29 Haziran 2024 Cumartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Yüzme havuzlarında ozonlama Metin Tükenmez, [email protected] Nükleer Güç Santralı ve Radyoekoloji Komşularımızda ve yakın çevremizde çok sayıda Nükleer Güç Santralı bulunması, klasik kirleticiler nedeniyle de doğal radyoaktivitenin hızla artışı, tüm çevre örneklerinde radyoaktivite düzeylerini bulma, birikim ve atılım kinetiklerini inceleme ve halkın alması olası olan radyasyon dozlarını saptama çok önemldir. Tüm bu sorunların cevabını bulma yanında, radyoaktif maddelerin ekotoksikolojilerini, diğer kimyasal kirleticilerle ilişkilerini ve biyolojik, fiziksel ve kimyasal parametrelerin etkilerini de inceleyen bilim dalı radyoekolojidir. Ama bu bölüm kapatıldı! Neden? Dr. Sayhan Topçuoğlu Radyoekolog, [email protected] 2 0 yıla yakın bir zamandır senelik iznimi Geyikli sahillerinde geçiririm. Bozcaada’nın popüleritesi arttıkça bu sahiller daha da tanınmaya başladı. Bu sene eylül ayına değin tatili uzattım. Ve ilk defa Bozcaada ve çevresinde yağmura tanık oldum. Yağmurun ertesi gün sahilden adaya baktığımda bir farklılık gördüm. Bozcaada çok net görünüyordu ve elimi uzatsam tutacakmışım gibi yaklaşmıştı kıyıya. Nedeni ne olabilir diye düşünmeye başladım, buldum da. Sanırım Carl Sagan’ın popüler bilim kitaplarından birinde okumuştum. Yağmurdan sonra atmosferde ozon artarmış. Bu nedenle her şey çok net, pırıl pırıl görünür. Çünkü ozon oksijenin türevlerinden biri olmakla birlikte aynı zamanda bir temizleyici... Bozcaada’nın bu denli yakın görünmesinin sırrı da ozonun temizleme özelliğine bağlı. İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Olimpik Yüzme Havuzu’nun iki yıl önce açılışından kısa bir süre sonra “Havuzlarda Ozonlama” başlıklı bir konferansa katılmıştım. Havuzu yapan firma klorla temizleme sitemi kurmuş. Ancak yetkili, ozonlama ile temizleme sistemine geçmek gerektiğini anlatıyordu. Havuza yeni sistem kurulduktan sonra açılamaz mıydı? O gün bu sorulara kafam takılmıştı ama gene de ozonlama ile klorlamanın farkını merak ediyordum. Ozon, oksijene bağlanan 3. oksijen atomu sayesinde güçleniyor ve çok çabuk reaksiyona giriyor. Depolanmadan hemen kullanılması gerekiyormuş. Ozon klordan daha fazla etkiye sahip, klorda olduğu gibi artık kirlilik bırakmıyor. Yüzücülerin havuza taşıdığı kirlilikleri yanarak yok ediyor. Bu işlemi yaparken de bakterileri ve mikropları dezenfekte ediyor. Klorlama sisteminde gözlerde duyarlılık, bulanık su ve saçlarda renk değişimi ilk görülen olumsuzluklar. Ne denli doğrudur bilmemekle birlikte bir kimyacı dostum klorun cinsel konularda olumsuz etkisinin olduğunu da söylemişti bana. Ozon devreye girdiğinde oksidasyon gerçekleştiği için bu olumsuzluklar yüzde 50 oranında ortadan kalkmakta. Ozon oksidasyon ve dezenfekteyi aynı anda yapmakta. “Topaklama sistemi” ile oksidasyonu gerçekleştirirken bir yandan da demir ve manganı sudan arındırıyor. Ozonun diğer bir tercih nedeni suda yosunlanma sorununu kolay gidermesidir. Ozonlama sistemi doğru uygulandığında yosun öldürücü kullanma düzeyi en aşağı düzeye iniyor. Ozon başlı başına bir topaklayıcıdır. Ozon devreye girdiği anda topaklama hızlanıyor. Yeni yapılan yüzme havuzlarında ozonlama sitemi kullanılacak kuşkusuz, ama eski havuzlara yeni sistemi kurmak ek maliyet getirdiğinden pek ilgi görmeyecek gibi. İTÜ’nin Olimpik Yüzme Havuzu’nda hâlâ klorlama sistemi var. B ilindiği gibi günümüzde elektrik üretiminde Nükleer Güç Santralarının yeri çok anlamlıdır. Örneğin, Fransa’da üretilen elektriğin yaklaşık % 80’i Nükleer Güç Santraları ile elde edilmektedir. Nükleer Güç Santralı olsun olmasın tüm gelişmiş ülkelerde radyoekoloji laboratuvarları vardır. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansına (IAEA) bağlı radyoekoloji laboratuvarı Monako’da bulunmaktadır. Radyoekoloji bilim dalının ana görevi, çevremize giren doğal ya da yapay radyoaktif maddelerin tüm çevre örneklerindeki düzeylerini, canlılardaki birikim ve atılım kinetiklerini saptamak, ekotoksisitelerini ortaya koymak ve halkımızın alması olası olan doz değerlerini saptamaktır. Ayrıca, bir radyoaktif bulaşmasında çevresel kirliliği en iyi şekilde gösterecek olan biyoindikatör organizmaları, kinetik çalışmalar ile ülke genelinde önceden saptamaktır. Türkiye Atom Enerjisi Kurumuna (TAEK) bağlı ÇNAEM’de (Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi), Radyoekoloji Laboratuvarı 1970 yılında Radyobiyoloji Bölümüne bağlı olarak kuruldu. Bu Laboratuvar özellikle Çernobil kazası sürecinde, çok önemli görevler yaptı. İnsan ve tüm çevre örneklerinde, Çernobil kaynaklı tüm radyoaktif maddelere ilaveten, doğal radyoaktif maddelerin düzeylerini de saptadı. Başta radyasyonlu çaylar olmak üzere, halkımızın tükettiği karalahana ve hamsi balığından alması olası olan doz değerlerini de buldu. Herkesin aklına ilk gelen soru, radyasyonlu çaylardan alınmış olan radyasyon dozudur. Kazanın olduğu 1986 yılında birinci sürgün kuru çayların tüketilmesi ile alınan yıllık doz 0.66 milisivert olarak saptandı. Health Physics’de yayımlanan bu bulgumuzun içeriği Science News tarafından da kullanıldı (1). Bu alıntıda, 1986 yılında en yüksek oranda radyoaktivite içeren çaylardan alınan bu yıllık dozu, Amerika’da Denver yüksekliğinde (1600 m) 2.5 yıl yaşayan kişilerin sadece kozmik ışınlardan aldığı radyasyona eşdeğer olduğu yazıldı. Çernobil kazasının sağlığımızı ne kadar etkilediği konusundaki kapsamlı yazımız, Cumhuriyet Bilim Teknoloji ekinde (CBT) daha önce geniş olarak yayımlanmıştı (2). Diğer taraftan, Radyoekoloji Laboratuvarı1980’li yılların başında kurulması öngörülen Akkuyu Nükleer Güç Santralı için lisanslama çalışmasında da bulundu. Nükleer reaktörlerin deşarj sularında bulunması olası olan bazı radyoaktif maddelerin Akkuyu bölgesi organizmalarında kinetikleri de araştırıldı. KAPISINA KİLİT VURULUYOR Sonuç olarak denilebilir ki, bu laboratuvar insan ve tüm çevre örneklerinde radyoaktivite ve radyoekoloji konularında yüzlerce uluslararası ve ulusal yayın yaptı ve çok sayıda IAEA projesi yürüttü. 2006 yılına gelindiğinde, bu Laboratuvar kapatıldı. Radyoekoloji konusunda akademik kariyer yapan kişilerin bir kısmı ayrıldı ve bir kısmı da farklı birimlere verildi. ÇNAEM’de radyoekolojik araştırma yapma yerine, her türlü radyoaktivite analizini yapan Ölçme ve Enstrümentasyon Bölümü kuruldu ve Radyobiyoloji Bölümü kapatıldı. Önemli olan araştırma değil, önemli olan sadece analiz yapma oldu. Yetişmiş bilim insanlara sadece analiz yapan teknik eleman gözüyle bakılmaya başlandı. 1999 yılında CBT’de (3) çıkan bir yazımızda, ÇNAEM ve bilimsellik konusuna değinmiş, bu Merkezin rutin hizmetleri yanında 11’i Uluslar arası IAEA ve 6’sı DPT destekli 17 proje yürüttüğünü ve bu bağlamda 1997 yılında Science Citation Index’e (SCI) giren 9 adet uluslararası yayın yaptığını vurgulamıştık. Bu yayınlar uygulamalı konumda olup, toplumsal kullanım amacına yöneliktir. Daha sonraki yıllarda bu yayın sayısı hızla arttı. Buna karşın, bölümlerin yapısı 2006 değiştirildikten sonra, 2009 yılında, ÇNAEM’in SCI çıkan bir yayınına rastlanmadı. Uluslararası proje yürüttüğü de belirsizdir. 24.04.2006 tarihli Başbakan onayı ile Bölüm sayısı ondan beşe düşürüldü. ÇNAEM’de 2006’dan önce, 10 Bölümün kurulması birden bire olmamış, gereksinimlere, bilgi birikimine ve özgün değerlere göre, değerli bilim insanlarınca oluşturulmuştu. 5 Bölüme indirmenin nereden kopya edildiği merak konusudur. Bilinen bir şey varsa, bazı dış güçlerin ülkemizde araştırma merkezlerine karşı sıcak bakmadıklarıdır. Patentli ve kopya teknoloji işlerine gelmektedir. Önceki yıllarda da bazı araştırma kuruluşları kapatılmıştır. Üniversite personelinin araştırmaya ayırdıkları zaman ana görevleri gereği kısıtlıdır. Gelişmiş ülkelerde yüzlerce doktoralı bilim insanı çalıştıran araştırma kuruluşları vardır. Yeni buluşların çoğunluğu bu kuruluşlarda oluşturulmuştur. CBT’de (4) çıkan bir yazımızda, Sinop’a Nükleer Santral kurulmamalı diye yazmıştık. Lisanslama çalışmalarının ekolojik açıdan eksiklikler içerdiğini belirterek, hamsi göç yolu üzerinde bulunan Sinop’a böyle bir santral kuruluşu, termal kirlenme nedeniyle hamsi üretimimize darbe vuracağını söylemiştik. Küresel ısınmanın anlamlılık taşıdığı günümüzde risk daha da artmıştır. Sanayileşmenin olduğu yıllarda önce fabrikalar kuruldu, çevre kirliliği büyük sorun oldu. İş kötüye gittikten sonra ÇED (Çevresel Etkiyi Değerlendirme) raporu uygulaması çıktı. Marmara Denizi’nin içler acısı durumu ortada. Akkuyu Nükleer Güç Santralı için aynı hataları yaşamamak için, radyoekoloj bilimine yeniden büyük olanak tanımak şarttır. Radyoaktif kirlenmenin, kimyasal kirlenmeye göre çok daha tehlikeli olduğunu da unutmamak gerekir. 1. CBT, 8.06.2007, sayı: 1055/7; 2. Science News, 1472, 1993; 3. CBT 1.08.1999, sayı: 593; 4. CBT 13.03.2009 sayı: 1147/14 Ekim ayında gökyüzü Baştarafı 13. sayfadan devam gökbilimciler, ilk kez bir novadan gelen gama ışınlarını tespit etti. Bu bulgu, nova çalışan ve Antalya’daki ROTSE robotik teleskopunu izleyen biz gözlemci ve teorisyenleri hayrete düşürdü... Bu keşif, yüksek enerjili ışınım gibi nova patlamalarında enerji üretecek mekanizmanın olmadığı görüşünü bozdu. Patlamanın şok dalgası içinde hızlandırılmış parçacıklar, ikin CBT 1228/ 19 1 Ekim 2010 ci bileşen olan kırmızı devin yıldız rüzgârı içine çarpmasıyla gammaışınları ortaya çıkar (eflatun renkte). V407 Cyg isimli bu yeni novanın gamaışın üretme modelini izlemek için adres: http://www.nasa.gov/missionpages/GLAST/news/shockingnova.html ve bir örnek resim bu sayfada verildi (alıntı: http://www.nasa.gov/missionpages/GLAST/news/shockingnova.html). Konunun ayrıntılı devamı Türk Astronomi Derneği’nin ilgili sitesinden ulaşılabilir. (http://www.astronomi.org/?pageid=399). Kaynakça: The Astronomical Almanac 2010.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear