05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

OOOF OFF LINE Tanol Türkoğlu (tanolturkoglu@gmail.com) Beyin emeğinin daha değerli hale gelmesi sonucu, üreten beyinsel güçte de gelişmeler kaydedilecek. İnsanın ideolojik evrimi tamamlanmış olabilir ama beyinsel evrimi bu anlamda bakıldığında daha yeni başlıyor. Yerel Seçimler ve Düşündürdükleri... Toplumsal yaşamı düzenleyen kurum ve ilkeler “biçim” denilen görünüm ile ona görev yükleyen “öz” den oluşur. Öz, biçime anlaşılırlık ve olanaklılık sağlayarak canlılık verir. “Öz”den yoksun biçimsel yönetim ve uygulamalar; kurum ve kurallarla amaç arasındaki nedensellik bağını koparır. Çetin Aşçıoğlu Yargıtay Onursal Üyesi, cetinascioglu@gmail.com Tarihin Başlangıcı Francis Fukuyama; ilk basıldığında dünya çapında ses getiren Tarihin Sonu ve Son İnsan adlı kitabında özetin özeti olarak soğuk savaş döneminin bitmesi üzerine tarihin de sonunun geldiğine işaret ediyor ve bunu “insanoğlunun ideolojik evrimiyle Batı tipi liberal demokrasinin insanlık hükümeti formunda evrenselleşerek sona ermesi”ne eşitliyordu. Evrensellik olgusunun globallik düzeyine indirilmiş olması bir yana, diyalektik açıdan bir şeyin sona ermesi aslında başka bir şeyin de başlaması anlamına gelir. Yine de yukarıda anılan kitabın açtığı tartışmalar daha ziyade biten şey üzerine odaklandığından, yeni başlayan şeyin ne olduğu ya da ne olabileceği konusunda fazla bir değerlendirme yapılmadı, ya da yapıldıysa da fazla ilgi çekmedi. Yeni başlayan şeyin ne olduğunu bilmiyor olmak, onun başlamadığı anlamına gelmez. Olsa olsa algılanamadığının bir göstergesidir. Yeni başlamakta olan şey özellikle 70’li yıllardaki buluşlarla ivmelenen ve bugün dijital kültür, bilgi toplumu, ağ toplumu gibi terimlerle açıklanan bilgi çağı dönemidir. Fukuyama’nın sona erdirdiği tarih aslında daha önce bir kez daha sona ermişti. O ilk evre insanoğlunun doğaya hâkim olma sürecinin tarihiydi. O tarihi sona erdiren gelişme de 18. yüzyıldan itibaren başlayan ve buhar ve elektriğin icadı gibi iki temel buluş çerçevesinde iki aşamalı olarak ele alınabilecek “sanayi devrimi”dir. Bu devrim sayesinde insanoğludoğa mücadelesinde roller değişti. Artık zayıf olan taraf doğa oldu; insan değil. 90’lı yıllar itibarıyla siyasi arenada Doğu Bloku’nun yıkılması, kültürel alanda ise bilişim teknolojilerinin yükselmesi sayesinde bu ikinci evrenin de sonu geldi. Bu açıdan değerlendirildiğinde tarihin sonu olgusundan bahsedilebilir. Ancak tıpkı sanayi devriminde olduğu gibi, içinde bulunduğumuz bilgi çağında da tarih olgusu ortadan kalkmadı. Sadece üstündeki giysileri ikinci kez değiştirdi ve üçüncü kostümünü giydi.. Bilgi çağına dek insanoğlu fizyolojik eksikliklerini keşfedip, bu yanını güçlendirdi. Bu çerçevede yeryüzü kültürüne yön veren tüm olgular incelendiğinde bu güçlenme sürecinin etkilerini, izlerini, sonuçlarını görmek mümkün. Bilgi çağının başında insanoğlu fizyolojik olarak eksikliklerini kapatmış durumda. En azından bilinen rakibi olan doğaya karşı. Bu husus çok önemli. Çünkü insanoğlu doğa dışından gelebilecek tehditlerin ne olduğu konusunda herhangi bir deneyime sahip değil; o nedenle de dünya dışından gelebilecek hangi olası tehditler karşısında ne kadar güçlü olduğunu aslında bilmiyor. Çapı dünya ile sınırlı tutmaya devam edersek, bilgi çağında insanoğlunun keşfetmesi ve kapatması gereken eksiklikler zihinsel süreçlerle ilgili olacaktır. Bilgi Çağı denmesi bu bağlamda da irdelendiğinde boşuna değil. Bundan önceki dönemlerde bilgi bir araç olarak yerini alıyordu bundan sonra ise bilgi hem araç hem de amaç olacak. İçinde bulunduğumuz çağda el emeği yerine beyin emeğinin daha değerli hale gelmesi sadece bu emeğin sonuçları itibarıyla anlamlı olmayacak. Öte yandan o sonuçları üreten beyinsel güçte de gelişmeler kaydedilecek. İnsanın ideolojik evrimi tamamlanmış olabilir ama beyinsel evrimi bu anlamda bakıldığında daha yeni başlıyor. Beyinsel sürecin bu anlamdaki evrimi belki de insanoğlunu doğadan daha da uzaklaştıracak. Binyılların sonucunda beyne ve onun aracılığıyla fizyolojisine kazınmış olan “gereksiz” parçalar ya yok olacak ya da olumlu anlamda gelişecek. Belki de bu sayede insanın doğasında yer alan yıkma arzusu ortadan kalkacak. Ancak belki yine bu sayede insanın duygusal yönleri de yavaş yavaş körelecek. Ortaya çıkacak yeni insan ne kadar “insan” olarak adlandırılacak ya da bugün makine diye bildiğimiz aygıttan ne kadar ayırt edilebilecek; bilinmez. B ir ülkede çağdaş düzeyde kurumlar, kurallar bulunması yeterli değildir. Önemli olan toplumda kurulu düzen ve işlemlere güven duyulmasıdır. Güvensizlik, özdeki değer ve görevlerin anlaşılmamış olduğunun ya da toplumsal yaşama yansımadığının kanıtıdır. Ülkemiz, kuruluş dönemi ayrık tutulursa, çoğun, biçim kolaycılığıyla yönetildiğinden güven ve rejim sorunları sürekli gündemde olmaktadır. Demokrasi, bir anlamda sorumluluklar rejimidir. Sorumluluk bilinOy kullanacağımız cinin olmadığı ve kanallarının tıkandığı ülkelerde, her alanda güvensizil genel meclisleri lik, çürümüşlük, kokuşmuşluk kaçınılmazdır. Yerel yönetim görevini ve mahalle muhüstlenmiş belediyelerimizin ortaya koyduğu yaygın görünüm budur. Bu bağlamda yerel yöneticileri suçlayabilir ve güvensizliğimizi sandığa yantarlıklarının “yapısıtarak seçilmesine onay vermeyebiliriz. Bilinçli seçmen olarak bu en sı”, “üstlendikleri doğal hakkımız ve görevimiz. Ne var ki, her alanda sorunları saptamak görevler” hakkında ve çözümler üretmek, tüm siyasal partilerin görevidir. Tersi durumda, siyasal etik ve toplum vicdanı asıl onları yargılamalıdır. Seçimlerin kapıbilgimiz nedir? ya dayandığı şu günlerde, parti yönetimlerindeki somut görünüm düşünOlumlu yanıt verecemizi doğrulamaktadır: miyorsak niçin, naYerel yönetimlerden özellikle belediyeler; toplum ve bireylerle yakın ilişkiler içinde yoğun görevler üstlenmiş kurumlar olarak, ağır bir sıl ve neden oy kulyük altındadır. Partilerin yarınlarda üstelenecekleri görevleri başarıyla lanacağız? yerine getirebilmeleri bilinçli bir düzen içinde çalışmalarına bağlıdır. Bu bağlamda ilk adım, merkezde ve yerel yönetimlerde sürekli çalışan kurullar oluşturma olmalıdır. Parti üyeleri ile profesyonel uzmanlardan oluşacak bu kurullar: Güncel sorunları ve gelişmeleri sürekli izleyerek; bilimsel ve uygulanabilir düzenleme ve tasarılarla partinin seçimlere ve göreve hazır duruma gelmesine azımsanmayacak katkıda bulunacaktır. Bu yöntemle elde edilecek bilgiler, görevdeki yerel yönetimin işlem ve eylemlerini daha sağlıklı denetleme olanağı sağlayacağı da göz ardı edilmemeli. Oysa siyasal partilerimizde, usun ve bilimsel düşüncenin onayladığı bu nitelikte düzenleme ve çalışma yapma geleneği oluşmamıştır. Seçim kapıya dayandığında, birkaç kişinin hazırladığı özden yoksun biçimsel seçim bildiri ve söylemleri inandırıcı olmamaktadır. Partiler, demokrasinin evrensel kurallarını öncelikle kendi topluluğu içinde güncelleştirmekle yükümlü kuruluşlardır. Oysa aday seçimleri de, demokratik bir yöntemle yapılmamaktadır. Parti başkanı ve çevresindeki kişilerin değer yargılarıyla seçime beş kala aday belirlenmesi demokrasiye ve bir ölçüde partiye de zarar vermektedir. Aday seçiminin yöredeki tüm üyelerin katılımıyla yapılması, üyelere siyasal sorumluluk bilinci kazandırarak partiye canlılık getirir. Demokratik kazanımlar da ülkeye. Seçim döneminden uzunca bir süre önce belirlenmesi “adayın yörenin sorunlarını, beklentilerini”, “seçmenin de adayın kişiliğini ve hizmet yeteneğini” yakından tanıma olanağı sağlar. Son kamuoyu yoklamalarında kararsız seçmen oranının yüksekliğinin önemli bir nedeni “seçmendeki güvensizlik inançları” olduğunu düşünüyorum. Seçim bilinçli bir değerlendirmedir, yeterli değerlendirme verilerinden yoksun ve parti tutkusuyla koşullanmamış kararsız seçmen suçlanamaz. Kaldı ki, oy kullanacak seçmenlerin önemli bir bölümünde bile, oy kullanma bilinci güvensizliği bir adım geriye itmektedir. Üretken bir çalışması düzeni, programı olmadan özden yoksun konu başlıklarıyla, gece kondu biçimi ya da devşirme adaylarla seçime giren partilerin seçimi kazanması bir utku olarak karşılanması şans oyununun sonuçlarıyla özdeş değerdedir. Yerel yönetimlerde çekilen sıkıntılar ve olumsuzluklar yalnız partiler düzeninden kaynaklanmıyor. Yasal kuralların döndürdüğü çarklar da sağlıklı işlememekte. Hemen birçok belediye de imar ve iş gördürme yolsuzlukları ya da çirkinlikler gündemden düşmüyor. İşlem ve eylemlerin yasalara uygunluğu onun her zaman adil (doğru) olduğunun kanıtı olamaz. Örneğin: “Topluma ait her şeyi satarak kentlerin içini boşaltma”, “gelecek yönetimlerin hak ve olanaklarının tüketme”, “olağan sınırların üstünde borçlanma”, “estetikten, bilimsellikten yoksun buram buram kayırma kokan işlem ve eylemler” yasalara uygun olsa bile hukuka açısından sorgulanmaya açıktır. Yerel yönetimlerin yasa ve hukuk düzeni içinde daha sağlıklı ve güven verici çalışma yaparak topluma hizmet verebilmesi için yeni bir düzenin tartışılması gerekir. Bu bağlamda ilk görev yine siyasal partilere, bilim kurumlarına ve insanlarına düşmektedir. Bu bağlamda belediyeler dışındaki yerel yönetimlerin de amaçlarına uygun çalışmaları için yeniden düzenlemesi gerekir. Bu kurumlar da, özden kopuk olarak çalıştığından biçimsel kurumlar olarak varlıklarını sürdürüyor. Örneğin oy kullanacağımız il genel meclisleri ve mahalle muhtarlıklarının “yapısı”, “üstlendikleri görevler” hakkında bilgimiz nedir? Olumlu yanıt veremiyorsak niçin, nasıl ve neden oy kullanacağız? Değerli okuyucularım; çağımız bilgi ve bilgiyi toplum yararına kullanma çağıdır. Günümüzde bu olanak ve yetenekler olmadan orta düzeyde bir özel işletme bile yönetilemez iken, yerel yönetimleri yönetmeye kalkışmanın us ve çağdışı olduğunu düşünüyorum… CBT 1137/ 11 2 Ocak 2009
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear