlu duyguları özendirdi. Bir diğer projede Wilson sınıflarda işbirliğini geliştirmek için Nobel Ödüllü ekonomist Elinor Ostrom’un grup işbirliği ilkelerini yaşama geçirmeye çalıştı. Wilson dünyanın ilk evrim düşünce kuruluşu olan Evrim Enstitüsü’nü kurarak, bugün siyasetçilere bu yöntemleri bulundukları bölgelerde uygulamaları için eğitim veriyor. P lato’dan Aristoteles’e, JeanJacques Rousseau’dan Thomas Hobbes’a kadar çok sayıda filozof, insanlardaki iyilik ve kötülük potansiyelinin doğasını anlamaya çalışmış; ancak bu konuda en çarpıcı fikirler insan evriminin daha iyi anlaşılmasıyla ortaya çıkmıştır. Son bulguların ışığı altında bilim in: Özgecilik sanları şimdi şu tartışmalı sorulara yanıt arıyor: (Kişisel yarar gözetmeksizin başkasına yararlı olmaya çalışmak, diğerkâmlık) niçin evrilmiştir? İnsan bilinci nasıl ortaya çıkmıştır? İyilik yapan insanda tatmin duygusu niçin artar? İnsanların önyargılara ve nefrete karşı koyamamasının nedenleri nedir? Bu sorulara verilen yanıtlara bağlı olarak hangi ortamlarda “günahkar”, hangi ortamlarda “aziz” (veya azize) yetiştiğini anlamakla mümkün olabilir. Ancak bu şekilde insanın içindeki iyi tarafların baskın olduğu bir toplum yaratabiliriz. Bilim insanları bunun yalnızca bir ütopya olmadığını ileri sürüyor ve bunu gerçekleştirmek için birtakım kuramlar ortaya atıyor. Erdemli olmanın anahtarı özgeciliktir. Koşullar uygun olduğunda ve özendirme mekanizması işletilmiş olsa herkes doğru olanı yapar. Ama bir iyiliğin katıksız, saf bir iyilik olarak değerlendirilmesi için insanların çıkar hesaplarından tümüyle arınmış olması gerekir. Böyle bir tutumu vahşi doğada görmek mümkün değildir. Arılar ve karıncalar gibi koloni halinde yaşayan böcekler, özverili davranış örnekleri sergilemekle birlikte, bireyler arasında akrabalık bağları o derece girifttir ki, başkasına yardım etmek aslında kendi çıkarlarını kollamakla eşdeğerdir. Bu en azından evrimsel bağlamda doğrudur; çünkü bu şekilde genlerinin aktarılmasını garanti altına almış olurlar. Akrabalık, pek çok kuşun ve bazı hayvanların, kendilerinden olmayan yavrulara niçin baktıklarını da açıklar. Ne var ki bu iyilik gösterileri yakın çevre ile sınırlıdır. En yakın evrimsel akrabalarımız olan şempanzeler temelde bencildir, ancak bazı deneylerde az sayıda da olsa özverili davranışlar sergiledikleri küçük çocuklardakine benzeyen görülmüştür (PloS Biology, vol 5, p eı84). Bu konuda yarasalar özveri şampiyonudur. Bir yarasa kendisiyle aynı mağarada yaşayan, karnı aç olan tünek arkadaşına midesindeki kanı sunar. Böylece birinin karnı tokken, başkasının açlıktan ölmesi engellenmeiş olur. (Nature, vol 308, p 181). CBT 1344/ 10 21 Aralık 2012 AZİZ (veya AZİZE) NASIL YETİŞİR? rayı tümüyle kendisine yabancı bir B oyuncusu ile paylaşması istenir. Eğer B oyuncusu bu paylaşımı kabul ederse herkes hakkına razı olur. Eğer kabul etmez ise ikisi birden tek kuruş almaz. Bu karşılıksız bir paradır; dolayısıyla B’nin, ne kadar az olursa olsun parayı kabul edeceği ve A’nın olabildiğince küçük bir miktarı B ile paylaşacağı düşünülür. Ama gerçekte böyle olmaz. Tam tersi, dünyanın dört bir yanındaki üniversite laboratuvarlarında uygulanan bu oyunda, çoğunluğun paranın % 50’sini paylaştığı görülüyor. Bu oyunun biraz daha geliştirilmiş bir şekli olan “diktatör oyunu”nda, parayı paylaşacak olan A oyuncusu %10 veya % 50 oranı arasında bir seçim yapar. Ve B oyuncusunun reddetme seçeneği yoktur. Bu oyunda da oyuncuların dörtte üçü daha cömert davranarak % 50 seçeneğini kullandığı gözlenmiş. Bu da insanların düşünüldüğü kadar bencil ve çıkarcı olmadığını anlamına geliyor (Mantıksız olsa da). Gerçekten de öyle miyiz? Üniversite laboratuvarlarının saf ve temiz ortamında cömert olmak aslında kolaydır; gerçek dünyanın acımasız koşullarında insanların çok farklı davranışlar sergilediği biliniyor. Ve erdemli davranış örnekleri de çok değil. Şikago Üniversitesi’nden John List’ın yürüttüğü çalışmalardan birinde, izlendiğinin farkına varan insanın paylaşımda daha adil olduğu, ancak izlenmediğinden emin olduklarında tarafların birbirlerine “kazık attığı” görülmüş. List, kazık atma eğiliminin yabancılarla yapılan alışverişlerde daha belirgin olduğunu belirtiyor (Journal of Pol,tical Economy, vol 114, p 1). İnsanın hayvanların en acımasızı olduğunu iddia edenler, iyiliğin ancak başkalarında “olumlu bir izlenim yaratmak” için yapıldığını söylüyor. Başka bir deyişle, bu kişilere göre özgecilik diye bir şey yoktur.. Bir başka yoruma göre de erdemli davranışlar biyolojik ihtiyaçlar göz önüne alınarak yeniden tanımlanmalıdır. Bir kere özgeciliğin özünde, iyilik yapana bir yarar sağlamak yatar, aksi takdirde doğal seçilim yoluyla evrilme şansı olmaz. Bu bakış açısını benimseyen evrim biyologları, insanların iyilik yapma eğilimini şu gerekçelere bağlıyor: *İlk gerekçe oldukça cesaret kırıcı. Geleneksel avcıtoplayıcı grupların içinde akrabalık ilişkileri çok yaygındır; bireylerin dörtte biri birbiri ile akrabadır (Science, vol 331, p 1286). Yakın akrabalarına yardım edenler, genlerinin bir sonraki nesle aktarımını garantilemiş olurlar. Bu görüşe göre aynı kovanda yaşayan arılar gibi, insanlarda adam kayırma (nepotizm) dürtüsü çok güçlü bir şekilde evrilmiştir ve akrabalık ilişkisi dışında kalanlara yapılan iyilikler istisnadır, ku YAŞANILABİLİR BİR DÜNYA İÇİN İYİ OLMAK NE ANLAMA GELİYOR? ral dışıdır.. *Buna rağmen başkalarına yardım etmek zaman ve ve enerji ister, dolayısıyla evrim, maliyeti bu kadar yüksek hataları hoş görmez. Evrim, yalnızca çıktısı girdisinden daha yüksek olan davranışların evrilmesine izin verir. *Karşılıklılık ilkesi, iyilik yapmanın ana gerekçesidir. Vampir yarasaların midelerindeki kanı tünekdaşları ile paylaşmasının altında da bu yatar. İnsanlar da benzer şekilde gruplar halinde yaşar; hayatta kalmaları için birbirlerine muhtaçtırlar. İnsanoğlu kimin kendine yardım ettiğini unutmaz. Dolayısıyla karşılıklı özgecilikten herkes yarar sağlar. Başkalarının bizim hakkımızda ne düşündüğü yalnızca yakın çevremiz ile kısıtlı değil. İnsanlar burunlarını kendileriyle ilgili olsun olmasın her şeye sokmaya meraklıdır. Çevremizde olup biteni izlemek, sonra bire bin katarak dedikodu yapmak en sevdiğimiz şeydir. İşte bu şekilde itibar kazanılır veya yitirilir. İnsanlar için itibar ve saygınlık çok önemlidir. Cömertlik, vicdan sahibi olmak, adil olmak evrensel değerlerdir ve bu özelliklere sahip olanlar ödüllendirilir. Herkes bu özellikleri taşıyanlarla iş yapmak ister ve bu kişiler, karşı cinse cinsel açıdan daha çekici görünür. İtibar görmek hayatta kalma ve üreme şansını arttıran bir değerdir. Los Angeles’taki University of Southern California’dan Christopher Boehm, evrim sürecinde de dikodu ve söylentilerin insanları daha özverili ve cömert olmaya zorladığını ileri sürüyor. İTİBAR KAZANMANIN ÖNEMİ İnsanlar sanki bencil değilmiş gibi bir görüntü verirler. Acaba bu görüntü ne kadar gerçeği yansıtır? 1980 yılından bu yana davranış ekonomistleri insanlardaki özgecilik eğilimlerini araştırıyor. Bunun için “ültimatom oyunu” adı verilen bir oyundan yararlanılır. Bu oyunda A oyuncusuna bir miktar para verilir ve bu pa İNSANLAR NE KADAR CÖMERT? http://www.psychologytoday.com/blog/thenaturenurturenietzscheblog/201005/didmoralityevolve http://scienceblogs.com/evolvingthoughts/2008/06/21/theevolutionofmorality/ http://evolution.binghamton.edu/dswilson/ CBT 1344 /11 21 Aralık 2012 Bireye sağladığı yararların yanı sıra özgecilik grupların kaynak paylaşımındaki tutumlarını belirler. Aralarından daha iyi bir kaynaşma olan grup, üyeleri daha bencil olan gruba üstün gelir. Harvard Üniversitesi’nden Edward O. Wilson “grup seçiliminin” tartışmalı bir konu olmakla birlikte, özgeciliğin evriminde itici bir güç olarak önemli bir rol oynadığını ileri sürüyor. Bu şekilde insanoğlunun şempanzelerden daha şefkatli ve daha paylaşımcı olduğunu düşünsek bile, kişisel çıkar sağlama merakımızın, paylaşım hevesimizden çok daha güçlü olması gerekir. Çünkü unutmayalım ki doğal seçilim ancak kendi kendisine faydası olanlara fayda sağlar. Bu şekilde daha verici olmakla yarattığımız ortam, bencil insanların da, en ufak bir bedel ödemeden bu işbirliğine dayanan yaşam şeklinden fayda sağlamasına yol açar. Kuşkusuz herkes böyle yapmış olsa, ilk başta işbirliğine dayanan bir ortam oluşamazdı. İşte bu “Gündüz İnsan Gece Hırt” olarak değerlendirilen doğamızın yarattığı bir ikilemdir. Ancak insanlar bu beleşçileri ayıklamanın da bir yolunu bulmakta gecikmemiş. Bu yöntemlerden biri, çizgi dışına çıkanları cezalandırma içgüdüsüdür. Ültimatom oyununu oynayanlar çoğunlukla kendilerine sunulan çok küçük bir payları reddederler, böylece ne ken K A Y N AK L A R I N P A Y L A Ş I M I N D A ÖZGECİLİĞİN ROLÜ dileri ne de karşısındaki tek kuruş alamaz. Ama bu şekilde aç gözlü oyun arkadaşlarını cezalandırmış olurlar. Gerçek dünyada ise bencil çıkışlar dedikodu, sansür ve dışlama yolu ile cezalandırılırken, ciddi suçlar polis, mahkeme ve hapis cezası ile önlenmeye çalışılır. Boehm’e göre tarih öncesi dönemde bugün sahip olduğumuz yasal kurumlar bulunmadığı için bu gibi durumlarda caydırıcı olması için ölüm cezası uygulanıyordu. Boehm eğer bu iddiasında haklıysa, bu ağır cezalar sayesinde insanoğlunun gen havuzundaki yıkıcı genler ayıklanmış olmalıydı. İçimizde yatan bencil dürtüleri kontrol altında tutan yalnızca cezalandırılma korkusu değildir. İnsanlar yalnızca kendilerini daha iyi hissettikleri için de erdemli olmayı seçebilirler. New Mexico’daki Santa Fe Enstitüsü’nden Herb Gintis, “İşbirliğini iyi bir şey olduğu için yaparsınız. Bunun altında güçlü bir karşılıklılık ilkesi yatar. Bu işbirliğinin sonucunda ortaya çıkan sonuç, yalnızca şahsi çıkarlarımıza değil, tüm topluma yarar sağlar. Örneğin oy kullanmak, ihtiyacı olanlara yardım etmek...Bence tüm ahlaki eylemlerimizin çıkış noktası bu dürtüdür.” Peki bu dürtüyü oluşturan nedir? İşte bu noktada devreye vicdan, yani adalet ve dürüstlük duygusu girer. Bu, dini çağrışımları olan ezoterik bir kavram değildir; tam tersi ahlaki bir seçenek ile karşı karşıya kaldığımızda bilinç altında seçenek VİCDANIN SÜZGECİNDEN GEÇEN İYİLİK memize yardımcı oluyor. Bu da bencil davranışlarımızı törpülemekle birlikte, yine içimizdeki başka bir çirkin davranışın ortaya çıkmasına yol açıyor. Çünkü bir grubun içinde insanlara iyilik etmek, başka bir grubun üyelerine kötülük etmek anlamına gelebilir. Zenofobi denilen yabancı düşmanlığında da oksitosinin etkisi büyüktür (Science, vol 328, p 1408) ve bazı durumlarda buna “anne ayı etkisi” adı da verilir, çünkü anne ayının yavrusunun tehdit altında olduğunu gördüğü anda verdiği verdiği tepkiyle özdeştirilir. Sonuç olarak başkalarının iyiliğini, kendi iyiliği üzerinde görme eğilimi, aynı zamanda ırkçılık, soykırım ve savaşların da tetikleyicisi de olabiliyor. Sonuçta evrim tarafından şekillenen vicdan duygusu, “iyilik” ve “kötülük” kavramlarının evensel olarak paylaşılmadığını, kültürel değerlerimizden beslendiğini işaret ediyor. Örneğin adalet duygusunu ele alalım. Modern Batı kültürlerinde adaleti eşitlikle özdeşleme eğilimi baskındır. Başka bir deyişle, doğru olan birsanabirbana yaklaşımıdır. Fakat farklı kültürlerde farklı fikirler hakimdir. Bilim insanları ültimatom oyununu geleneksel kültürlerin baskın olduğu 15 toplulukta uyguladığı zaman, A oyuncusunun sunduğu ortalama miktarın bir toplumda %15, başkasında ise % 58 düzeyinde olduğunu tespit etti. Bu durumda insanların kendi kültürlerindeki değerleri benimsemesi, ahlakın değişken olduğunu gös İYİLİK KÖTÜLÜK KAVRAMLARI EVRENSEL DEĞİL İyinin ve kötünün evrimi hakkında daha fazla bilgi sahibi oldukça erdemli insanların çoğunlukta olduğu kültürlerin geliştirilmesi için gerekli olan koşullar yaratılmaya çalışılıyor. Bu koşulların başlıcaları şöyle: • Şeffaflık. İnsanlar izlendiğini fark ederse en iyi davranışlarını sergiler. • Hukukun üstünlüğü. Kurallara ve yasalara uymayanlara hızlı ve adil bir cezanın uygulanması, suç sayısında önemli bir azalma sağlayabiliyor. • Sosyal medyanın gelişimi. Daha gelişmiş sosyal ağlar, gruplar arasındaki sınırları kaldırıyor ve bu yakınlaşma, yabancı düşmanlığını ortadan kaldırma potansiyeline sahip. Özetle, evrim sürecinde insanda hem iyi, hem de kötü yönlerinin geliştiğine dikkat çeken Edward O. Wilson, “Bir insanın kötü yönlerinden tümüyle arınması mümkün değil. Zaten evrimin itici gücü yalnızca erdem olsaydı, hepimiz melek şeklinde robotlar olurduk” diyor. Reyhan Oksay Kaynak: New Scientist, 10 Kasım 2012 ERDEMLİ BİR KÜLTÜR İÇİN
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear