Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
D Ü N Y A G Ö S T E RG E L E R İ TEKNOLOJ POL T K Baha Kuban baha.kuban@gmail.com Diyabet vakaları otuz yılda ikiye katlandı Dünya Sağlık Organizasyonu’nun (WHO) son bir araştırmasına göre dünya genelinde 350 milyon diyabet hastası bulunuyor. 19800 yılından bu yana iki misli artan diyabet hastalığı dünyanın birçok bölgesinde yayılmaya devam ediyor. Diyabet, beden hücrelerinin glikozu yeterince ya da hiç almadıklarında gelişiyor. Bu şekilde kandaki şeker seviyesi yükselir ki bu durum uzun vadede kalp enfarktüsü, inme, böbrek bozukluğu, sinir ve ağtabakası hasarları gibi birçok hastalığa davetiye çıkarır. Yüksek kan şekeri ve diyabet her yıl dünya genelinde üç milyon kişinin ölümüne neden olmakta. Lancet dergisinde yayımlanan yeni bir araştırmaya göre, diyabet vakaları 1980 ve 2008 yılları arasında 153 milyondan 347 milyona çıkmış. Artışın yüzde yetmişi dünya nüfusunun artışına ve yaşlanmasına bağlı. Imperial College London’dan Majid Ezzati, Dünya Sağlık Organizasyonu’nun işbirliğiyle diyabet hastalığının 1980 yılından sonraki gelişimini bölgesel ve küresel olarak araştırmış ve diyor ki diyabet, dünya genelinde en önemli hastalık ve ölüm nedeni. Obezite, diyabet vakalarının artışında bir numaralı suçlu olarak görülüyor. Söz konusu araştırmayı yürütenler, artan diyabet vakaları ve beden kütle endeksi arasında yüksek bir korelasyon olduğunu belirtiyor. Bazı ülkelerde kadın ve erkek arasındaki fark çok belirgin. Örneğin Pakistan’da erkeklerde diyabetin artış hızı %46 iken, kadınlarda %102. En yüksek artış Marshall Adaları’nda ortaya çıkmış. 2008 yılında yetişkinlerin yaklaşık dörtte birinde diyabet görülüyor. ABD, şeker hastalığının en fazla görüldüğü ülke damgasını korumaya kararlı. Kadınlarda diyabet hızı %79’lara tırmanmış durumda. Fransız kadınları ise tüm dünyayı kıskandıracak kadar düşük diyabet oranına sahip. Burada %11.2 düşme gösteriyor. Çalışma, diyabet hastalığının, yüksek tansiyon ve yüksek kolesterol değerlerinin aksine dünyanın birçok yerinde yayılmaya devam ettiğini gösteriyor. Yüksek tansiyon ve yüksek kolesterol değerleri bazı bölgelerde azalmış. Ayrıca diyabet bu iki hastalığa kıyasla daha zor tedavi edilmekte. Sanayi Kapitalizmi, bir yandan muazzam bir devinim içinde gerçek ve imal edilmiş arzuları tatmin edecek ‘yenilikleri’ ve asıl hedefi olan sermaye birikimini üretirken, bir yandan da muazzam bir kimyasal/toksik gezegen inşaasını gerçekleştirir. TeknoBilim ve Kurban Toplumu İstenerek üretilen toksik olmayan (çoğunlukla!) ürünlerin yanısıra, ölüm, hastalık ve her türünden yoksunlukları da istemeden (ama bilerek!) ortaya çıkarır. Günlük hayatımızda sivrisinek kovan ilaçlardan tinere, sentetik antibiyotiklerden yapay tatlandırıcılara ve çiçek coşturucu gübre karışımlarına, modern sanayi ürünü sayısız kimyasal, artan çeşit ve miktarlarda bizi kuşatır. Gelişmiş toplum buna karşı da önlemini alır, ‘teknik modernleşmenin’ yan ürünü olan kirleticilerin miktar, etki ve şiddetlerini ölçen, test eden, öngören ‘çevre toksikolojisi’ gibi yeni bilim ve teknoloji dalları yaratır, risk yönetimi, çevre yönetişimi gibi afili kavramlar ortaya çıkarır. Yine de, asıl ‘el çabukluğu marifet’ politika alanında gerçekleşir. Gerçek şu ki, hergün yaşamımıza giren sayısız kimyasal maddenin doğrudan etkileri dışında, çeşitli derecelerden (birinci, ikinci, üçüncü) etkilerini, orta ya da uzun vadeli etkilerini, birbirleri ile etkileşimleri sonucu ortaya çıkabilecek etkilerini v.s bilmekten çok uzağız. ABD Çevre Koruma Kurumu EPA’nın, durmaksızın yenileri imal edilen kimyasal maddelerin insan ve diğer canlı yaşama etkilerini yukarıda sözedildiği kapsamda test etmesi için yüzlerce yıla gereksinimi olduğu gösterilmiştir. Bugün gezegenimizin ekolojisinin temel nitelikleri, modern tarımsal faaliyetlerin, sınai üretim ve onun yan ürünlerinin ve türlü teknik yeniliklerin etkisi altında dönüşmektedir. Türkiye gibi doğal kaynaklar yağmasının ‘vahşi’ biçimlerinin görülmediği, nispi bir toplumsalpolitik kontrolun ve düzenin görünür olduğu toplumlarda bile geçerli dinamik, insan yaşamının kimyasal, sınai ve nükleer atıkların etkisi altında yapılandırılması; üstüne üstlük bunun bir ‘normallik’ perdesi ardında ve arızayı yaratan düzen mantığının gizlenmesiyle gerçekleşmesidir. Burada, siyaset alanındaki yenilik her türden teknik yeniliklere rahmet okutur. Teknik gelişmenin toplumsallık boyutu, ‘bilimsel teknolojik gelişme’ ve ‘bilimsel faaliyetlerin özgürlüğü’ iddiası ile perdelenip siyaset dışılık atfedilerek, politikanın konusu olmaktan çıkarılır. Toplumu şiddetle dönüştüren hemen tüm modern teknik araçlar, iletişim, ulaşım, günlük yaşam teknolojileri, siyasetin alanından ‘tekniğin’ , ‘uzmanların’ , bilenlerin alanına itilir ve sonuçlara sorgulanmazlık kazandırılır/görünmez kılınır. Böylece siyasi olan siyaset dışına itilirken, siyasetin biricik öznesi insan ve onun ortamı, toplumsal müdahale ve yönlendirme olanaklarından yoksun bırakılır. Kimyasal ve toksik kirlilik ve bunun normalleşmesi, yukarıda sözedilen perdeleme olgusunun sadece bir boyutudur. Bir parantez açarak kimyasal kirlenmenin de açık sınıfsal bir boyutu olduğu gerçeğini vurgulamalıyız. Atık depolama ve toksik atık alanları büyük çoğunlukla en yoksul bölge ve mahallerde yeralır. Benzer bir şekilde, Afrika’nın on yıllardır ABD ve AB’nin atık deposu olarak kullanıldığı ortaya çıkmıştır. Hatta ABD Dışişleri, bu olguyu iktisattaki klasik kıyaslamalı üstünlük açıklamaları ile de taçlandırmıştı! Tüketiciye indirgenmiş toplumsal birey, refah içinde yaşamın, ‘gelişmenin’ kaçınılmaz sonuçları olan bu olguları bilimsel ve teknolojik gelişme adına doğallıkla kabul eder. Gelişen teknolojilerin nimetlerinden yararlanmak, geliri artırmak için herkes riskleri bilir ve kabullenir. Kullanılan her yeni kimyasal maddenin A, B ve C avantajlarından yararlanmamız sonucunda 10,000 kişide X , 100,000 kişide Y, 1,000,000 kişide Z kişi, hastalık, genetik mutasyon yahut ölüm ile karşılaşacaktır, toplumsal olarak imal edilmiş risk! Bu rastlantısal kırım, ya da anonim şiddet, çok uzak geçmişteki toplumlarda rastlanan kurban geleneklerini hatırlatır. Modernleşme yolunda bunca zaman ve çabadan sonra talihsiz bir bilanço! CBT 1268 / 15 8 Temmuz 2011